O zaman Yahudi de.
Şarkın şanlı hükümdarı Selahattin de Barış mimarı Osmanlı da yüzyıllarca HUZUR buldukları gibi.
Kimse kimseyi kandırmasın..
Müslüman içinde boş HAYAL..
Zira bizim , coğrafya da VATAN parçalarımızda Ay-yıldızlı bayrak, yani TÜRK ve HİLAL gitti. HUZUR BİTTİ..
İngilizler; Yahudi grupları kullanarak Birinci Dünya Savaşı’nda ABD ve Rusya’yı yanına çekmeye çalıştı.
İngilizleri Balfour Deklarasyonu’nu yayınlama konusunda ikna eden iki isim dikkat çekiciydi: Haim Weizmann ve N. Skolov. Bu iki isim, bölgede kurulacak Yahudi devletinin İngiltere’nin Orta Doğu çıkarları için de yararlı olacağı konusunda İngiliz yönetimini ikna etti. Bu arada Haim Weizman, 1949 yılında kuruluşunu ilan ettikten sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacaktı.
Balfour Deklarasyonu’nun ilan edilmesinin ardından 9 Aralık 1917 tarihinde İngilizler Kudüs‘ü işgal etti.
Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere Filistin’de toprak sözü veren İngilizler, Şerif Hüseyin’e de bölgede büyük bir Arap devleti kurulması konusunda da söz vermişti.
Bölgeyi İşgal eden Fransız ve İngilizler; 1923 de bir anlaşma yaparak Fransa'da kalan yere Suriye
//////////////////////////////////
Ürdün'ün yeşil renkli bir dinar banknotunda "Büyük Arap İsyanı" ve lideri Haşimi lideri Kral Hüseyin İbn Ali bulunuyor
''hristiyan, hristiyanlarla savaşıyor da müslümanlar neden müslümanlarla savaşmasın? istediğimiz tek şey; kendi dilimizde, arapça konuşan ve bizi huzur içinde yaşatacak bir hükümettir. türklerden nefret ediyoruz''
- şerif hüseyin
lawrance'ın anılarından.
.......
https://www.youtube.com/watch?v=EsOtl-LpXbM
..............................
https://www.youtube.com/watch?v=lPGiq4IyInI
.........................................
https://www.youtube.com/watch?v=u_sRzKmaKZM
...................................................................
Abdullah Uçar
Kudüs ve Osmanlı
http://www.merhabahaber.com/kudus-ve-osmanli-15371yy.htm
Üç Dinin Ortak Başkenti
Kudüs’ün İbranicedeki adı Yeruşalayim’dir. Batı dillerindeki adı da Jerusâlem’dir. Müslümanlar “bereket, mübârek” gibi mânâlara gelen Kudüs demişlerdir. Kur’an-ı Kerimde Mescid-i Aksâ diye geçen âyetten Kudüs ve havâlisi kastedilir.
Târihi MÖ 5. asra kadar gider. Birçok yıkımlara, istilâlara ve el değiştirmelere ma’rûz kalmıştır. Birçok peygamberin doğduğu ve ikamet ettiği bir şehirdir. Yahûdilerce Tanrı Yahova’nın ikamet ettiği ve kıyâmete kadar İsrail oğullarına başkent olarak verildiğine inanılır.
Yahûdiler ibâdet ve dualarında Kudüs’e dönmek mecburiyetindedirler. Hz. Îsâ bu şehirde doğup, dünyevi hayatı bu şehirde son bulduğu için, Hıristiyanlarca da kutsal şehir kabul edilir ve hac için buraya gelirler. Müslümanlar da ilk zamanlar Kudüs’e dönerek ibâdet etmişlerdir. Daha sonra Kâbe’ye dönmeleri emredilmiştir.
[1]
Kur’an’da Mescid-i Aksâ ve havâlisinin (Kudüs’ün) mübârek ve mükerrem bir yer olduğu, Hz. Peygamberin Miraç’a giderken burada namaz kıldığı bildirilir.
[2] Dolayısıyla üç büyük din tarafından da Kutsal bir şehir olduğu kabul edilir. Müslümanlar tarafından Mekke ve Medîne’den sonra üçüncü mübârek ve mümtaz şehirdir.
Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde Ebû Ubeyde b. Cerrah komutasındaki İslâm orduları Filistin’i fethetmiş, Kudüs’ü de muhâsara etmiştir. Şehrin patrik ve din adamları, şehri Halîfe Ömer’e teslim edeceklerini bildirmişler, M. 638 yılında Hz. Ömer’in gelmesiyle şehrin anahtarı teslim edilmiş, hiçbir zulüm ve katliam yapılmamış, kimsenin malına, canına bir zarar gelmemiştir.
Emevîler, Abbasiler, Fatımiler, Büyük Selçuklular döneminde Kudüs bir ilim ve irfan şehri olmuştur. Gayri Müslimler rahat ve huzur içinde yaşamışlardır.
Haçlıların Mezbahası Olan Kudüs
Haçlı orduları 15 Temmuz 1099 da Kudüs’ü kuşatıp, 461 yıl İslâm idâresinden sonra, Fatımî’lerin elinden almışlar, Hz. Ömer dönemindekinin aksine bütün Müslümanları, Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesi ile bütün Yahûdileri katletmişlerdir. Öldürülen bu insanların 70 bin civârında olduğu târihî rivâyetler arasındadır.
[3] Selahaddin Eyyubî’nin danışmanı Üsame İbni Münkız bu katliam hususunda şöyle demiştir:
“…Kudüs’te zulüm ile öldürülenlerin hikâyeleri, yeni doğmuş bebeğin saçlarını ağartır.”
2 Ekim 1187 de Selahaddin Eyyubî tekrar alıncaya kadar 88 yıl Kudüs Haçlıların elinde kalmıştır. Selahaddin Eyyubî fethinde de yine kıyım ve katliam olmamış, isteyen gayri Müslimler her şeylerini alıp şehri terk etmişler, dileyenler de kalmışlardır.
1516 yılına kadar Eyyubiler, Fatımiler, Memluklar… Elinde kalan Kudüs, bu târihte, Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık Meydan Muhârebesinde Memlukları yenmesiyle Osmanlının eline geçmiştir.
1917 yılına kadar 401 sene 3 ay, 6 gün Osmanlı idâresinde kalan ve birçok imar faaliyetleri gören, sosyal imkânlara kavuşan Kudüs, mezkûr târihte Osmanlı Ordusunun İngilizlere Kanal Savaşlarında yenilmesiyle elden çıkmıştır. Ne gariptir ki, zaman zaman Osmanlı aleyhine sözler söyleyen, Osmanlı Kudüs’ten çekilince ondan kalan izleri silip atan, kapılar üzerindeki Osmanlı tuğralarını bile kazıyan o sözde Arap aydınları, Osmanlının asırlarca elinde tutup savunduğu, Kudüs’ü 1948 savaşında ancak 31 saat ellerinde tutup müdafaa edebilmişlerdir.
[4]
Kudüs’ün Mâkus Tâlihi
1917’den 1948 yılına kadar İngilizlerin idâresinde kalan Filistin bölgesine birçok Yahûdi iskân edilmiştir. Bu esnada Araplarla Yahûdiler arasında birçok huzursuzluklar, isyanlar, arbedeler olmuş, 1948 yılında da Arap İsrail Savaşı vuku bulmuştur. Bu savaşta Kudüs ikiye bölünmüş, Batı Kudüs İsrail’in başşehri ilân edilmiştir. Doğu Kudüs Ürdün’de kalmıştır. İsrail 1980 de BM’in kınamalarına-boyamalarına! Aldırmadan Kudüs’ü İsrail’in ebedî başşehri ilân etmiştir.
Kudüs’ten başlamak üzere satın alma, el koyma, devletleştirme, zorla, baskıyla Arapların elinden gasp etme yöntemleriyle yarım asra varmadan İsrail Kudüs’ün tamamına sahip olmuştur. Bugün her türlü haklardan mahrum, korkutulmuş, sindirilmiş, hakları ve malları ellerinden alınmış çok az bir Arap nüfus barınmaktadır.
Kudüs en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşamıştır. Kutsal mekânlar hatırına Osmanlı Kudüs’e çok daha farklı davranmış, her tarafını vakıflar ve sosyal tesislerle donatmıştır. İsrailli târihçi Amy Singer bundan sitayişle bahsetmiş, özellikle Hürrem Sultanın yaptırdığı Vakıf ve müştemilâtıyla ilgili bilgi vermiş ve dünyaya duyurmuştur.
[5]
Her üç dinin mensupları da Kudüs’te, Batılı misyonerlerin insanları iğfal etmeye başladıkları 1850’li yıllara kadar eşitlik ve müsavat içinde yaşamışlardır. Osmanlıyı erkekçe-mertçe savaş meydanlarında yenemeyen Haçlılar, işi kalleşliğe döküp, Osmanlı içindeki azınlıkları çeşitli şekillerde iğfal etmeye, kandırmaya, isyan ve ihtilallara teşvik etmeye başlayınca her yerde olduğu gibi, Filistin ve Kudüs’te de huzursuzluklar başlamıştır.
1850’li yıllardan sonra, Yahûdilerin Arz-ı Mev’ud hususundaki emellerine yeşil ışık yakan ve Osmanlı içinde yaşayan Müslim ve Gayri Müslim azınlıkları, ırkçılık propagandaları ile ayağa kaldıran Haçlılar, özellikle İngilizler Ortadoğu’yu ve Balkanları cadı kazanına çevirmişler, Osmanlıyı kendi içindeki unsurlara yıktırma cihetine gitmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşına gelindiği günlerde bu propaganda hat safhaya ulaşmış, Almanlarla aynı blokta savaştığı için;
“Hıristiyan bir devletle ittifak eden, onun verdiği Demir Haç Madalyasını kalbinin üstünde taşıyan Halîfenin cihat çağrısına uymak gerekmez, bilakis uymak küfrü gerektirir”[6] gibi söylentilerle;
“Halîfelik Kureyş soyundan birinin hakkıdır.[7] Başka soy ve milletlerden birinin Halîfe olması câiz ve meşru değildir.[8] Osmanlı 400 senedir Hilâfet makamını gasp etmiştir ve Arap âlemini sömürmüştür…” gibi fetvalarla, onlara sağladığı basit menfaatlerle, idârecilerine yedirdikleri büyük rüşvetlerle câhil Arapların ekseriyetini Osmanlı aleyhine kıyam ettirmişler, hattâ Osmanlının İslâmiyet’i terk ettiğine, kıpkızıl kâfir olduklarına bile inandırmışlardır.
[9]
Hâlbuki Osmanlı hiçbir zaman Arap devletlerini sömürmemiş, bilakis onlara, o beldelerden topladığı vergilerden çok daha fazla yardım etmiştir. Osmanlının felsefesinde sömürme diye bir şey yoktur. Hattâ bazı târihçiler bu sebepten dolayı, “sömürme, kemirme” anlamına gelen İmparatorluk kelimesinin Osmanlı için kullanılmasını doğru bulmamaktadırlar. Eğer Osmanlı sömürgeci olsa, Batıdaki emperyalist devletler gibi zengin olur, kendi beldelerinin her tarafı âbâd olurdu. Bu nasıl sömürgeci bir devlet ki! güya sömürdüğü devletlerin başkentine, yani Şam’a, Kahire’ye, Atina’ya, Sofya’ya… Asfalt, elektrik, su ve kanalizasyon şebekesi gibi sosyal hizmetler… İstanbul’dan önce gelmiştir. İstanbul halkı onlardan yıllar sonra bu hizmetlerle müşerref olmuştur.
[10] Bu mantığa ters değil mi?
Mısırlı bir Arap aydını olan Fehmi Sınnavî Osmanlının katiyen bir sömürgeci olmadığını, Arap âleminin ve Arap gençlerinin bunu Batı propagandası neticesi söylediklerini, ama bu sözlerin çok büyük iftiralar olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:
“Osmanlı zamanında bütün Arabistan’a pasaportsuz gidebiliyorduk şimdi hangi devlete pasaportsuz gidiliyor? Arap zirveleri, İsrail’e ne kadar boyun eğileceğinin kararlaştırılması için toplanıyor.”[11]
Cezayir kurtuluş savaşının efsanevi lideri ve özgür Cezayir’in ilk cumhurbaşkanı
Ahmed b. Bella da şöyle diyor: “Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz? Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Cezayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlılar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Reisi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu bizler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kardeşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sâdece aramızdaki dinî bağın gerektirdiği dayanışma için geldi.”[12]
Yine Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın, o dönemde Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’e, Osmanlıyı övmesi ve İngilizlerin uyguladığı gibi bir Osmanlı milletler cemiyetinin kurulmasını teklif etmesi, asrımızda cereyan eden Siyonist-Haçlı ittifakı ve bu ittifakın faaliyetlerinin ne kadar tehlikeli olduğunun bilinmeye başladığını ve Osmanlının kadrinin kıymetinin daha iyi anlaşıldığını, biz reddi miras etsek de dünyanın Osmanlıyı aradığını göstermektedir.
[13]
- asrın başlarında, İngilizlerin menfi propaganda ve faaliyetlerine inanan, İngiliz altınlarına tamah edip onlar lehine, Osmanlı aleyhine çalışanlar,[14] Osmanlıya kalleşlik yapanlar, 400 yıl koruyuculuğunu yapan o kerim devlete ihânet edenler, hattâ Osmanlıyı arkadan vuranlar çıkmıştır.[15] Ama bunlar münferit hadiselerdir. “Araplar bizi arkadan vurduğu için biz Filistin cephesinde ve Kanal Seferlerinde yenildik”, gibi radikal sözler ve fikirler aslâ doğru değildir. Buda yine Haçlı-Siyonist ittifakının ve propagandasının bir neticesidir. Araplara bizi “sömürgeci ve müstevli” tanıtıp nefret ettirmişler, bize de “Araplar sizi arkadan vurdu” diyerek Araplardan tiksindirmişler, tabiî ki parsayı da kendileri kapmışlar ve hâlâ kapmaktadırlar.[16] Bunlara yani Türk-Arap düşmanlığını pompalayan sözlere aslâ inanmamak gerekir.
Bağdat-Basra bölgesinde o dönemde komutan olan daha sonra Türklerin eline esir düşen, bir seneye yakın Büyükada da tutulan İngiliz Tümgeneral Çharles V. F. Towshend, hatıralarında der ki;
“Öteden beri Arapların tâkip ettikleri yol, gâlip gelmek ihtimali olanları selâmlamaktan ibârettir. Zaten dünyada yolunda sabit kalmayan bir millet varsa oda Araplardır.”[17] Osmanlı ordusunun içindeki Arap asıllı paşaların bile İngiliz propagandası tesiri altında kaldıkları, olumsuz davranışlarda bulundukları, buna onları iğfal eden Albay Lavrens’in bile hayret ettiğini yazan eserler vardır.
[18] Daha başka misaller de vardır. Ama Hicazdan çekilişimizi yalnız bu ve benzeri söylentilere bağlamak en büyük hata olur.
Osmanlı sâdece onların kalleşliği neticesi yenilmiş değildir. Bazılarının yaptığı gibi, bunun vebâl ve sorumluğunu tamamen onlara yüklemek, her halde haksızlıkların en büyüğü olur. O zaman Balkanlarda 600 sene uşaklığımızı yapan Bulgarlara neye yenildik? Yunanlılara, Sırplara, bir avuç Arnavut’a… neye yenildik? Edirne’ye kadar onlar nasıl gelebildiler? Târihteki bu menfur oyuna hâlâ inanmakta ısrar etmeyelim.
“Bazı târihçilerin ‘Araplar Osmanlıyı arkadan vurdu’ demeleri hiçbir delile dayanmamaktadır. Şerif Hüseyin Paşa’nın emri altında toplanan birlikler; para gücüyle toplanmış bir tür lejyoner bedevilerdi. Bunlar Hicaz çöllerinde göçebe hayatı yaşayan, yağmacılık, hırsızlık ve talanla geçinen son derece câhil, dünyadan habersiz kimselerdi. Bunlar çarpıştıkları Osmanlı askerlerinin mahiyetinden bile habersizdiler. Aklı başında olan Araplardan şehir halkından kimse bu isyancılara katılmamıştır.”[19]
Yine bazı insaflı ve tarafsız târihçiler;
“Arap isyanı diye bir şey yoktur. Araplar O günkü İttihat ve Terakki idârecilerinin yaptıkları haksızlık ve zulümlere[20], Filistin Ordusu Komutanı olan Cemal Paşa’nın Roma’nın Sertapları (vâlileri) gibi, bir imparator edasıyla gaddar ve acımasız davranması, birçok Arap aydınını astırması, aşırı şiddet ve tahakküm uygulaması gibi sebeplere…”[21] İsyan etmişlerdir diye değerlendirenler vardır. Yinede insaflı adamlar ki; Memleketten sürüp çıkardığımız Pâdişahlarımızın ölülerini bile biz kabul etmez, ortada kalırken, onlar kabul etmişler, onların yardımı ile cenaze hacizden kurtarılıp, Şam’a, Medîne’ye götürülüp defnine imkân bulunmuştur.
Akif Merhumun bu husustaki değerlendirmesi ne kadar ibretlidir:
Türk Arap’sız yaşamaz. Kim ki “yaşar” der, delidir!
Arap’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir. [22]
Gerçekten bunun böyle olduğu, 01.01.2009, 07.08.2014 târihlerinde cereyan eden Gazze Savaşlarından sonra daha iyi anlaşılmıştır. Bütün dünya hattâ Arap devletleri bile bu İsrail’in bu soykırımlarını görmezden gelirken, bir tek devlet sesini yükseltmiş ve elinden geleni yapmıştır o da Türkiye’dir. Münferit veya küçük çaplı olumsuzluklar oldu ise de; Osmanlı ordusu Filistin’den çekilirken
“Bizi kimlere bırakıp ta gidiyorsunuz ey Osmanlılar!” diye ağlayan Araplar, Kudüs Surlarından Osmanlı bayrağı indirilirken:
“Biz bu bayrağın yokluğuna nasıl dayanacağız” diyerek ağlayan, feryat eden, gözyaşı döken, Türk asker ve subaylarının eline ayağına sarılıp nesi var, nesi yok onlara vermeye çalışan Araplar ve yetkililer de olmuştur.
[23] Lozan görüşmeleri esnasında TBMM kapılarında gece gündüz dolaşıp;
“Bizi İngiliz kurtlarının eline teslim etmeyin” diye Türk Milletine yalvaran Arap yetkililer de olmuştur.
[24]
Bunlar yan etkiler olabilir ama esas yenilgimizin sebebi Osmanlının her yönden zayıf olması ve ordumuzun içine politika mikrobunun girmesidir. O dönemlerde Türk ordusu içinde görev yapan Hans Guhr isimli Alman generali:
“Filistin’de İngilizlerin teknik imkânları, Osmanlınınkinden 40 misli daha fazla idi” der.
[25] Yine Ordumuz içinde görev yapan ve Hatıralarını yazan Alman Generallerden Von Kres, Son Haçlı Seferi (Kuma Gömülen İmparatorluk) isimli kitabında:
“Bizim memlekette hiçbir hayvan, Filistin savaşında bizim içtiğimiz suyu katiyen içmez”[26] der ve Osmanlı ordusunun yokluk, kıtlık ve imkânsızlıklar içinde kıvrandığını ve neticede yenildiğini yazar.
Osmanlı Ortadoğu İçin Nimetti
Araplar Osmanlının kıymetini İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu’ya yerleştikten sonra anlamışlar, şimdi Yahûdi ile yapılan savaşlardan, icra edilen insanlık dışı zulüm ve katliamlardan sonra daha da iyi anlamaktadırlar. Bunu Mülâzım Mehmed Sinan isimli hatıralarını yazan bir askerimiz yaşadıklarını ve gördüklerini bizzat anlatıyor ve Arapların Osmanlıdan sonra gelen İngiliz ve Fransızlardan hiç memnun olmadıklarını ve savaşın akabinde Osmanlıyı aradıklarını yazmaktadır.
[27] Bundan dolayıdır ki; bizim 401 sene kaldığımız o diyârlarda İngiliz ve Fransızlar 20 sene ancak kalabilmişler, ama fitne çıbanının başını da kanatıp, Yahûdi’yi getirip Filistin’e yerleştirmişler ondan sonra defolup gitmişlerdir.
Osmanlı askerleri Kudüs’ü muhâsara eden İngilizlere karşı savunmamış, yani şehrin içine çekilip savunma savaşı yapmamıştır. Sebebi de; Şimdi İsrail’in Gazze’ye yaptığı gibi binlerce top mermisi atılıp kutsal mâbetlerin ve târihî dokunun zarar görmemesi için. Osmanlı Kudüs’ten çekilirken İngilizler gelinceye kadar şehri Araplar yağma etmesinler diye bir artçı bölük bırakmış ve bu bölük esir olmuştur.
[28]
Bir Yahûdi yazar “Yahûdi Sözü” gazetesinde, İngilizlerin Kudüs’e girmeleri üzerine 18 Aralık 1917 de şöyle yazıyor:
“Türkler bu mukaddes şehri top ateşi altında bırakmamak için savaşsız terk edecek kadar yüksek bir anlayış sergilemişlerdir. Binaenaleyh İngilizlerin de şehri aynı şekilde muhâfaza etmeleri genetiğini istemek zorundayız. Çünkü İngilizler, Mısır ve Hindistan’da olduğu gibi, askerî idârelerini kurdukları ülkelerde eşkıya siyâseti tâkip ve tatbik ederler. Askerî idâreleri altına aldıkları bölgelerde kazı ve araştırmalarda bulunur, bulabildikleri bütün kıymetli ve nadide eserleri kendi müzelerine nakletmek cüretini gösterirler. Osmanlı devleti şu ana kadar İngilizlerin Filistin’de kazı yapmalarını engellemeye muvaffak olmuştur. Fakat mademki şimdi buraya İngilizler hâkimdir, bu hâkimiyetlerinden yukarıda belirttiğimiz tarzda istifade etmelerinden korkmaktayız. Bunun için dünyanın bütün Yahûdileri böyle bir hürmetsizliği protesto etmelidir.”[29] Hey büyük Osmanlı! Seni öldürenler bile hakkını teslim etmekten kendilerini alamıyorlar.
Osmanlının dünya siyâset sahnesinden çekilmesi dünyanın dengesini bozmuştur. Hâlâ o denge yerine gelememiştir. O târihten bugüne ne Balkanlarda, ne Kafkaslarda, ne Ortadoğu’da huzur ve saâdet görülmemiştir. Osmanlı mirasından bir lokma pay alanların da midesine durmuş, yaramamıştır. Temeli takva ile atılan o kerim devletin eksikliği her yerde hissedilmektedir. Bugün Haçlı ilim adamları bile onu örnek göstermektedirler. Bu bahse şöyle ibretli bir misalle son veriyorum:
1967 yılında Paris’te düzenlenen Yahûdi Kongresinin zabıtları arasında bulunan bir belgedeki kayıtlara göre bir delegenin:
“Evet bugün bağımsız bir devletimiz var ama mesut muyuz? Osmanlı devrindeki gibi huzurlu muyuz? Samimiyetle ve hepimizin içinden geçenleri dile getirdiğime inanarak söylüyorum ki hayır” diyerek bir gerçeği itiraf etmiştir.
[30]
[3]- Sâmiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları”, Damla Yay. İst. 1977, 2. Baskı, s. 59.
[4]- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 22, s. 30.
[5]- Halil İnalcık, “Târihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı”, İş Bankası Yay. İst. 2013, s. 221.
[6]- Cengiz Özakıncı, “Türkiye’nin Siyasi İntiharı”, Otopsi Yay. 13. bas. İst. 2007, s. 235.
[7]- İ. Hâmi Dânişmend, “Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu?”, Milli Ülkü Yay. Konya 1978, s.15.
[8]- Mehmed Niyazi, “Yemen Ah Yemen”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004,sayı 374, s. 6.
[9]- Selahattin Günay, a. g. e. s. 51.
[10]- A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-1” TDV Yay. Ankara 2004, s.196.
[11]- Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s. 226.
[12]- İbrahim Refik, “Ahmed b. Belâ”, Boğaziçi Notları 1, Albatros Yay. İst. 2001, s. 119.
[13]- Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s. 138.
[14]- Musa Anter, “Hatıralarım”, Yön yay. İst 1991, s. 86.
[15]- Çharles V. F. Towshend, “Irak Seferi ve Esaret”, Yeditepe yay. İst. 2007, s. 112.
[16]- İlhan Bardakçı, “Tuğraların Ağıtı”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2004, s. 89.
[17]- Çharles V. F. Towshend, “Irak Seferi ve Esaret”, Yeditepe yay. İst. 2007, s. 113.
[18]- Hans Guhr, a. g. e. s.135; İlhan Bardakçı, “İmparatorluğun Yağması”, s.234.
[19]- Burhan Bozgeyik, “Nasıl Yaşadılar”, Cihan Yay. İst. 2008, s. 93.
[20]- M. Ertuğrul Düzdağ,“Ali Ulvi Kurucu,Hatıralar-2”, s. 54.
[21]- Ali Fuad Erden,“Suriye Hatıraları”,İş Bank. Yay.İst. 2006, s.279-293.
[22]- Ö. Rıza Doğrul, Mehmed Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul, 1966, s. 206.
[23]- Selahattin Günay, a. g. e. s. 116. Arapların hepsinin asi ve Türk düşmanı olmadıklarının, Kanal seferi ve Filistin savaşlarında Türk ordusuna ne kadar yardım yaptıklarının, faydalı olduklarının bilinmesi için şu kitabın okunması gerekir. Ali Fuad Erden, “Suriye Hatıraları”, İş Bankası Yay. İst. 2006, s. 82.
[24]- Mustafa Armağan, “Târihimizle Hesaplaşma”, Profil Yay. İst. 2007, s. 9.
[25]- Hans Guhr, Çev.Eşref Özbilen,“Türklerle Omuz Omuza”,İş Bankası Yay.İst.2007, s.189,192.
[26]- Von Krees, a. g. e. s. 49.
[27]- Mülâzım Mehmed Sinan, “Harp Hatıralarım (Çanakkale-Irak-Kâfkas Cephesi)”, Vadi Yay. Ankara 2006, s. 140.
[28]- İbrahim Refik, “Tefekküre Yolculuk”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 163.
[29]- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s. 265.
[30]- Necati Özfatura, Yeşilay Dergisi, Ekim 1992, s. 21.
[30]- Michael Finkel, National Geoğraphiç Türkiye, Aralık 2007, s. 116.
.............................................................
http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt19/sayi2/329-344.pdf
İNGİLİZLERİN KUDÜS’Ü ELE GEÇİRMESİ ve GENERAL EDMUND H.H. ALLENBY’NİN KUDÜS’E TÖRENLE GİRİŞİ (9–11 ARALIK 1917) The Capture of Jerusalem by British and Official Entry of Edmund H.H. Allenby’s to Jerusalem (9-11 December 1917) İsmet ÜZEN Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Tokat ismetuzen@mynet.com Özet Türklerin başarısız iki Kanal Seferinden sonra İngilizler Sina Çölünü kontrol altına alarak Filistin’e dayanmıştı. Türkler Gazze-Birüssebi hattında savunmaya geçerek Mart ve Nisan 1917’deki 2 büyük İngiliz saldırısını püskürtmeyi başarmıştı. Ancak İngilizler olağanüstü insan, cephane ve malzeme yardımı alarak bu hatta direnmeye çalışan Türkleri 1917 sonunda yenmeyi ve 40 gün süren muharebe ve takip sonunda 9 Aralık 1917’de Kudüs’e girmeyi başarmıştı. Mısır Seferi Kuvveti Kumandanı General E.H.H. Allenby, 11 Aralık 1917’de resmî bir törenle şehre girdi. Törende Kudüs hakkında uygulanacak genel İngiliz politikası bir beyanname ile çeşitli dillerde açıklandı. Çok kısa süren tören boyunca şehrin ileri gelenlerini de kabul etmiş ve Türklerle savaşa kaldığı yerden devam etmek üzere şehirden ayrılmıştı. Bu çalışmada Türk kaynaklarında pek rastlanmayan, Kudüs’ün İngilizler tarafından işgal edildiği ilk üç günde yaşananlar hakkında bilgiler verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Kudüs, General Allenby, II. Wilhelm, Beyanname, Resmî Tören. Abstract After failure of two Turkish campaigns against Suez Canal, the British took control of Sinai Desert and reached the frontier of Palestine. The Turks withdrawn to the Gaza-Beersheba line and two great British assaults on Gaza repulsed. After receiving large reinforcement the British captured Gaza and Beersheba and began to pursuit the Turks. After 40 days pursuit and fighting the British entered Jerusalem in 9 December 1917. General E.H.H. Allenby who was Commander in Chief of Egyptian Expeditionary Force, and the procession officially entered Jerusalem in 11 December 1917. Allenby issued a Proclamation in which was stated the general policy of Britain in the future. The ceremony took very short time. At the same time, Allenby received the notables of the City and the heads of religious communities. Then, he left the city for going on fighting with the Turks. In this article, first 3 days of occupation of Jerusalem by the British and what was going on those days has been examined. Keywords: Jerusalem, General Allenby, Wilhelm II., Proclamation, Official Entry. Giriş Almanya ile Osmanlı Devleti arasında 2 Ağustos 1914’te bir ittifak anlaşması yapılmıştı. Hemen ardından 10 Ağustos 1914’te Alman Genelkurmay Başkanı von Moltke Enver Paşa’ya F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2009-19/2 330 gönderdiği yazıda, Osmanlıların üzerine mümkün olduğu kadar çok Rus ve İngiliz kuvvetlerini çekmesi, enerjik bir çabayla İslam ihtilalini gerçekleştirmesi, bu amaçla Kafkasya’ya karşı harekete geçilmesi, özellikle Mısır’a karşı bir sefer yapılması ve Avusturya’nın yükünü hafifletmek için mümkün olduğu kadar çabuk savaşa katılmasını istemişti1 . Bu doğrultuda Türkler, yapılan hazırlıkların ardından İngilizlere karşı Birinci Kanal Seferi’ni düzenlemişti. Sefer başarısız olmuş ve yeni bir sefer hazırlıklarına başlanmıştı. Çanakkale Cephesi’nin açılması ve 1915 yılı sonuna kadar sürmesi, Mısır’a karşı yeni seferin yapılmasını 1,5 sene geciktirmişti. Ağustos 1916’da yapılan İkinci Kanal Seferi de başarısız olmuş ve İngilizler Türkleri Sina çölünün dışına itmeyi başararak Mısır ve Süveyş Kanalı’nın güvenliğini garantiye almışlardı. Bundan sonra Türklerin çekildiği Gazze-Birüssebi hattı İngilizlerin Filistin’e girişleri için önemli bir direnç noktası oluşturmuştu. Bu hat aynı zamanda Kudüs’ün muhafazası için de gerekliydi. İngilizler, Kantara’dan başlayarak Gazze Vadisi’ne kadar demiryolu döşedikleri gibi Nil’in tatlı suyunu da demiryoluna paralel döşemişlerdi. İngilizlerin Mart ve Nisan 1917’de Gazze’ye düzenlediği iki önemli saldırı, başarısızlığa uğramıştı. Bunun üzerine Mısır Sefer Kuvveti Komutanı General A. Murray’ın yerine, General E.H.H. Allenby atanmış ve kendisine her türlü destek verilmişti. Hatta İngiliz Başbakanı D. Lloyd George, Allenby’e, Kabine’nin Noel’den önce Kudüs’ün ele geçirilmesini beklediğini söylemişti. Haziran 1917’de göreve başlayan General Allenby, yaz boyunca daha önce başlanan hazırlıkları hızla tamamlamaya çalışmıştı. Bu sırada Türk Genelkurmayı, İngilizlerin büyük çaptaki hazırlıklarını doğru okuyamamış ve ağırlığını 11 Mart 1917’de kaybettiği Bağdat’ın geri alınması projesine vermişti. Bunun sonucunda “Yıldırım” projesi doğmuştu. Buna Almanlar, büyük oranda asker ve silah desteği vermişti. Oluşturulan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na Alman Generali Falkenhayn atanmıştı. İngilizlerin Filistin’deki tehdidinin arttığı konusunda Türk ve Almanların anlaşmaya varması üzerine, Bağdat’ın kurtarılması için oluşturulan “Yıldırım” Filistin’e gönderilmiş ancak çok geç kalınmış ve Türkler yarı hazır bir durumda yakalanmıştı. Hazırlıklarını tamamlayan General Allenby, 31 Ekim 1917’de Birüssebi ve Gazze üzerine saldırıya geçmişti. Türkler, gelişen İngiliz saldırısı karşısında dayanamamış, önce Birüssebi, ardından da Gazze elden çıkmıştı. İngiliz başarısı, bununla sınırlı kalmamış ve geri çekilmekte olan Türkleri takip etmişti. 40 gün süren takip ve muharebeler sonunda Türkler 8/9 Aralık gecesi Kudüs’ü boşaltmak zorunda kalmıştı. Türkler Kudüs’ten sonra şehrin doğu ve kuzeydoğusunda bir hatta doğru çekilmişti. Bu nedenle, direnişle karşılaşmayan İngilizler öğleden önce Kudüs’e girmişti. Öğleden sonra Türk hattına yaptıkları saldırı ise geri püskürtülmüştü. 10 Aralık sakin geçmiş ve İngilizler 11 Aralık’tan itibaren dikkatlerini Kudüs’ü 1 Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, Çev. Mazhar Besim Özalpsan, İstanbul, Askerî Matbaa, 1943, s.13; Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, Vatan Neşriyat, 1953, s.21. İngilizlerin Kudus’ü Ele Geçirmesi… 331 Türk karşı saldırılarına karşı koruma planları ve harekâtları üzerinde yoğunlaşmışlardı 2 . 11 Haziran 1916’da İslam’ın kutsal kenti Mekke, İngilizlerin kışkırtması sonucu isyan eden Şerif Hüseyin’in eline geçmişti. 11 Mart 1917’de İngilizler Halifeler kentini yani Bağdat’ı ele geçirmişti. Bu, Mekke’nin düşmesinden sonra Türk prestijine indirilen ikinci bir darbe idi3 . Aynı yıl dokuz ay sonra, Kudüs’ün 9 Aralık 1917’de İngilizlerin eline geçmesi, üçüncü darbe olmuştu. Artık dinî semboller olan büyük şehirler Türklerin elinden çıkmıştı. Daha kötüsü İngilizler, bunu sürekli bir propaganda malzemesi yaparak hem işgalleri altındaki İslam topraklarında Osmanlı sempatizanlığını yok etmeye çalışmış, hem de Osmanlı egemenliğindeki topraklarda yaşayan Arapları kendi tarafına çekmek için bulunmaz bir fırsata sahip olmuştu. Kudüs’ün Teslimi 9 Aralık 1917 günü Osmanlı Devleti’nin son Kudüs Mutasarrıfı –İngiliz kaynakları yanlış olarak Kudüs Valisi olarak verirler- İzzet Bey, Belediye Başkanına bir teslim mektubu vererek sabah erkenden şehirden ayrıldı. Ayrılmadan önce de telsiz makinesini çekiçle paramparça etti4 . İzzet Beyin 8/9 Aralık 1917 tarihli imzaladığı belgede Osmanlıların dinî binaların tahrip olmasından çekindiği için şehirden çekildiği, buralara muhafızlar yerleştirildiği ve İngilizlerin de aynı yolda hareket edeceğinin umulduğu ifade edilmişti. Ekte yer alan belgenin resminden, propaganda amaçlı olarak şehrin bir duvarına da asıldığı anlaşılmaktadır. Belge sadeleştirilmiş hali şudur: “İngiliz Kumandanlığı’na
Her milletçe kutsal sayılan Kudüs’teki yerleşim yerlerine iki günden beri obüsler düşmektedir. Osmanlı Hükümeti sırf dinî mekanların zarar görmemesi için kasabadan çekilmiş ve Kamame, Mescid-i Aksa gibi dinî mekanların korunmasına memurlar görevlendirmiştir. Tarafınızdan dahi bu yolda muamele edileceği ümidiyle bu belgeyi Belediye Reisi Vekili Hüseyinzâde Hüseyin Bey eliyle gönderiyorum efendim. Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet 8/9.12.33”5 Belediye Başkanı, sabahleyin yanında birkaç polis memuru ile Lifta’da bulunan İngiliz birliklerine doğru yola çıktı. Saat 08.30’da İngilizler, beyaz bir bayrakla yaklaşan heyeti gördü6 . Heyeti ilk karşılayan iki İngiliz çavuşu oldu ve kendilerine şehrin teslim mektubu ve anahtarları sunuldu ise de kabul etmediler. Arkadan gelen İngiliz subaylarından iki binbaşı ve Tugay komutanı da kabul etmedi. Kimse teslim işini üzerine almak istemedi. Sonunda 60. Tümen Komutanı Tümgeneral J.S.M. Shea, Korgeneral P. Chetwode’a danıştı ve Chetwode da teslim işini kabul etmesini bildirdi. O da, Allenby adına saat 11.00’de şehrin teslimini kabul etti. 31 Ekim’den beri 40 gündür devam eden muharebeler sonunda Kudüs teslim alındı. Böylece Hıristiyanlar, 730 yıl sonra Kudüs’e döndü. 180. Tugay Komutanı Tuğgeneral C.F. Watson ve Belediye Başkanı birlikte Kudüs’e döndü. Tuğgeneral Watson postaneye, bazı hastanelere ve Yafa Kapısı’na muhafızlar yerleştirerek kamu güvenliğini sağlamaya çalıştı. Aynı zamanda, General Allenby’nin resmî girişinin kısa bir provası hazırlandı 7 . İngiliz Savaş Kabinesi Kudüs’ün ele geçirilmesinden hemen önce basın muhabirlerinin mesajlarını ve askerî ataşelerin telgraflarını, zaferin Avam Kamarası’nda bir bakan tarafından dünyaya duyurulmasına kadar bekletmeleri emrini vermişti. Bu emir, Kudüs’ün ele geçirilmesinden önce Mısır Sefer Kuvveti’nde bulunan gazetecilere de bildirilmişti8 . Nihayet 9 Aralık 1917’de resmî duyuru yapılmıştı 9 . Maliye Bakanı Bonar Law, Avam Kamarası’nda resmî duyuruyu yapmış ve kutsal şehrin ve çevresinin zarar görmesinden kaçınmak için Kudüs’ün ele geçirilmesinin geciktiği değerlendirmesini yapmıştı. Resmi duyurunun ardından Westminster Katedrali’nin büyük çanı üç yıl aradan sonra çalmaya başlamıştı. Paris’te Notre Dame Katedrali’nde özel bir tören düzenlenmişti. Duyurunun ardından İngiliz Savaş Kabinesi, Allenby’e gönderdiği telgrafta dünya çapında tarihî bir anlamı olan ve İngiliz ve Müttefik halklarına büyük bir sevinç yaşatan Kudüs’ün 5 Bkz. Fotoğraf 1. 6 Bkz. Fotoğraf 2. 7 Falls, a.g.e., s.253-254; Gordon, a.g.e., s. 265-266; Archibald Wavell, A Study in Greatness The Biography of FieldMarshal Viscount Allenby of Megiddo And Felixstowe, New York, Oxford University Press, 1941, s.228; Dane, a.g.e., s.110; Gullett, a.g.e., s.516-517. Ayrıca bkz. Fotoğraf 3 ve 4. 8 Wavell, a.g.e., s.230. 9 Savage, a.g.e., s.223. İngilizlerin Kudus’ü Ele Geçirmesi… 333 ele geçirilmesi olayında kendisini tebrik ettiklerini ve başarılarının devamını beklediklerini bildirmişti. Allenby, şehirde iken İngiliz Kralı V. George’dan da bir mesaj almıştı 10. Kudüs’ün ele geçirilmesi üzerine Roma’da 15.000 öğrenci dâhil 35.000 kişi St. Onoforio Tasso Türbesi’ne yürümüştü. Aynı yerde 16. yüzyılda “Kudüs Kurtarıldı” diye yazan şair Torquato Tasso’nun da türbesi vardı. Bu sırada Roma’daki yüzlerce çan çalmış ve Kardinal Lega, kalabalığa hitap etmiş ve kalabalığı kutsamıştı. Papa, savaşa katılan ülkelerdeki tüm papazlara bir genelge göndererek, her hangi bir Hıristiyan devletin Kudüs’ün geri alınması girişiminde Türklere yardım etmesi halinde aforoz edileceğini bildirmişti11. İngilizlerin şehri ele geçirmesine en çok sevinenler, şüphesiz Hıristiyan, Yahudi ve bölgede Türk hâkimiyetini görmek istemeyen bazı Araplar idi. Gazeteci W.T. Massey, Allenby’nin şehre girişinden birkaç saat önce şu olaylara tanık olmuştu: “Davut Sokağında gezerken bir Yahudi kadını, beni durdurdu ve dedi ki ‘Bu gün için dua ettik. Bu gün şarkı söyleyeceğim. Tanrı Bağışlayıcı olan Kralı Korusun, Çok Yaşa bizim Soylu Kral. Açlık çekiyorduk fakat mesele mi? Şimdi kurtulduk ve özgürüz.’ Ellerini göğsünün üstünde bağladı ve birkaç kez ‘Ah ne kadar müteşekkiriz’ dedi. Yaşlı bir adam da beni elleriyle tuttu ve dedi ki Tanrı bizi kurtardı. Ne kadar mutluyuz.” dedi. Bundan başka yazar, 10 yıldır Kudüs’te yaşayan ve Kızılhaç Hastanesi’nde çalışan bir Amerikalının, Türk ordusunda görevli üç yaralı Arap subayın hastaneye getirildiğini, bunlardan birinin “şimdi Yaşa İngiltere diye bağırabilirim” demesi üzerine, hastanede çok sayıda yaralı Türkün olduğunu ve dikkatli olması gerektiğini hatırlatması üzerine bunu dikkate almadığını ve “Yaşasın İngiltere” diye bağırdığını anlatmaktadır 12. Çoğu İngiliz yazarı, Kayser II. Wilhelm’in 1898’de at üstünde Kudüs’e gösterişli bir şekilde girişi ile, 11 Aralık 1917’de İngiliz Generali Allenby’nin bir hacı gibi yaya olarak saygılı bir şekilde girişini mukayese etmiştir13. Kısaca bu konuya değinmekte yarar vardır. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898 Kudüs Ziyareti Alman İmparatoru I. Wilhelm ile General Allenby’nin farklı dönemlerde ve farklı siyasî ve askerî ortamlarda Kudüs’e girişini dikkate almayan İngiliz yazarlarına göre, Kayser beyaz, kırmızı, mavi ve altın renginde giyinmiş bir heyetle ve süslü atlarla Kudüs’e girmişti. Kayser gerçek bir gösteri adamı gibiydi. Kayser’in Kutsal Şehre girebilmesi için şehrin duvarlarında geniş bir gedik bile açılmıştı. Tüm bunlar Alman imparatorluk gücünü göstermeye yönelikti. Allenby ise, daha dar 10 Wavell, a.g.e., s.230; Gardner, a.g.e., s.160. 11 The New York Times, 18 Aralık 1917. http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res= 9F0DE6D8133BEE3ABC4052DFB467838C609EDE. 12 Massey, a.g.e., s.196. 13 Massey, a.g.e., s.202-203; Gullet, a.g.e., s.523, Gardner, a.g.e., s.160, Powles, a.g.e., s.170. F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2009-19/2 334 olan Yafa Kapısından yaya olarak geçti14. Almanya, II. Wilhelm döneminde etkili ve yoğun bir diplomasi ile Yakındoğu’da önemli roller oynaya karar verdi. Bu, dünya egemenliğini sağlama yolunda atılacak adımlardan biriydi15. Bunun bir aracı olarak, İmparator II. Wilhelm Osmanlı Devleti’ne 1898’de bir ziyaret gerçekleştirdi. Almanya ile Osmanlı Devleti arasında kararlaştırılan teşrifat programına göre, Alman İmparatoru, 29 Ekim 1898 Cumartesi ve 5 Kasım 1898 Cumartesi arasındaki bir haftalık süreyi Kudüs ziyaretine ayrılmıştı 16. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Filistin’i ziyaret edeceği kararlaştırılması üzerine Girit Vali Vekili ve Fevkalade Kumandanı Ahmet Cevad Paşa, Filisin ve Suriye’de alınacak tedbirlerin kontrolü ve ikmali ile görevlendirilmişti. Kendisine verilen talimatta, İmparatorun yanında büyük bir şahsın bulunmasından hoşlanmadığı ve yanında bir Paşanın bulunmasının diğer devletler nezdinde ziyaretin siyasî bir anlam taşıyacağı düşüncelerinden dolayı kendisine İmparatordan uzak durması tavsiye edilmişti. Talimatta ayrıca Alman İmparatoru’nun Filistin ve Suriye’de yapacağı ziyaretler sırasında güvenlik ve merasim konularında aksaklıklar meydana gelmemesi uyarıları yapılıyordu. Ahmet Cevat Paşa İmparator’dan önce gezilecek yerlere gidip gerekli kontrolleri yapacaktı. 27 Ekim 1898’de Kudüs’e gelen Cevat Paşa gerekli tedbirleri alıp İmparatorun güzergâhı üzerindeki evleri polis tarafından aratmıştı 17. Bundan başka Kudüs Mutasarrıfı Mehmet Tevfik Bey (Biren) de İmparatora suikast yapılmasını önlemek için bir hayli tedbire başvurmuştu18. Bu bilgileri veren kaynaklar İmparator II. Wilhelm’in İngiliz kaynaklarında yer alan gösterişli girişi hakkında bilgi vermekten uzaktır. II. Wilhelm’in Kudüs ziyaretine katılanlardan hem Prince Von Bülow Bernhaud’un anılarında gösterişli giriş hakkında19, hem de bizzat II. Wilhelm’in anılarında da bu konuda hiçbir bilgi yoktur ve daha çok Almanların kilise politikası ve Kudüs’teki Alman Kilisesi’nin inşası konusu işlenmiştir20. Bayram Soy’un II. Wilhelm’in Kudüs’ü ikinci ziyaretini konu alan makalesinde, II. Wilhelm’in Kudüs’e gösterişli girişi hakkında bilgiler verdiği gibi, ayrıca, İmparatorun niçin şehrin 14 Massey, a.g.e., a.g.e., s.203; Gullet, a.g.e., s.523, Gardner, a.g.e., s.160, Powles, a.g.e., s.170. 15 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1983, s.64-65. 16 Mehmet Mercan, “Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898 Yılı İstanbul ve Filistin Seyahatinin Teşrifat Programı”, Doç Dr. Günay Çağlar Armağanı, Erzurum, 2004, s.124. 17 Mehmet Mercan, Sadrıazam Ahmed Cevat Paşa, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 1998, s.100-103. 18 Mehmet Tevfik Bey (Biren), II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, Haz. F. Rezan Hürmen, İstanbul, Arma Yayınları, 1993, s.123-125. 19 Memoirs of Prince Von Bulow, Vol 1. Translated by F. A. Voigt, Boston, Little, Brown and Company, 1931, s.296- 299. 20 The Kaiser's Memoirs: Wilhelm II Emperor Of Germany 1888-1918, Translation by Thomas R. Ybarra, Harper & Brothers Publıshers New York and London, 1922, s.212-217. İngilizlerin Kudus’ü Ele Geçirmesi… 335 surlarında bir gedik açtırdığına da açıklık getirmektedir. Buna göre, Eski bir İslam geleneğine göre, ancak Kudüs’ü ele geçiren bir hükümdar at sırtında girebilirdi. Bu sorunu aşmak için Yafa Kapısı’nın yanındaki surda bir gedik açılmış ve Kayser ile kafilesi buradan içeri girmişti. II. Wilhelm, İmparatorluğunun haşmetini sergileyecek bir tören alayı ile şehre girmişti. En önde dört bedevî şeyhi vardı. Arkalarında Osmanlı muhafız süvarileri, piyadeler, Kudüs Alman Konsolosluğu güvenlik görevlileri Alman Büyükelçi Marschall von Bieberstien ile Konsolos Tischendorf yer alıyordu. Bunları da, kısa bir mesafe arayla, saltanat arabası ile İmparatoriçe ve hizmetçileri takip ediyordu. Kayser ise, doru atı üzerinde, uzun beyaz pelerinli hâkî renkli tropik üniforma, başında tolga ve adeta taştan yontulmuş yüzüyle, ciddî ve vakurdu. II. Wilhelm’in arkasında, yirmiden fazla maiyet arabası ve son olarak, yine bir Osmanlı muhafız grubu geliyordu. Şehre girişten sonra kafileyi, Suriye Valisi Nazım Paşa karşıladı. İmparator şehre girişinden sonra dinî mekânları gezmiş ve dinî liderleri kabul etmişti21. İlber Ortaylı’ya göre, İmparatorun 1898 Kudüs ziyareti bir çeşit “Haçlı seferi” idi22. İngilizler, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kudüs’e at üstünde girişi ile İngiliz Generali Allenby’nin bir hacı gibi yaya olarak girişini kıyaslayarak kendilerinin şehrin ruhuna daha uygun davrandıklarını savunmuşlardır. Oysa Allenby’nin şehre girişi için hazırlanan program ve programın uygulamasına dikkat edilirse kendi çapında bir gösteriş havası olduğu görülür. Ayrıca kıyaslama eşitler, zaman ve şartlar arasında yapılır ise İmparator ve ordu kumandanının kıyas edilemeyeceği açıkça ortaya çıkar. Biri, barış zamanında İmparatorluğunun haşmetini ve kendi gururunu yansıtmaya çalışırken, diğeri, savaş zamanında şehri ele geçiren ve İngiliz Kralının emrinde bir general idi. Eğer İngiliz Kralı Kudüs’e barış veya savaş zamanında girseydi, hiç şüphesiz manzara daha farklı olacaktı. Bu açıdan kıyaslamanın hatalı olduğunu düşünüyoruz. General Allenby’nin Törenle Kudüs’e Girişi Kudüs’te bir polis memuru olarak atanan Joseoh F. Broadhurst, Allenby’nin Kudüs’e girişinden hemen önce General Allenby’nin güvenliği için yaptıklarını şöyle anlatmaktadır: “11 Aralıkta, ordumuzun girişinden iki gün sonra, General Allenby gelecekti. Aceleyle güzergâhı üzerindeki her evi araştırarak güvenliği için ne gerekiyorsa yaptım. Bu yolla, herhangi bir Türk subayı veya askerinin hâlâ saklanıyorsa bulunması sağlanacaktı. Ek bir tedbir olarak ayrıca evlerin çatısına adamlar gönderdim.”23 Allenby, Latron yolundan Kudüs’e kadar otomobille geldi. Yafa Kapısı’nın dışında 50 kişilik 21 Bayram Soy, “Kudüs’teki Erlöserkirche’nin Açılışı: II. Wilhelm’in İkinci Doğu Seyahatindeki (1898) Dinî Motifler”, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, Güz 2007-Kış 2008, Sayı.6 (246), İstanbul, İletişim Yayınları, s.128. 22 Ortaylı, a.g.e., s.66. 23 Joseoh F. Broadhurst’un From Vine Street to Jerusalem adlı eserinden aktaran, Abraham Ezra Millgram, Jerusalem Curiosities, Jewish Publication Society, 1990, s.265. Bkz. Fotoğraf 5. F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2009-19/2 336 bir imparatorluk onur muhafız kıtası vardı. Bunlar İngiliz, İskoç, İrlandalı ve Galler askeri idi. Bunların karşısında ise Yüzbaşı V.C. Throssel komutasında 50 kişilik Avustralya ve Yeni Zelanda birliği 24 vardı. sağ tarafta 20 kişilik bir Fransız ve sol tarafta 20 kişilik bir İtalyan onur muhafız kıtası Yafa Kapısı’nın içinde görevlendirilmişti. İtalyanlar Gazze önünde mürettep bir tugayla bir hattı tutarken, Fransızlar bir savaş gemisiyle Gazze bombardımanına yardım etmesine rağmen Filistin’de Türklerle çatışmaya girmemişti. Şehre resmî girişte müttefik temsilcilerinin yer alması iyi bir şeydi. Yafa Kapısı dışında Allenby Kudüs’e Askerî Vali olarak atanan Tuğgeneral Borton tarafından karşılandı ve bir tören alayı oluşturuldu. Allenby, şehre önünde iki yaveri, sağında Fransız Filistin Müfreze Komutanı ve solunda İtalyan Filistin Müfreze Komutanı ile ilerledi. Onları dört kurmay subay izledi. Ardından siyasî işlerden sorumlu Tümgeneral Clayton, Fransız Heyeti Başkanı M. Picot, Fransız, İtalyan ve A.B.D. askerî ataşeleri geliyordu. Allenby’nin Kurmay Başkanı Tuğgeneral L.J. Bols ve Tuğgeneral G. Dawnay, 20. Kolordu Komutanı Korgeneral P.W. Chetwode ve Kurmay Başkanı Tuğgeneral Bartholomew’in önünde yürüdü. Muhafızlar da arkadan takip etti25. İngiliz askerleri tören için özel olarak giyinmemişti ve savaşın tozu, çamuru hâlâ elbiselerinin üzerindeydi. Diplomatik nedenlerden dolayı orada bulunan ve savaşın hiçbir aşamasında rol oynamayan Fransızların temiz ve açık mavi üniformaları ile İtalyanların temiz ve güzel giysileri, İngiliz askerlerinin giysilerine göre tezat oluşturuyordu26. Yerli halk Yafa Kapısı’na “Babü’-Halil” yani “Dost Kapısı” derlerdi. Allenby Kudüs’e girdiği zaman indirilecek ne düşman bayrağı vardı ne de çekilmiş dost bir bayrak. Bu, Müttefiklerle daha önce yapılan bir anlaşma gereği idi. Anlaşma sebebiyle Filistin ve Suriye’de İngiliz bayrağı dalgalanmayacaktı 27. Düşmanı mağlup etmiş askerlerin zafer çığlıkları, antik çan kulelerinde çan sesleri, şarkılar, galipleri övecek veya kalabalığın moralini yükseltecek tarzda dinsel konuşmalar yoktu. 150 kişiden az olan Allenby’nin tören alayı bir tek trompet eşliğinde kapıdan geçti. Bu küçük askerî gösteri halka eski düzenin değiştiğini ve yerini yenisine bıraktığını ifade ediyordu28. Tören alayı Kale (Davut Kulesi) basamaklarında durdu. Burada Allenby ve heyeti ile şehrin ileri gelenleri, çeşitli dillerde okunacak olan Beyannameyi dinlemek üzere dizildi. Davut Kulesi’nin gölgesinde okunan beyanname daha sonra şehrin stratejik noktalarına da konacaktı 29. Kudüs duvarlarına yapıştırılan “Beyanname”nin başlığı altında sıkıyönetim ilan edildiği 24 Powles’a göre, Yeni Zelanda Tugayından görevli olanlar 1 subay, 33 Astsubay ve er idi. Powles, a.g.e., s.170. 25 Massey, a.g.e., s.206-207; Falls, a.g.e., s.259-260; Wavell, a.g.e., s.229; H. O. Lock, With the British Army in the Holy Land, London, Robert Scott Roxburghe House Paternoster Row E.C., 1919, s.84-85. Bkz. Fotoğraf 7. 26 Gullet, a.g.e., s.523., 27 Massey, a.g.e, s.203; Gullet, a.g.e., s.524; Millgram, a.g.e., s.265. 28 Massey, a.g.e, s.203-204; Gullet, a.g.e., s.524; Gardner, a.g.e., s.160; Savage, a.g.e., s.232. 29 Massey, a.g.e, s.207. Bkz. Fotoğraf 6. İngilizlerin Kudus’ü Ele Geçirmesi… 337 yazılıdır. Beyannamenin bir paragrafı, bu konu ile ilgili olup diğer kısmı daha çok üç büyük semavî dinin beraber yaşadığı Kudüs’ün ruhuna uygun ifadelerle doludur. Herkesin kendi işine korkmadan devam edeceği, dinî mekânlar arasında ayırım yapılmadan işlevlerini devam ettireceği, her dine ait mekânların o dinin mensuplarının kontrolüne verildiği hatta bu mekânların korunması için muhafızlar yerleştirildiği anlatılmaktadır. Mısır Sefer Kuvveti Komutanı General Allenby beyannameyi tüm isimlerini kullanarak imzalamıştı: General Edmund Henry Hynmen Allenby30. Beyannamenin dikkati çeken bir yönü de, İngilizlerin 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçirdikten sonra yayınladıkları beyannamedeki gibi, İngilizlerin işgalci olarak değil kurtarıcı olarak geldikleri, Türklerin kötü yönetimi, Almanların entrikaları, Türklerin Arapları sömürdüğü ve bir millete bağımsızlık vermek gibi konulardan hiç bahsedilmemiş olmasıydı 31. Beyannamedeki ifadeler, İngiliz Hükümeti tarafından düzenlenmişti ve üç hafta önce Allenby’e telgraf ile gönderilmişti. “Mübarek Kudüs’ün sakinleri ve çevresinde ikamet eden halka” hitap eden ve dinî kurumların ve kutsal yerlerin var olan durumunun yürürlükte kalmaya devam edeceği, kanun ve düzenin korunacağı ifade eden Beyanname İngilizce, Fransızca, Arapça, İbranice, Yunanca, Rusça ve İtalyanca olarak okundu32. Beyannamenin İngilizcesini Tuğgeneral Borton33, Arapçasını Haddad Bey34, İtalyanca ve Fransızcasını bir Fransiskan rahip35 okudu. Beyannamenin İbranice, Yunanca, Rusçasını da bir/birer rahibin veya hahamın okuduğu tahmin etmekteyiz. Okunan Beyanname şuydu: “Mübarek Kudüs’ün sakinleri ve çevresinde ikamet eden halka: Komutam altındaki askerlerin Türkleri bozguna uğratması kuvvetlerim tarafından şehrinizin işgaliyle sonuçlanmıştır. Bundan dolayı, şimdi, burada yönetim şekli olarak sıkıyönetim ilan ediyorum ve askerî şartlar gerektirdiği kadar da sürecektir. Bununla beraber, çekilmiş düşmanın ellerindeki tecrübeniz sebebiyle herhangi biriniz telaşa kapılabilirsiniz. Bundan dolayı herkesin kesinti korkusu olmadan meşru işini devam ettirmesinin arzum olduğunu size bildiriyorum. Ayrıca, şehrinize insanlığın büyük dinlerinden üçünün bağlılarınca tutkuyla bakıldığından ve birçok asırdır bu üç dinin ibadet eden ve dindar halk yığınlarının hacıları tarafından şehrin ruhu 30 Bkz. Fotoğraf 16. 31 Bağdat’ta yayınlanan beyanname için bkz. F.J. Moberley, The Campaign in Mesopotamia 1914–1918, Vol.3, London, The Imperial War Museum, 1997, s.404-405. 32 Falls, a.g.e., s.260. Dikkat edilirse İngiltere’nin müttefiki olan devlet ve devlet olmayan müttefik milletlerin dili tercih edilmiştir. Türkçe ve Almancaya yer verilmemiştir. 33 Bkz. Fotoğraf 8. 34 Bkz. Fotoğraf 11. 35 Bkz. Fotoğraf 9 ve 10. F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2009-19/2 338 tanrıya adandığı için, her kutsal bina, anıt, kutsal yer, tapınak, geleneksel mevki, vakıf, dini teberru veya 3 dinin hangisi olursa olsun mutat ibadet yerinin muhafaza edileceğini ve onların kutsal olduğuna inananların mevcut gelenek ve inançlarına göre korunacağını bilmenizi isterim.” Aralık 1917 Edmund Henry Hynmen Allenby, General Mısır Seferi Kuvveti Komutanı 36 Ardından tören alayı yaklaşık 100 metre uzaktaki eski Türk Kışla Alanına yöneldi. Burada General Allenby şehrin ileri gelenlerini ve dinî cemaatlerin liderlerini kabul etti. Müslüman bir aileden gelen Kudüs Belediye Başkanı –ki 15 gün sonra zatürreeden ölmüştü-, Müftü, Ömer Camii ve el-Aksa Camii şeyhleri ile Haldiye ve Alamiye ailesi mensupları da General Allenby’e tanıtıldı. Latin, Yunan Ortodoks, Ermeni Kiliseleri patrikleri ve Kıpti papazı Türkler tarafından şehirden sürülmesi yüzünden, orada kalan temsilcileri ile Yahudi, Süryani Kilisesi, Yunan Katolik Kilisesi ve Habeş Papazı ve Anglikan Kilisesi temsilcileri Allenby’e tanıtıldı. Savaş sırasında bütün ülkelerin çıkarlarını koruyan İspanyol Konsolosun Allenby’e tanıtılması dikkate değerdi. Allenby böyle bir yoğun işle uğraştığı için kendisini kutlamıştı. Tanışma faslı bitince Allenby Yafa Kapısına döndü ve ilerlemiş olan Genel Karargâhına katılmak üzere yine yaya olarak şehirden ayrıldı. Kudüs ziyareti ancak çeyrek saat sürmüştü37. Bu sırada, birisi tarafından garip bir Arap kehaneti keşfedilmişti. Buna göre, ancak bir peygamber Nil’in suyunu Filistin’e getirdiği zaman Türkler Kudüs’ten sürülecekti. Araplar, bu yüzden, Allenby’e “Allah Nebi” adını verdiler38. 1917 sonunda İngilizler Sina Çölünün kuzeyinden Akdeniz kıyısı boyunca Filistin’e demiryolunu ulaştırdıkları gibi, demiryolu hattı boyunca Nil’in tatlı suyunu da bir boru hattı ile döşemişlerdi. Bunun gerçek sebebi, narin İngiliz askerlerinin çölün tuzlu suyunu içmeye dayanamamalarıydı 39. Allenby 11 Aralık’ta yaşadıklarını Londra’ya gönderdiği telgrafta şöyle özetlemişti: “1- Bugün öğlen, kurmaylarımdan birkaçı, Fransız ve İtalyan bölük komutanları, Picot Heyetinin başkanları, Fransız, İtalyan ve Amerika Birleşik Devletleri Askeri Ataşeleri ile resmen şehre girdim. Tören Alayının hepsi yaya idi. Yafa Kapısında İngiltere, İskoçya, İrlanda, Galler, Avustralya, Hint, Yeni Zelanda, Fransa ve İtalya muhafızları tarafından karşılandım. 2- Halk tarafından iyi karşılandım. 36 Beyannamenin metni için bkz. Fotoğraf 16; Ayrıca üç dilden örnek için bkz. Fotoğraf 6. 37 Massey, a.g.e., s.208; Wavell, a.g.e., s.229. Kutsal Mezar Kilisesi’nin inşa edilmeden önceki alanda Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılıyordu. Bkz. Fotoğraf 12 ve 13. 38 Gordon, a.g.e., s.266; Wavell, a.g.e., s.202-203; Dane, a.g.e., s.111; Gardner, a.g.e., s.161; Savage, a.g.e., s.233. 39 MacMunn-Falls, a.g.e., s.175. İngilizlerin Kudus’ü Ele Geçirmesi… 339 3- Kutsal Yerlere muhafızlar yerleştirildi. 4- Askeri Vali Latinlerin mütevelli vekiliyle temas halindedir ve Yunanlı temsilci Hıristiyan Kutsal Yerleri yönetmek üzere seçildi. 5- Ömer Camii ve çevresi Müslüman kontrolüne verildi ve Camii çevresinde Hintli subay ve askerlerden oluşan askerî bir kordon oluşturuldu40. Askerî valinin ve Camii yöneticilerinin izni olmadan Müslüman olmayanların bu kordonu geçemeyecekleri hakkında emirler verildi. 6- Beyanname duvarlara asıldı ve Arapça, İbranice, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca ve Rusça olarak Kalenin basamakları üzerinde huzurumda okundu. 7- Beytüllahim’e ve Raşel Türbesi’ne muhafızlar yerleştirildi. 8- Kamame Kilisesi41 kapılarındaki vakıfların irsî mütevellilerden, Kiliseyi koruyan Halife Ömer’in yüce hukuku doğrultusunda geleneksel görevlerini kabul etmeleri istenildi.”42 Sonuç Birinci Dünya Savaşında, 1915’te Çanakkale ve 1916’da Irak cephesinde Kut’ül-Amare zaferleri ile Türkler İngiliz gururuna önemli darbeler indirmişti. Fakat Mart 1917’de Irak cephesinde ve Ekim 1917’den başlayarak Filistin cephesinde İngilizlerle yapılan başarısız muharebeler sonucunda Türkler, Ortadoğu’nun önemli şehirlerinden olan Bağdat ve Kudüs’ü kaybetmişti. Türkler, 11 Mart 1917’de kaybettiği Bağdat’ı kurtarmaya çalışırken, aynı yıl izledikleri yanlış askerî politikalar yüzünden Kudüs’ü de kaybetmişlerdi. Bağdat’ın kaybı ile beraber Kudüs’ün de kaybedilmesi İslam dünyasında Türk prestijne önemli bir darbe daha vurulmuştu. Ayrıca Osmanlı Ordusunun savaş değeri konusunda da ciddi sorular oluşturmuştu. Diğer taraftan, Kudüs’ün İngilizler tarafından ele geçirilmesi Hıristiyan dünyasında büyük bir sevinç yaratmış ve olay hemen bir Haçlı zihniyetine dönüşmüştü. Kanaatimizce, İngiliz yazarlar, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kudüs’e at üstünde girişi ile İngiliz Generali Allenby’nin bir hacı gibi yaya olarak girişini kıyaslama noktasında hatalıdırlar. Kıyaslama eşitler, zaman ve dönemin şartları arasında yapılırsa daha uygun olacaktır. Allenby, resmî bir törenle girdiği Kudüs’te yayınlanan beyannamede, ağırlıklı olarak kutsal yerler ve dinî mekânların ruhuna uygun ifadeler yer almaktadır. Kutsal yerlerin geçmişten gelen geleneklerin devam edeceği, güvenliğin sağlanacağı, kutsal yerlerin ait oldukları dinin mensuplarına veya vakıfların kontrolüne verildiği ifade edilmiştir. Ayrıca bu mekanların korunması 40 Bkz.. Fotoğraf 14. 41 Bkz. Fotoğraf 15. 42 Massey, a.g.e., s.209. Başbakan Lloyd George bu telgrafı Avam Kamarası’nda okumuştu. The New York Times, 13 Aralık 1917. http://query.nytimes.com/mem/archive-free/pdf?res= 9F02E4DA1E3AE433A25750C1A9649D946696D6CF. F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2009-19/2 340 için de ilgili dinden askerler görevlendirilmiştir. Allenby kısa ziyareti sırasında şehrin her dinden önden gelen aile reisi ve dinî cemaat önderlerini de kabul ederek iyi bir izlenim bırakmaya, kendileriyle gelecekte de işbirliği yapmaya niyetlerinin olduğunu ifade etmeye çalışmıştır. Bu kısa görüşmeden sonra, Türkleri Kudüs’ten uzak tutmak ve daha kuzeye iterek tehditlerini azaltmak için şehirden ayrılmıştı. Böylece Ortaçağdaki Haçlı Seferlerinden yaklaşık 700 yıl sonra Hıristiyan bir devletin eline geçen Kudüs’te İngiliz yönetimi başladı. KAYNAKLAR
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::.....:::::::::::::::::