01 Ocak, 2012

VAN’NAME - HAL NAME : VAN kalesi açıkhava müzesi olsum.

VAN  kalesi açıkhava müzesi olsum.





















VAN’NAME   HALNAME







19-20 Eylül 2011 günlerinde, 
Yeğenlerimiz Muhsin, ablası Sultan ve Boğazkale'den Bekir Uzluzman dayıları ile Van ve Erciş'de idik.
30 yıl sonra tekrar geldiğimiz  bu topraklarda gördüklerimiz ve duygularımızın bazılarını ;
VAN'NAME HALNAME 
 adını verdiğimiz çalışmamızı    paylaşıyoruz. 


VAN’DAN NOTLAR:

Havaalanı
İşte deniz
İşta Van…
Bindiğimiz taksi ,

Merkeze paralel, kat ediyor
Bir uçtan bir uca şehri
 Derler ki taksiciden al haberi
Öyle yapıyoruz çaktırmadan
“Başkan AKP’den idi
Götürdü 352 trilyonu
Bizde karar verdik Bağımsıza..
Şimdi başkan, BDP’den
Yardım alamıyoruz ki iktidardan”
Bekir ağa,
12 Eylül’den tecrübeli
Atanmış belediyeci.
Başından geçeni hatırlayıp
 itiraz ediyor;
Hele de var mıydı yiyecek para?”

Olsa idi olurdu Van’da saracak yara
Çok laf ederler, insan düşünce dara

Geçip Akköprü’den
 Selamlıyoruz bilmediğimiz mezara
İnsanlar gidiyorlar yandaki pazara
Vardık nihayet ilçelere yol veren Otogara..
….
Erciş’e araç var.
 “Bekleyin az hele..”

 Dolmuşta..
Sessiz,  yolcular..
Kimse konuşmuyor..
Selamdan çekiniyor.
Bölgenin genel psikolojisi mi?
Bilmem..
Yerliler.
Görev icabı “Şark hizmetine” sürülenler.
Ki mide bizim gibi “mecburen görülenler”
..
Bir genç kız..
Kitap, okuyor
Daha önce yoktu, kalemden bir iz
Takdir duygusu,  boğazımıza kilitlenip,
Göz ucuyla  bakıyoruz kapağa..
Yazıyor kitap da;
“Gecenin İzleri”
Yazarı okunuyor:  Nicholas Sparks

Çalıyor:
“Ah babam olsaydı” Ankaralı Namık’ sesinden
Van’dan  denizi öperek Erciş’e  koşuyor  minibüs..
Denizde ışıltılar… Yansıtıyor:
Van’ı sevip terk etmeye kıyamayan güneşi..
Kedisi tek renk bakıyor,yeşil  gözler şaşı
Evet, kafesinde  Ercişe yol alan Kedi..
Şaşırtıyor göreni, şaşırtıyor bizi
Diyor, sahibi genç kız:
“Bulamadım, aslını ,
Aldım Van’dan melezini”



"ŞARK MESELESİ “
Ağam mesele seninle benim değil
Derler ki mesele  "şark meselesi “
Bak atan ne diyor toprağa eğil
Biz kan döküyoruz, doluyor kesesi
Kan döktükçe artıyor zalimin neşesi

…………


15’den  beri yüreğimizi yakan;  “şark çıbanı”
Öyle bir vurgun ki
Anlatması, ağıt..
 Susması, destan…
Göz, lal
Dil, lal
Yürek, lal
Bir hüzün anıtıdır, Van Kal ’ası
Rüzgâr anlatır o dinler
Deniz anlatır, o susar
Yarası açık, umudu kaçık…



SEVDA YÜKLÜ SILAM

Neyle vurulmuş, sevda yüklü sılam
oysa ...
her dem "gül ekmek" ti işi “barış” için

Elemlere terkedilmiş,  kapatılmış pencereler
Çarşaf gibi serilmiş, dingin sularda
 Aksimizi gören yok
Şu çalkalanan denizde, heybetli dağlarda
 Kim ah eder bilen yok
Yakamozları gören yok

Tüm zalimler öyle yapar ya
Ağaç, mabet, insan ayırmaz
Medeniyet izi kalmasın diye
Tüm şehri yakarlar
Zamanında “kahpelikle” yakılan bu şehir
Şimdi ihanetle yangınlar içinde



EREK DAĞI’NIN DUMANI

Erek Dağı’na çöken dumanı
Zalim felek vermez âmânı
Katillerin olmuyor dini, imanı
Sapık düşüncelerinin esiri,
Savaş baronlarının kiralık katilleri
Bilmiyorlar, anlamıyorlar…”İş”leri
ABD, İsrail savaş sanayinin finansörleri

AĞLA
Tebriz caddesinden geç de ağla
Süleyman Han camine çık da ağla
Hüsrev paşayı gör de karalar bağla
Gün olunca Tatvan’dan bak da  ağla
Tan zamanı Erek’ten gör de ağla
Kan kokuyor, toprağımız
Temizlemiyor soda denizimiz
Toprak kandan kına olmuş
Başına kandan kınalar yak da ağla
Yönünü çevir Kıbleye,
Kalbini, gönlünü Sübhan’a bağla



KATLEDİLİR
Şuracıkta ki geminin kırık yelkeniyle
Okyanus da giden arasında ne fark var?
İkisinin de düşmüşse bir yıldız peşine
Ay ve Zühre…

Gemici… Umut… Korku aynı değil mi?
Tahir, ne arar?

Züleyha…
Leyla gibi bakan göz
Zalimlere teslim edilince alın yazısı
Mecnun’dan habersiz katledilir

DİLSİZLERE EMANET,  SEVGİNİN DİLİ
Eşkıya yakmışsa kin ateşlerini
Analar…
Kaybediyorsa çocuk ve eşlerini
Emperyalist soyguncular,
Bu dağlarda gösteriyorsa dişlerini
Açmadan kuruyorsa bin bir çiçek 
 Her bahar yağmurları, sulamadan geçiyorsa
Oysa..
 Gitmeyi bilmez bu topraklara bir kez âşık olan
Bedeli can olsa da Alpaslan’a verilen söz var.
Sübhan'ın şahit olduğu taa o günden beri
…….
Dilsizlere emanet, sevginin dili
İnsan yerine taşlar konuşuyor  
Haykırıyor Ferhat’ın feryadını
Şirin’ine ulaştıramasa da sesini
Erek dağında ağlaşıyor, keklikler
Dilini çözemese de insancıklar


Vatan, mezbaha sanki  hapis kem gözlerde
Turuva atları dolaşırken bayırda, şehirde
Dağlarım, vurgun yemiş sevdaya döner
Ey uzakları gözleyen mahzun şerefeler!..
Halden anlayan dilden söyleyen bekle
Yeraltında inleyen sesi duyan yok
Okuyan yok halnamemizi…
…. bilen yok ahvalimizi

Suyla değil kanla yıkanıyor kefenler
Zehirle boğuldu deniz, ırmaklar
Ateşle dövülüyor dağlar, ovalar
Söndürülüyor sevgiye filiz veren umutlar

Kin pompalanıyor hayata her sabah
Kan içiliyor kristal kadehlerde her akşam
Geceler bitmiyor..
Gün olmuyor, tan batmıyor
Sökmüyor, şafak
Ağlaya ağlaya yorulmuş
…. bülbüller, ötmüyor,
Kanatları yolunmuş
…. kuşlar başka diyara uçuyor

Yad ellerden eser zehirli yeller
Şehla bakışlı ceylanlar firar etti
Kana bulanınca işlemeli mendiller
Sevgiyi kurşunluyor, silahlı eller
Teslim olmuş akıl, zampara ütopyalara

OLACAK ELBET GÜLİSTAN
Ezan sesi arıyor, viran mabetler
Aynı sevdalarda buluşmak için
Yan yana erişmek için
Susması için aykırı müziklerin
Kapanması için küfreden ağızların
Sarhoşların ayılması
Kahbelerin ayrılması için
Kudurmuş kan içicilerin..
Ezan süresince "insan" olması için
Karanlığına gömülmesi için Hac'ın
Kimliğini hatırlaması için piçin
...........

Ağlayan kınalı kekliklere
Ebabiller yardıma gelir mi bilmem
Gönül bağını kurar mı bilemem

Fakat…
Sana diyorlardı, mazlum
Gelen gün, zalime hüsran
Gönülden gönle akan

Şefkat,  merhamet çağlayan
Işık hızında evreni saran
Sensin medeniyet kuran insan
İnşa edebilecek sadece sen
Sende, kaynak sende irfan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…

….
 Ne düşler, ne hayaller görürüm
Şu denize dalıp dalıp bakanda

 Hayal değil gerçekleri görürüm
Şu kaleye gelip, burca çıkanda

Gülistana erersin, bunu  umarım
Karanlıklar gidip güneş açınca

Zira..
Medeniyet ışığı; hep  doğudan doğar
Yüz yıları esir alan Batı karanlığını yırtar
Devran, dönmek üzere
Dünya döner de
 Medeniyet meşalesi sabit mi sanırsın?
Muştusu bugün, zevali yakın
Çöküyor batılın gücü
Biz görmeyiz, amma
Habercilerin çığlığına bak
Tan ağırmakta
Sizler göreceksiniz, “gül vaktini”
Zaman,mekan  çekiyor sizi
Varacaksınız gülistana…
Boşa değil “bahar” temizliği,
Boşa değil batıdaki boğaz sıkıntısı
….
Yeşerecek bağlar, bostan
Olacak elbet gülistan
Dikiliyor fidan…



BORAN İLE VEDA
Kalenin saklı ruhundan
Boran ile birlikte ayrıldık.
Vatan yapan ataya
Binler dua gönderip
 Sırrımız da kalan hadiseleri..
……… rahmete uğurladık
...............

hazın hazın bakıyorum eski hatıralara..
Derdimi döküyorum kara satırlara
Kimse bakmıyor ortak hatırlara
Şahidim  ağlayan bulut, sağanak  rahmet?
Can verir, karalar bağlayan dağlara

………….
 Ey şura da, bura da gezen şaşkın kişi!
 Şu karşı ki dağlara çıkan
Ovalarında  tefekküre dalan,
Hale ağlayan ilk kişi sen değilsin!
Bu sular.
Bu çiçekler..
 ne insanlar gördü bilsen,
Kendini ilah zanneden Nemrutlar..
Sağnak sağnak rahmet olan
Peygamberler,
Davutlar
Nice evliya,
  Şanlı  gezgin,  Çelebiler
Gziler,
 Şehitler
Sultalar sultanı Süleymanlar
Nice hal adamları,
 edep timsalleri akıp gittiler
Kimileri de senin gibi, bön bön  bakıp gittiler
Kimi  “Içkın” deyip, kimi “rebez” peşinde koşup gittiler
………

Kim sordu kim dinledi
Bu surlar, ne surdu?
Burası gaziler, şehitler yurdu.

Şu şehir, yüz binlik kurban
Medeniyet, ne var ise yanan
Burası emperyal hayallerin son bulduğu
Burası Moskofa kılıcın çekildiği
Ermeni’nin her şeyi yaktığı yerdir
Burası Sultanlar Şahı Süleyman'ın emaneti
Alpaslan'ın otağ kurduğu yerdir
Burası Hac’ın karanlığını Hilal’in yırttığı yerdir.
Burası gazilerin gezdiği, şehitlerin yattığı yerdir.

Burası batı ve batıl akılsızlığının kör ettiği
Medeniyet güneşinin aydınlattığı yerdir


“NÖBETÇİ“
 YA DA
 ALEM-I  “ İSLAMI’N MEZAR TAŞI”


 Kaleden bakınca , tam karşıda..
Ecdat yadigarı Akköprü’nün “ak”lığına inat,Toprak Kale’nin karalığına  bürünmüş..
Güneş doğarken başını kaldıran Van şehrinin tam karşısına gelen..
Adeta..
“Allah, seni yanlış yarattı” diye “Hak”ka bühtan eden “
Kürdün alnına yazılan
“Ne mutlu türküm” denen milleti bölen
Tahrik , tahrikten öte ihaneti gördüm ..
Bölücülere zemin oluşturan , koz veren  “insanı” değil kör kavmiyeti öne alan “zulüm devri”
İmaları..
MİNARE
Yıl 1979..


0 Gelir Bana şirinde ;

“Kalenin ucunda bir yırtık bayrak,
Parçalanan benim yüreğim, değil bayrak..
Kara bulutlar dolaşır vatan sathında
Vadi derin, güneş ufuk sırtında
Sanki Hoşap suyu kıvranır bana
Ben giderim, o gelir bana
Ötelerden yük taşır gelecek zamana
Vatan satanlar kelepçe bana
Çünkü dünya riyakardan yana
           “

 Diye haykırdığımız zaman diliminde…
Yüksekova’dan “kelepçeli” gelip, üç gün zindanda yattık.
Ertesi gün Komando Gurup Komutanın ifadesiyle , “Yaslı gittik, şen geldik”

Akdamar adasını ziyaret etmiş. 
 Kainata akşamın şalı örtülmek üzere. 
Bir ezan yükseliyor; dünyaya , arşa.. 
Dinliyor ve o günkü duygularımızı Ezan şirinde kaydetmişiz.
. İşte  o kayıtan bir bölümde 
" Bir akşam ezanı Gevaş  önünden.. 
Ya  Rabbi.. O ne haz, o ne lezzet aman..! 
Sanki çıkıyor Habeş-iBilal Hançeresinden 
Kainat susmuş; geliyor Resul Mescidi'nden 
Kara, su, hava,  ne varsa olmuş; bir 
Her şey tesbihte, Allah, bir.." 
demişiz. 

Ve Van’ı geziyoruz
 Kale’ye çıktık..,
Kat kat kale.
 Tamam zemine iniyoruz diyorsunuz, kendinizi bir başka dehlizin damında buluyorsunuz.,


Rus işgalinde hançerlenerek yaralanan VAN..
  Rus ve diğer Haçlı istilacılara kiralık katil olarak tutulup, 
Anadolu'yu boğmak isteyen  Ermenilerce kadın, çoluk çocuk demeden ev bark ne var ise. Cami, mabet tüm kültürel varlıklar yakılmış.
Şimdi görünen manzara, yakılan bir medeniyetin izleri..
Yıkık camiler, hanlar hamamlar.. Şerefeleri kopuk, camisi yerle yeksan edilmiş minareler.
Sivil mimariye ait bir şey kalmamış… Ne var ise Ermenilerce tamamen yakılmış.

Kalede güneye bakan yamaçta bir kaya kütlesi.
 Kayada   “Urartulardan kalma “ermeni” eseri denen yazılar mevcut. Eski eserleri koruma adına “demir kafes ”içine alınarak muhafaza edilmiş,
Fakat..
Kalenin önündeki Türk –İslam kültürüne ait eserler mahzun.
İlgi yok. Tabiatın insafına bırakılmış.
Kalenin zirvesinde bir minare..
Ermeni zalimlerince  yakılan  Van şehrinin, "Şahidiyim" diye direnerek 
ayakta kalmaya çalışan ecdat yadigarlarına ilgisizliği görmüş, .. 
Van Kalas’ında  tıpkı o günkü şartlarda ülkemin  durumunu ortaya koyan; 
 camisi yakılıp, şerefesi yıkılmış, kaidesi  oyulmuş minarenin mahzun haline inat  bir kayada ki Ermenilerden kalma " bir  kaç harfi" korumaya alarak gösterilen alakaya da üzülmüştük. 
Ancak  Gevaş ‘da okunan ezana ve  “alem-i İslam’ın mezar taşı “denecek kaledeki  yakın tarihi yad eden ve geleceğe taşıdığı mesaja  inat, cemaati olmamasına rağmen Akdamar'da  "çan çalınacağı" aklımıza  gelmesi şöyle dursun, hayal ufuklarımızda  dolaşması mümkün değil idi 
Evet O minare ..
Çevresindeki cami ve küllüye dahil her şey, yakılıp, yakılmış.
Tek başına “nöbetteyim” der gibi hala ayakta.
Ancak..
Şerefesi dâhil yarısı yıkılmış ve böğrü deşilmiş, kalınca bir minare.
Evliya Çelebi şahidi, Sultan Süleyman  emaneti,  bu minare, bana her yerinden saldırıya uğramış, gençleri sokaklarda bir hiç uğruna öldürülüp heba edilen ülkeme benzer geldi.
Sanki halin tercümanı gibi. İçerden dışardan saldırıya uğramış ülkemin, milli değerlere kıymet vermeyen yetkililerin umursamazlığı, milletin öz değerlerine sahip olmasına rağmen bunu  aktive edememesi halinin timsali..
Ve şu haliyle bile istikbale ümit veriyor.
Buradayım ve
 “NÖBETTEYİM ..”
Ayaktayım der gibi
Yıkılmak üzere ama  milletin kendine geleceği, yeniden medeniyet inşa edeceği günü görmek için direniyor.
Yeniden gülistana ermek için direniyor..
Bu minare bana bu duyguları ve  onun  tabiatın haşin tavrına milletin  içinde bulunduğu hale, yetkililerin umursamazlığına karşı  direnişi umudu  da verdi.
“Nöbetçi “  ya da “alem-i   Islam in mezartaşı”


Yakan bağrımı, delen kalbimi
 Kaledeki hüzünlü minare
Memleketime benzerdi..
Haykırıyor;
Sarmış sağı solu
Daralmış ihanet çemberi

...........

Manzara bu.
 Hal, acı.
Fakat..
Umut..
Demiri eritecek Hz. Davud gerek
Tebriz’e yol açacak Süleyman han gerek
Gel kardeş, Horhordan içek
Haydi, sırra erek
Anlayana neler neler verecek
…Kaleye  girek
……

Bu gün bir başkadır,   gül kokan dağlar
Sümbül, solgun, analar zarda,  bülbüller ağlar


Kuzular katlediliyor, silamın koynunda
Nefret  ateşleri yanıyor  babaların bağrında

.................
Afyon içirmişler bizlere, sarhoş gideriz
Bu gafletten uyuyanmadan batağa gideriz

Kurtuluş vardır elbet hep söyler dururuz
Ümidimiz  var.. Sevdamıza ereriz
Ne ki, derdin dermanı Yar’a yöneliriz
…….
Temizler mi, van gölünün sodası?
Tek müşterek ses, tevhit sedası
...................
İşte Tebriz caddesi, Süleyman gerek
Süleyman yok.. Kim gidecek
Birliği tesis için, Selahattin Eyubi gerek

Ötüyor Erek dağında kelikler
Dağlar kan çağlarken onu
Kim dinleyecek
İnlere yuvalanan hainleri çıkaracak
Kılıçaslan gelecek
Şu kalenin her yerinde  ne sırlar gizli
Dağların sır vermez, adetten belli
Hali okuyan,anlayan gerek

Duyacak, anlayacak feryadım benim

“Yüz üstü” sürünme, “ayaya kalk”, gün senin
Artık gülme sırasıdır Dicle Fıratın
…….
Anlatıyor dokuzyüz onbeşin kara gününü
İki Nisan dokuzyüz onsekizi dününü

UÇUN 
"Nice Ateşler Gülistan Olur"
 akıl başa gelince
Ders çıkarılır, ibret alınır da
nice şerler hayr olur

Ya Rab, bize halis niyet, akıl ver
"Her kışın bir baharı,
 her gecenin  bir aydınlığı var

Sanki

 Yıkılmış ve yakılmış mamureler
, “Alem-i İslam'ın mezar taşı”,
İnsan olanın sızlar bağrı başı

Yıkık minaresi, mabedin bize zül gelir
İnsafı imanı olana türlü türlü hal gelir
Verdiğimiz selama, nice sedalar gelir
……………

Medeniyet için kazmayı vurmuş buraya
İlk gelen tapluluk, mühür basmış Anadolu’ya
…………………
Bildiğimin kimini açıkça yazdım
Kimi sırları, hecelere kazdım

………………
Güneşin terk etmeye kıyamadığı şehir
Nice çileler çekti,  gördü nice kahır
Doğacaktır, alemin beklediği tan, zahir

Bekler mi Tilki tepeyi  mekan tutan  bir mahir

Bir mahpus gecede, tilki uykusunda
Düşündüğüm hülyalar,  gördüğüm rüya
Kim bile, kim anlaya kim duya
Karalara sır, yazdım kağıt yerine suya
……
Bentler yıkılır sular aslına gider

Medeniyet kuran, yine inşa eder
……………..

Şamran Suyu'nu taşır yalaklar
Horhoru’ ne bilsin yalaklar

Sade şamran değil
Akardı zalimlerin akıttığı insan kanı
Kendini ilah bilenler, alırdı mazlum ahı
……
Van kalesi anlatıyor, dinliyoruz
O gün bu gün mazlumlarla inliyoruz.

………………………….
İnliyoruz, şu çimlerin kapladığı hayat dolu şehre bakıp
Ne var ise yok etmişler toptan yakıp
Çizgi çizgi sokaklar, yol yol cadeler
Viran olmuş yapılar,  boynu vurulmuş, yanı yıkık minareler
Unutturulmuş, hafızalar silinmiş
Fakat hadise her şeye sinmiş
Kazınmış yangın, külleri her yere binmiş
Katliamki.Anlatmak zor.
Deri kaşınıp, yaradan öte kansere dönmüş

Moskof seyretmiş, İngiliz cesaretledirmiş,ermeni emmiş

Mezalim ne, soykırım olmuş
İnsanla doymamışlar kan içiciler
Ev , han , hamam, camii ne varsa  yanmış..

……………

UMARMIYDIN
Sanki Akif,  Kırımlı Müslüman ağzından  Hilafet başkenti İstanbul’u değil de  yakılan Vanı’ ve şimdiki manzarayı, bana  anlatıyor…

"Umarmıydın ki; mabedler, ibadetlerden yoksun olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesli meyusun

Umarmıydın, cemaat bekleyip durdukça minberler
Dikilmiş dört direk görsün serilmiş bir yığın mermer

Umarmıydın; tavanlar yerde yatsın rahneden bitap
Eşiklerde yosun tutsun örümcek bağlasın mihrap

Umarmıydın; o taşta devrilen, bünyan-ı mersusun
Şu viran kubbelerden böyle son feryadı dem tutsun"

//////////////////////////////////////////////////////////////
Zulmet sardı dağları
Denizi, ovaları…
Halimize ervah ağladı
Rahmet olup, düştü Van'a


İstedik kaleye varalım
Ervah ile hem hal olalım
Ne olmuş, anlayalım bilelim
..........
Hakanı yok
çadır yırtık
Lime etek
Otağın direği gitmiş
.............

AĞLAYAN GÜZEL GÖRDÜM


Ağlayan bir güzel gördüm
kalbi temiz, ruhu pak
İman abidesi nineler

Yüreği kara, kalbi yara
Millet birliğine
Millete ters adamlar gördüm

gönlü aşkında, 23 yaşında
Devrin Şah Abbas'ına kul
Zulme esir,
hiç laf etmiyor tesir
Gönlü yaralı
Bahtı karalı bir güzel gördüm

Erciş’te aşkına ağlar bir Selvihan gördüm
Cehalete esir, kadere boyun eğer buldum
"Buralar böyle", bu iş  “zulüm se zulüm
Elimizden bi şey gelmiyor” diyen çaresizler gördüm

Atom hızında buluşmaya göz kapatıp
Seveni "töreye" kurban edenler gördüm
Aşkına yanıp kavrulanlar gördüm
“Kader!...” diye zulme boyun eğenler gördüm

Van denizi durgun, yorgun mu bilmem?
Mehtabı solgun, hasta mı bilmem?
Saf ve mahsun,  aşkın yası mu bilmem?
Sanki Süphan,  başında siyah tül gördüm.

.............


SELVİHAN GİBİ
Gülüstan olur mu gönül
Şah abbasın yaptığı gibi

Selvihan misali, Emrah'tan uzak
İdeoloji tertemiz sevgiye tuzak
............

EMRAH’I  ANMAK VARMIŞ

Bir garip yiğit
Atom hızında sevgiyi seçip
çok masraf edip
Kaftan kafı aşıp,
Bulutlar üstünden uçup
Kader. Ercişin suyunu içip
Emrah'ı anmak varmış
………………..

SEVGİ DAĞLAR, ,ENGELLER DİZİ DİZİ

Atom hızında coşan sevgiyi
Kesecek ilaç mı vardı?..
Araya “APO “ denen zalim girdi

Bulamadık kılavuzu bir izi
Esnafı, imamı şeyhi götüremedi bizi

Sevgi dağlar, ,engeller dizi dizi
Laf kar etmiyor,  dinlemiyor sizi

Aslında seviyor, düşünüyor, kızı
Sevgiye engel,  içinde büyük sızı

Apo Akın diyor; “Nasip , kader imiş”
Her şey tamam, onayı “örgüt”  vermiş



TURNALAR UÇUN

Turnalar uçun
Kaleden geçin

Horhor'dan için
Selam edin turnalar

Varın anlatın
Ahlat'a konun
Malazgirt’e ulaşın
Ilara halleşin
ah edin halimize turnalar

.............

Bileğinde kelepçe, başı dik geçip gittiğim
Günü gün etmek varken zindanında yattığım
Denize benzer çalkantı bitsin diye sabır etiğim
 Zulümlere baş koyan bir  ziyaretçin  var

Bu ellerde geçti benim gençlik günlerim
O demleri anar, bugüne de yanar inlerim.
Dertlerim destan kendim okur dinlerim
İçimde halime ahu zar eden bülbül var.

Uçun turnalar, uçun burada sefa yok;
Kan çağlıyor dağlar, nefes için hava yok;
Çığlığıma cevap verecek yürek yok
Bu yangın yerinde, donmuş yürek var

Evreni uçuracak uranyumu tutan

Dünyayı temizleyecek sodaya kapan
İnci kefallere mesken, kaleler yıkan
Devinince saraylar dibine çeken şu deniz var

Uçtum kuşlar gibi gezdiğim yere;
Her dem dağlarında mor sümbül olur
Cehennemler içinde bir serin dere
Dikenler içinde açan taze gül olur



Divanesin kederin başından aşkın,
Dertlerin dağlar gibi başından aşkın
 Şu Van Denizi gibi daima taşkın,
 Millet için her an  çarpan   bir gönül var..



GÜLİSTAN
Gülistanı göreydim, ne olurdu?
Eşkıyaya susan, sinen Van
Ben ah edeyim sen yan
Kale viran, mescitler yıkılmış viran


Toprakkale’de âleme yayılan
Kara (hava)  yasta
 Ancak beraberiz, her savaşta

Kol geziyordu anarşinin, tozu dumanı
Şimdi eşkıya hâkim olmuş
Yok ki insaf,  imanı
Zalim zihniyet dinlemiyor,  âmânı

Besleniyorlar kandan kinden
Kurtuluş sedası "Tekbir"  ikliminden


Zalim, alnına asmış kara yafta
Beraberiz beş vakit aynı safta
Eşkıya intikam der,  kan içer
Analar ağlatıp, fidanlar biçer

İslam için yanan can
İşte ispatı kale ve şehir
Eşkıyaya, susan kanan Van
Başında karabulut, içtiği zehir

İstikbal senin, dursun bu kan
Yakılan yerle yeksan edilen Van
İster yürü, ister eşkıyaya kan
Bahtın açık, bahtını yad ellerde san

Dün bu gün
Gülistan iken
Belli değil mi ?
Bağrına hançer çeken

İnsanı bırak, kültürü kül eylemiş
Söylediği açık,
...... Kalede gör.
.......  Ne söylemiş
Düş güzel olsa da hakikat çıplak
Yanmadık ne insan kalmış, ne toprak
Dile gelip anlatsa otla yaprak
……


HİLAL’E SEVDA
Kim ki şu Hilal’e sevdalıdır
Yanıktır yüreği, kalbi kırıktır

Güzü güler ama bağrı yanıktır
Derdinden erir, esas kıymettir

Ötelerden yanık yanık ses gelir
Ruhu saran mesaj gelir, söz gelir

Hazırsan ser vermeye Hilal uğruna
Acılara direnç, sıkıntılar hoş gelir
//////////////////////

"KALKIN TURNAM"



Emrah der ki:;

"Kalkın turnam Van'dan çekilin
Erdişin gölüne kanat dökülün
Malazgirt beylerinden sakının
Bingöl yaylasına varın turnalar"





Divane der:



"Kalkın turnam kalkın  Van'a koşuşun
Kan ağlıyor Erciş, acısına  yetişin
"Haç"lı tuzağı "ırkçı" beladan sakının
Yara açma.. Sarmaya  gidin  turnalar

Turnam; yaram ağır, kanar yüreğim
Umudum Anadolu; gözüm kulağım
Katar katar  Van semalarında bulayım
 Erciş'in gölünden tezden  için  turnalar

Emrah gibi ahuzar edenlerim var
Yunus gibi  giden fidanlarım  var
Çabuk olun el atılacak canlar var
Yaram  ağır, imdada koşun turnalar

Kafa, beden, her yer  hercümerç
İnsan kardeşinden geçer mi hiç?
Koparılıyor elim ayağım, oldu felç
Birlik harcı için koşun turnalar

Sınır ne ki?.. Derler "insan", adıma
Hangi milletten olsa erkek kadına
Yürekleri buluşturup gelin yardıma
Bu gün Van denizi el ediyor turnalar

Uçun uçun akın akın katar katar
Bilsen ki bu diyarda  kimler yatar
Canana can satan Hak dostları var
Kalp, gönül bir. Kanat çırpın turnalar

Hazırdır  daim Allah'a açılan eller
Hazırdır  insanlığa çarpan kalpler
Hazırdır anlamasa da kimi kelpler
Hazırlan yükünüz  tamam turnalar


.................................

Gün bu gün. Süphan mahsun, seni bekler
Uludağ,  Cilo, Erciyes'den uçup da  gel

Van ovası çökmüş, derdine dert ekler
Ergene,  Çukurova, Menderes'den  gel

Geçitlere çoktan  pusu kurmuş hainler
Kop,Ilgaz,  Zigana'dan  geçip de  gel

Dert akıyor dereler, kan çağlıyor ırmaklar
Sakarya, Kızılırmak, Fırattan içip de gel

Bölmek için dışardan kurulmuş tuzaklar
Akıllar baştan ırak, aklını başına al da gel



                            26 Ekim 2011
                      Ahi Mesut - Alsancak

NOT: Bize zaman zaman yol veren ERCİŞLİ EMRAH'a rahmetler ola

TEFRİKA



Bir  vatan  tefrika çıksa
Gör başına neler gelir
Evlatlar toprağa  düşer
Analar feryada  gelir

Kal'amdan çekilmiş  başlar
Gözümden akıttım yaşlar
"Yuvasın terk eden kuşlar
Yuvam diyer döner gelir "

Emrah diyer servi boyun
Farkı nedir ki soyun
"Sürüden ayrılan koyun
Kuzum diyer meler gelir "
  

.............////////////////////////...........
YOLLARA YOLLARA

"Tutam yar elinden tutam
Çıkam dağlara dağlara"
Oldum  "bir yareli bülbül"
"İnem bağlara bağlara "

"Birin bilir binin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz"
"Sevdam" birdir desem
Düşer dillere dillere

Divane,  "der ki bu günümdür
Arşa çıkan tütünümdür"
Barişa varacak  "günümdür"
Düşdüm "yollara yollara"


................////////////////////................

FERMANIMIZ  VAR

Çağların ötesine  amanımız var
"Pir elinden bile badeler içtik"
Vatan için  "ahdu peymanımız var"

"O yâr benim külli elde varımdır
Namusumdur, gayretimdir, arımdır"
Alem bilir;  Hilal;  benim yârımdır
Bizim Hz. Allah'tan  fermanımız var

Kaygıda  bir,  kargaşadan  beri
Ölümden pervasız dönmeyiz geri
Gönülden  sevdikçe al - yıldızlı Hilal'i
Bizim her zamanda  seyrânımız var


Bize Divane derler, Çodaroğlu  torunu
"Namertler içinde yiğit oyunlu"
Eşkiyaya karşı  "erkek boyunlu"
Hainlere   ezel ervahtan fermanımız var
Biz İslamız.. İslam'dan "dermanımız var!"


..............///////////////////////////................
ALDI  GİTTİ


Yüzbin zahmet ile  Vatan eyledim
Yaramı sarmadan el  hançer vurdu
"Ağlar gözyaşımı Ceyhun eyledim
Çalkandı dünyayı sel aldı gitti"


Yüzbin dert çekmişim, bin dahi gerek
Çok ömür ister ki bir dahi görek"
Aramıza  tefrika soktu "o zalim felek"
"Hoyrat dost bağından gül aldı gitti"


Sevenlere  kem haberim geliyor
Dostlar ağlar, düşman gülüyor
Derlerki  kardeş kardeşe duruyor
Kimi kazma, kimi bel aldı gitti

..........////////////...................

ÇAĞIR ALLAH'I

Emrah diyor:
"Her nereye  varırsan çağır Allah'ı
Seni darda koymaz vallah bilahi
Selvihana haber verin Emrahı
Deyin yitik kulun bulundu dostlar"

 Divane der:

Her nereye vardım, çağırdım Allah'ı
Kimseyi darda koymaz vallah billahi
Haberdar edin; milleti, bütün ervahı 
Deyin; "Divanesi  Erciş'de", dostlar

//////////////////////


GİTMİŞ


Ağalar; ben yeniden geldim
Geldim de yandı  yüreğim 
Sılamı  kor içinde  gördüm
Eyvah otuz yılım boşa  gitmiş 

İçmiştim ezelden şarab 
Yine kavuşturdun  Ya Rab
Aşkımı yazmıştım kitap
Okuyup, anlayanım gitmiş

Barışa  hasretim burdan
Ruhlar uçup  kaldı beden
Pek ziyade oldu efganım
Gönülden çalayanım  gitmiş

Kimi suskun,kimi kör.kimi sağır
Gözyaşım umman, derdim ağır
Kime ağla.. Kime koş.. Kimi çağır
 Kin tohumu  pek yaman bitmiş

Şehitlerim var  dizi dizi
Öldürülenlerin  hepsi kuzu
Saldıran çakal kunduzu
Zapteden  başlar gitmiş


Van kalesi oda oda
Attılar sönmez oda
Deniz dolusu soda
İsinde hara gitmiş

Bir daha gelemem il'e
Mailim ben  bu yere 
Barışa sevdalı dile   
Türkü söyleyenim gitmiş

Gezdim, aradım sağı solu
Söylenmiyor Hak'ın yolu
Tevhide çağıran sancağı
Bağrına basanım gitmiş



Yen yeni "ate"ist türedi
Zehir saçan virüs üredi
Birleştiren Türk'ü Kür'dü
Hilal'e kubanlar  gitmiş

Bir daha düşmeyelim zara
Kuzum, seni vermem ele
Al - beyaz  üstüne sade
Kuşanıp tozanım gitmiş 

İstemem  başka bahçeyi bağı
 Bade diye İçirdiler  halka ağı 
"Beyaz fese" yeşil  bağı
"Bağlayıp gezenim gitmiş  "

Coğrafyanın başı, Anadalu
Memleketin  gözü kulağı
Ha burası kolu bacağı
Selahattin'e otağ kuran gitmiş


..............

İşte mescitleri barışa  açılan kapı
Kümbeti, kal'ası bin yıllık tarihe tapu
Neler haykırıyor şu mezar taşı
Anlayan..Okuyup, yazanım gitmiş

 Geceler boyu gördüm düşümde
İşte gerçek  duruyor karşımda
Duman duman bulut başımda
Rahmeti getiren rüzgarım gtmiş

Ne etmişse ona ataistler etmiş
Marks'tan  irinli memeyi emmiş
Kawa, Rızgari'den zehir yutmuş 
Alnından  Muhammed-i  nur gitmiş

Gözyaşı umman olmuş ahuzarda bülbül
Sar sinene. Yaram ağır, tezden  ilaç sal
Derdimin dermanı Mekke'de açan gül
Derten anlayan bilgiye erenler gitmiş

Yüce dağlar.. Çağlayıp akan  sular
Gökmavisi  şu denize  pusu kurar
Yanıgını  södürür mü, Cilodaki kar..?
Kurt-kuzu birlikte gezenim gitmiş



Şu tefrikanın kurumu, kiri, izi
Temizler mi bunu Van Denizi
Kesin ayrılığa salan dilinizi
Kardeşlik dilini bilenler gitmiş



Kabe' şubesi mescit şu yapı
Varmı birlikte gidilecek kapı
Zehir içirerek yutururlar hapı
Gönle  kapı açanlar gitmiş

Ey Türkmen beyleri..! Aman ha aman
Asiye kızıp, tümüne  taan etmeyin
Şu torunlar; Alperenlerin Ensarlarının,
Hakalyakini, Aynelyakin bilenler gitmiş

Sevince ortak, tasana figan eden var
Gönlü kırık, kalbi yasta can canan var
Dost bağından sana  gül derenler  var
Müjdeler perdelenip, sitemler gitmiş

Peygamber remzi gül renkli
İnancın simgesi "Hilal" benekli
Al bayrak ki şühedanın  emaneti
Dalgalansın diye nice  canlar gitmiş


İlahi, bu dert..  Nedir bela?..
Geldim, yeniden  işte sana   
Yazmaya  kalem alayım  ele
Hey hat..! Dermanım gitmiş


Niğmet yüklü dağ,su, yeşil çayır 
Köy:boş, anbar ağıl.  Şaşkın; şehir..
Dertlere derman olanlar gitmiş

Şu halimize bakın  hele hele
Ağlar kalk girelim Hak yola
Bir daha  da kanmayın  ele
Tevhid'e çağıranlar  gitmiş



Vatan ateşte, yüreğim kor
Söndürür mü Cilo'da ki kar
Gözyaşım şu göl, sevdana yar
Gönülden aşıklar gitmiş

"Bu dünya böyle kalırsa
Küffardan öç alınmasa "
Va'de gelip, göz görmese
Salamı verecek   gitmiş 

Rahman, bu zulmü bitir
Yeter!. Rahmetini tez getir
Acı!.. Yüreği yüreğe yetir
Derdime ağlayan gitmiş

Şu Deniz'den  meltem  ese
Nemrud'un nesfesini kese
Süphan'dan  gelen sese
Kulak  verenlerin gitmiş


Eser elbet  kardeşlik yeli
Kan değil akınca barış seli
Karanlıklar gelmez geri
Eyvah ki ömrüm bitmiş.

Derler mi, buradan Emrah  gibi
Resul gülü süslerdi sinesini
Verir yaratılana Hak sevgisini
Hilal'e  Divane de  geçip gitmiş


                     20  Eylül  2011
                        Van  Kal'ası



NOT:  Bize zaman zaman yol veren ERCİŞLİ EMRAH'a rahmetler ola

///////////////////

SEN ANLAT EMRAH DEDE

Git, halini anlasa Emrah anlar
Sözü yetmez ise halk sazını dinler

Yüreği kırık, sinesi dağlıdır
Dediler; özden Hakk’a bağlıdır

Zalimi yerer, mazlumu över
Selvihan der de Hak için ağlar

Hakka gönülden bağlıdır özü
Ana değil asırlara ses verir sözü

Emrah, sabır eder gönlü ganidir
Mazlum kaybetmez, Allah; kadirdir

Yorgundur yüreği, ayağı sefildir
Kendi kanmaz, başkasına sebildir

Giydiği kumaş, yediği ballı yağlıdır
Bakmayın;  yağı; zehir.. Balı; ağudur

Hacı Bektaş’tan haber geçer
Pir Sultan’dan name söyler

Yunus,  Mevlana’dan aşk içer,
Karacaoğlan’dan alıp ses verir

Ayrıkları ayıklar, çeşidi bir eder
Renkleri birleştirir, kilim eyler

Ana, güne değil, gönüle söyler
Dünde kalmaz asırlara ses verir

Müjde bekler taa İsfahan’dan Tiflis’ten
İnsaf umar; Şah Abbas,  Kuğu Bey’den

Mezarın hani, nerde sarayın taşın
Karalarda değil deryalarda arayın

Nefes yetmez de saz ile gel, eder
Ölür, ötelere sevdiği ile bir gider

Muradına eremez, yeryüzünde çar naçar
Kabrinde biri beyaz biri kırmızı gül, açar
Deki; bu bağlarda bir güzel inler
Mazluma set olanı, bekler zor günler

Şu Erciş’in bağında ahu zarım var
Sinesine ateş düşmüş, Selvinazın var

Selvinaz misali, salınıp gezinir
İçer zulümleri, Hakk’ı çağırır

Ercişin  çimeni çok  boldur yeşili
Kapanmıyor gönül  yarası, deşili

Divane; söz bilmez, dili dönmüyor
Sözü tesir etmiyor, sesi yetmiyor

Dağlar duymuyor, Angara’ya gitmiyor
Şah Abbaslar çok, zalimler bitmiyor

Sanma bu devran devam eder, ağalar
Mazlumun bir” ah”ına yıkılır dağlar

Bedeli ömür mü?..   Kara göz - hilal kaşın
Erciş, bu ah kalmaz yerde, kaybolur aşın

Süphan;  sen de seyret, yıkılır başın
Hak, mazlumdan yana zor olur işin

Deryalar kabarmış, volkan kaynamış
Muhkem kalelerin denizleri boylamış

Takdir o; inciler, kefaller de oynamış
Zalimler azıp, zulümlerde doymamış

Şah Abbas Bilir miydi? Binler zalim var
Devran hep aynı döner, zalime olur yar

Şu âlemin zalimi de mazlumu da bitmiyor
 Devran aynı kalsa da  plan  aynı gitmiyor
……
Bade sunsak, kimse zehir diye içmiyor
Avazım duyulmuyor,  sözüm geçmiyor

Sen çal - söyle; sazın – sözün dinlenir
Emrah,  yedi âlem beş kıtada adın ünlenir

………….

Emrah dede bu âlemde şah Abbaslar bitmez
Söylerim fakat değil angara şu dağlara gitmez

Şu dağlarda volkan volkan ateş parlıyor
Zalimler zevk alıp devamlı harlıyor

Sevgi çiçekleri değil otlar bitmiyor
Bülbül ötmüyor, gülü kokmuyor

..
Sözümüz o ki asırlara çağrıdır
Derdimiz bir, başımızda ağrıdır


Acı halkın,   milleti izliyoruz
Gündüzleri halkı dinliyoruz
Seherlerde âşıklarla inliyoruz
Derde derman var, biliyoruz
Halk uyanır mı bilmiyoruz

Selbinazım, Beyaz gülün nerde
Derdinden Kırmızı gül harda


………
Seherlerde yalvaran sen misin?
Halkın acılarını bilen sen misin?

Dağlardan esen yel misin
Coşup çağlayan sel misin
…………….
Kardeşlerim yad ellerde kaldı elim ermiyor
Zalimler kesti yolları, kervan varmıyor

Oğul - ana farklı toprakları boyluyor
Koyun kuzu ayrı diyarlarda meliyor

Arayanlar birbirini neden bulmuyor
Kardeş kardeşin namazını kılmıyor

Komşu komşunun yüzünü yumuyor
Para çok da karın niçin doymuyor
Atılan oklar hiç  hedefini bulmuyor..

Sınırlar düz çizgi, dörder köşeli
Ben bu derdin ateşine düşeli

Beyaz soldu,, Kırmızı gül kokmuyor
Belim bükük, Yâd ülkeler aman vermiyor

At bizimde neden eller yediyor
Gözüm kan yaş, dilim ah ediyor

Ta ezelden oldum senin aşıkın
Kim sahip olacak, benim yaşıkın

Ellere mi minnet edersin  a cananım
Yad ellerden umut beklemene yanarım
Yâd ya böler ya kendine alır, unutma
Koruyucusu kendin olursun unutma

Yıkma, bozulur, kırılır gönül kalesi
Divanenin çektiği şu ayrılık belası

Sabır et. Bakalım Hak, ne eyler
Sema, dağ, ova deniz ve yerler

Divane; uzatma, çok söz söyledin
Tüm kâinata bakıp tefekkür eyledin















////////////////////////////////////////////////////////////////////////








bu şiir..
1979 da 
Akdamar( Ahtamara) adasını ziyaret ettikten sonra  Akşam üzeri Gevaş  sahiline çıktık.
  Akdamar da  üç güzel ve sadece ben.
ve denizde yüzmek 
Acaba imkan müsait iken zinaya dalmamanın ikramı ile mi 
dir bilmiyorum..
Akşam, çok güzel ilahi bir davetle karşılaştık..

/////////////////////////////////////////






yazar Yaşar Kemal'in 
"TUĞ" dediği  Tatvan  iskelesinde  1979 yılının bir sabah  Van denizinde gün doğumunu seyretmek
Hakikaten ömre bedel..

ve   "Çığlık"da  yer verilen  "VAN da Van da Tatvan da " şiiri yazıldı 


//////////////////////////////////////////////////////////////////////////



O gelir bana

Kalenin ucunda bir yırtık bayrak,
Parçalanan benim yüreğim, değil bayrak..
Kara bulutlar dolaşır vatan sathında
Vadi derin, güneş ufuk sırtında
Sanki Hoşap suyu kıvranır bana
Ben giderim, o gelir bana
Ötelerden yük taşır gelecek zamana
Vatan satanlar kelepçe bana
Çünkü dünya riyakardan yana

1989- Van

https://www.antoloji.com/o-gelir-bana-siiri/?siralama=p

Hikayesi:

Yıl 1979, Hakkari Yüksekova'da görevliyim..

 Ancak, gerçekten insanlık değerlerinden uzak birilerine herkesin arkasından söylediğini ben yüzüne söyleyerek 'ş... 'dedim.. 

Şikayet ettiler.. 

Bu dava sürerken başka bir şey oldu..

Ona karşı çıktım. Bu defa 'emre itaatsizlikten ' şikâyet etiler. 

Ve hakkımızda tutuklama kararı çıkardılar. Tutuklanarak askeri mahkemeye gideceğiz.

 Mahkeme Van'da.. 

Beni Van'a götürün ise kendisine 'şerefsiz' dediğim için hakkımda şikayetçi olan kişi Haydar B... 

Yüksekova'dan Van'a giderken şimdi "Güzelsu" denilen "Hoşap "kalesinden geçilir. 

Kale derin hoş bir vadi içinde kartal yuvası gibidir.. 

Kalenin burcunda bayrak dalgalanıyor ancak, yırtık pırtık. 

Biz tutuklanmış hapse götürülüyoruz ama yüreğimiz Bayrağın yırtılmasına razı değil.. Bu şiir o sebeple yazılmıştı.

Meğer sonrada valilikten öğrendiğime göre; 

 Bayrağın yırtık olması ilgisizlikten değil, rüzgar çok küvetli estiği için kısa zamanda  parçalıyormuş..



















////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

 Necati Çavdar

Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu

 Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi 

1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı. 

- Esnaflık yaptı. - 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı. 

-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı.

.-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.

 -Basın Müşavirliği e-Milletvekili Danışmanlığı 

-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.

- Anadolu Basın Platformu kurucu ve sözcülüğü 


/////////////////////////////////////////////////////////


Araplar'ın gözüyle (2)

ERDAL ŞAFAK

Elbette her halkın, her ulusun tarihinde bahtının ak olduğu dönemler var, bahtının kara olduğu dönemler var. Elbette her halkın, her ulusun uzun ve dekadim tarihinde bahtının kara yazıldığı sayfaların bir bölümünde kendisinin, bir bölümünde de konjonktürel olarak düşman ilan ettiği ülkelerin imzası ya da ayak izleri var.
Şu sıralar Türkiye'nin geçmişini karıştırmakla, mıncıklamakla meşgul Fransa da bu genel kuralın dışında değil.
Hele onun tarihindeki kara sayfaların yüklüce bir bölümünün düşmanlarından çok kendisinin marifeti olduğu göz önüne alınırsa. 

***

Fransızlar için yakın tarihte yaşadıkları vahşetin en çok kalplerini sıkıştıranı, en çok vicdanlarında isyan kasırgaları estireni, hiç kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı'nın son demlerinde, Oradour- sur-Glane kasabasında Hitler ordularının yaptığı katliam olsa gerek.
10 Haziran 1944'te SS'ler genç-yaşlı, çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden 642 kişiyi kurşuna dizmişlerdi. Bir kişi, yaşlıca bir kadın kurtulabilmişti bu toplu infazdan. Komşularıyla birlikte kapatıldıkları kilisenin penceresinden atlayarak. Naziler öfkelerini alamamışlar, kasabayı bir baştan öbürüne yakıp yıkmışlardı.
Hitler işgalinin bu vahşeti bugün bile bir açık hava müzesi olarak korunuyor.
Ve de yıkılmış-yakılmış her evin önünde, o hanede yaşayanların öyküleri anlatılarak, anıları ve acıları her daim taze tutuluyor. Ne kadar güzel, ne kadar soylu, ne kadar vefalı bir yaklaşım...
Güzel de, ah bir de kendilerinin yakıpyıktıkları evlerin önünde, o hanelerin halklarının ne tarifsiz işkencelerle can verdiklerini bir dillendirseler Fransızlar; değil mi... 
                                                             ***

Araplar'ın gözüyle Fransız katliamlarını ve soykırımlarını anlatmaya devam edelim. Kaynağımız yine Cezayir basını.
Hemen belirtelim; Fransız sömürgeciliğinden çok çekmiş olan Kuzey Afrikalılar için Oradour-sur-Glane kasabasında, 642 kişinin hayatına mal olan Nazi katliamı bir ölçü oldu. Bir birim. Mukayese için bir çıkış noktası.
"Ermeni soykırımını inkâr yasası"nın Fransız Meclisi'nde iki-üç elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki milletvekilinin oylarıyla kabul edilmesi ve ona tepki olarak Başbakan Erdoğan'ın Fransa'nın Cezayir'deki katliamlarını gündeme getirmesi, dün de anlattığım gibi, Cezayir medyası ve kamuoyunda da müthiş yankılandı.
Günlerdir Cezayirliler tarihlerinin -Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika'nın suskunluğuna rağmen- unutturulmak istenen acılı sayfalarını karıştırıp duruyorlar.
Bazıları daha da ileri gidiyor, Fransa'nın Afrika kıtasındaki sömürge dönemini mıncıklıyor. Ve de neleri neleri yeniden su yüzüne çıkarıyor...
Bu netameli işle uğraşanların belki de başını "Le Quotidien d'Oran" gazetesi çekiyor. Bakın nasıl bir tablo çizdi Cezayir'in gerçekten en entelektüel gazetelerinin belki de başında gelen Oran'daki meslektaşımız: 
 Alman ordusunun Oradour-sur-Glane'daki katliamı: 642 ölü
 Fransız ordusunun Dahra'da 18 Haziran 1845'teki zehirli gaz katliamı: 1.5 Oradour
 Fransız ordusunun Shebas'ta 8 Ağustos 1845'te insanları diri diri gömmesi: 1 Oradour. 
 Fransız ordusunun 8 Mayıs 1945'te Setif'teki katliamı: 90 Oradour
 Fransız ordusunun 1947-1949'da Madagaskar'daki temizlik katliamı: 130 Oradour
 Fransız ordusunun Cezayir bağımsızlık savaşındaki katliamı: 2 bin Oradour
***

Bizim sahiplendiğimiz ama hemen tüm dillerde benzeriyle karşılaştığımız bir atasözü ya da özdeyiş var: "Sırça köşkte oturan sakın komşusunun evini taşlamaya kalkmasın..." Elbette konunun bir de Fransa cephesinden söz etmek, vicdanlı Fransızlar'ın hakkını teslim etmek, boynumuzun borcu olacak. 
"Fransızlar'ın gözüyle" Ermeni iddiaları ve çağrıştırdıkları da yılbaşından sonra bu köşede. Bekleyin. Beklerim
............................................:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::






































































kim nerde görmüş ise öyle bilir....... Necati Çavdar

  https://www.facebook.com/photo/?fbid=10155049048712700&set=a.10153847261797700 https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150497860737700&...