21 Ocak, 2006

Bilindiği gibi dünya yine eski dünya.
Ne fazla ne de az.
Henüz uzaydan ya da başka bir evrenden insan oğlu, bir milim yer fethederek dünyaya eklemleyemediğine göre, yer küre aynı büyüklükte ve aynı yörüngede dönüyor.
 Dün ne ise bu günde o. Fakat bütün mesele , sermaye ve ticari aktivitelerin kontrolü meselesidir.
Yer altı ve yer üstü kaynaklarla birlikte dünya üzerinde gerçekleştirilen üretim ve onun sonucunda oluşan sermayenin kimin karına kullanılacağı ve kimin ne kadar pay alacağı problemi, küreselleşme denilen yutturmacının adı. Bu durum yeni de değildir. Eskidende vardı.Bu gün de olacak yarında devam edecek. İnsanın tabiatında olan bir şey..
 Yalnız bu hakimiyet kavgasında insan topluluklarından kimi hakça bölüşümü tercih eder, kimi tamamının kendisinde olmasını arzular. Kimi bağlı olduğu ahlaki disiplinle arzularına ket vurur, kimi ise nefsinin tüm isteklerini gerçekleştirmek üzere “Deveyi hamuduyla yutmayı” ister. Bunu yapmak içinde her türlü aracı kullanır. Kimi zoru seçer, kimi adaletle hükümler icra derek gönüllü katımı gerçekleştirir. Yer küredeki kaynakların ve oluşan birikimlerin kontrolü dünde yapılıyordu. Mekadonyalı İskender’in seferleri.. Atilla’nın Avrupa’ya yürüyüşü… Cengiz’in batı seferi.. Roma imparatorlukları.. Dünya savaşlarının gayesi neydi? “Küreselleşme” dedikleri bu. Kaynak ve üretimin belirli merkez tarafından kendine uygun bir şekilde kontrolü .. Bu gün “Global dünya” düzeni dedikleri yuturmacanın genel işleyişi böyle. Ancak bu işleyişi gerçekleştirmek için araçlar gelişmiş, yeni metotlar uygulanmaktadır. Bunların başında da panik ve o panik etrafında belirli merkezlere tam teslimiyet geliyor.
Dün Irak diktatörü, önce bölge sonra dünya için tehdit dendi.Kendisi büyütüldü. Oda kendini bir şey sandı. Öyle bir psikolojik anafor oluşturuldu ki bu anafora akıllı insanlar bile kendini kaptırdı. En azından küresel eşkıyaya destek vermedi ise sonuç ne olur tarzından seyirci kaldı. Gelinen noktada ne bölgeyi vuracak silahı ne de “kıyamet topları” ortaya çıkarıldı. Öyle bir hava oluşturuluyor ki bu hava içine bir çokları kendini atarak adeta kaynayan kazanın altındaki ateşi daha da harlandırmak üzere gönüllü odun oluyor. Neden? Hiçbir milli çıkarı olmasa da global anaforda yer almak, ona yakın durmak adına.. Bu gün yine bir psikolojik anafor üretiliyor. İran, tehdit? Neden? Elinde nükleer silah var.Veya onu üretecek argümanlara sahip. Peki başkaları yok mu? Başta ABD olmak üzere Rusya, Fransa.. Çin.. var. Haydi onlar bu imkanları ile kendilerini ayrıcalıklı görerek -Birleşmiş Milletlerin güdücüsü konumunda- tabi hak olarak düşünüyorlar. Peki Hindistan ve İsrail neden tehdit değil?
Nükleer güç onlarda da var. Bilen beri gelsin. Ama illa, İran.. Çünkü Pakistan’ı iğdiş ettiler..Onu es geçebilirler artık. Hindistan ve İsrail tabi müttefik..Olara dokunmazlar.. Şimdi İran üzerine bir operasyon yapmak üzere azmeden küresel eşkıya bu arzusu istikametinde oluşturduğu galbol anaforla, diğer milletleri , özellikle niteliksiz yöneticilerini globun merkezine, çekirdeğe çekerek orda yakmak istiyor. Globun merkezinde çekerse zaten orada düşünme, acaba ne oluyor deme melekeniz kaybolmuş durumda olacak. Zira globun merkezindeki hararet nedeniyle siz o potada erimiş, globun merkezini daha harlı hale getirmek için unsur olmuş durumda kalıyorsunuz. İsteseniz de çıkamıyorsunuz.Ta ki içinde o hara dayanıklı unsurlar bulunsun. O zaman globun dışını oluşturan kabuğu yırtarak çıkıyor ve özgürleşiyorsunuz..Ya da kabuğa yakın durarak olayların seyrine bakıyorsunuz.Ne içinde ne de dışında kalarak, ufak tefek sıyrıklarla anaforun oluşturduğu büyük devinimden nasip alsanız da hiç değilse şahsiyetinizi koruyarak sıkıntıyı atlatıyorsunuz. İran’ı dize getirmek üzere hazırlananlar çok iyi biliyor ki İran’ın iki önemli koruyucusu, adeta tabii kalesi var. Birincisi Türkiye.. İkincisi Çin.. Rejimi bir birine uymasa da.. Hep bölgede güç savaşı içinde olsalar da Türkiye İran’ın aynı kalmasını ister. Zira İran çözüldüğünde oluşacak parça tesirinden Türkiye’nin hangi zararı göreceği bilinmez. Dünde öyle idi. Bu günde. O nedenle İran , Türkiye ilişkileri tıpkı yıllardır en kötü olumsuzluklara rağmen değişmeyen, değiştirilmeyen sınırları gibi hep stabil kalmıştır. Bu yönü ile İran’ın en büyük dayanağı Türkiye’dir. Kuzeyden Azerbaycan…
 Güney batıdan Kürdistan ve Arap.. Doğudan Afgan milletleri ve Blucistan şeklinde rahatça bölünebileceği planlanarak küresel eşkıyanın hazmedeceği bir saha haline getirilecek İran konusunda Türkiye’ye uzun süredir yapılan telkinler ve baskılar sonuç vermiyor, adeta duyarsız bölgeye yapılan darbeler gibi geçiştiriliyordu. İran’a yönelik olmak üzere özellikle doğu bölgelerimizde Askeri üsten tutunda, İran’ın sıcak karnı batısından, İran Azarbaycanı’ndan Tahranı teslim almak için girişilen operasyonlara Türkiye, beklenmeyecek dirençler gösteriyordu. İran’ın en büyük ticari partnerlerinden olan Çin’de İran için çok büyük dayanma gücü sağlayan unsurların başında geliyordu. O nedenle Çin’inde dize getirilmesi, bu yöndeki direncinin kırılması gerekiyordu. Gerek Çin, Gerek Türkiye’nin direncini kırmak açısından üzerlerindeki ticari ve askeri baskılarla kısa zamanda sonuç alınamayacağına göre başka bir araç devreye girmiş olabilir. Uçan kuşlar! Nasıl olsa bu kuşların yolu ve yönü bu günkü teknikle tek başlarına hem Çin, hem Türkiye engelleyemezdi. O zaman kuşlar(! )devreye girer, her iki ülkenin direncini kırar ve global eşkıyaya araştırma geliştirme ve ikmal üssü imkanı sağlardı. Türkiye’de önce batıda görülen kuş gribi bu çapta bir panik ve ekonomik tahribat göstermemişti. Fakat doğuda olduğu söylenen tehdit, hemen tesirini gösterdi. Türkiye’de daha kuşların uçurtulması üzerinden 15 gün geçmedi, derhal Çin’de toplanan konferansa davet ediliverdi. Bir konferans hazırlığı değil 15 gün, dostlarınıza “gelin çay içelim üstüne simit yiyelim” deseniz bunun hazırlığı için bile 15 gün yetmez. Ama global eşkıya ayarladı mı olur? Ne oluyor diye soramazsınız bile, panikle gider masaya oturursunuz.. Çin’de yapılan kuş gribi konferansı, zamanlama ve yapılış biçimiyle gerçekten tesadüf mü idi?

NORMAL DÜNYA DA “KUŞPALAZI”, “GLABA” GİRİNCE “KUŞ GRİBİ Mİ?

 Dünyada yıllardan beri bilenen salgınlar var. O konuda tıp ilerlemiş ve çalışmalar yapıyordu.
Ve bunlardan biri de ülkemizde bir zamanlar çok meşhur olan, herkesçe bilenen ismiyle “ KUŞ PALAZI “ değilmiş! Glabol anlayışa ve yönlendirmeye uygun olarak “Kuşpalazı”, kuş gribine mi dönüştü? Bu konuda uzmanı olmadığımız için bilmiyorum. Ancak akla gelen kimi şüpheleri de dile getirmek, yazıya dökmek gerek. Hatta bu düşünceleri, yayınlayacak bir yer bulamasak da “ buz üzerine yazmak” kabilinden kayda geçirmekte fayda var. Evet bizim bildiğimiz kuş palazı, kuş gribine dönüştürülerek kendi halinde olan insanlarımız, sonra devlet yöneticileri , sonrada tüm ülke palazlatılıyor. Bazıları diyebilr ki bu palazılatılma da ne? Lügatler ne yazıyor bilmem, tıp allameleri ne der aklım ermez. Ben uygulamasını anlatayım. Her hangi bir kanatlıyı iki kanadını köklerinden kavrarsınız. Artık kurtulma şansı yoktur. Ama o yinede kendini kurtarmak üzere sonuçsuz çırpınışlarını sürdürür.
Ve yorulur.Korkudan yereceği ağzına gelir. Siz bunu hissedersiniz. İşte palazılatma buna denir. Yada yeni yeni uçmaya heveslenerek kanat çırpan yavrunun sonuçsuz deneyişlerine.. İşte köresel yaygaranın etikisi ile Türkiye ve Çin gibi ülkeler adeta palazılatılıyor. Kuş gribinin bilimse izahını şöyle yapıyorlar. “İnsan ve diğer canlı türleri gibi kanatlı hayvanlarda gribe yakalanabiliyor. Kuş gribinin 15 ayrı çeşidi var. Bunlardan üç tanesi insanlarda da hastalık yapar. Alarma yol açan ve Türkiye'de de tespit edilmiş olan ise ölümcül kuş gribi virüsü H5N1 ailesinden gelen virüs. Göçmenkuşlar -özellikle de yaban ördekleri- virüsün doğal taşıyıcılarıdır. Bunlar hasta olmadan virüsü kilometrelerce taşıyabilirler. Bir kıtadan diğer kıtaya dışkılarıyla virüsü taşırlar. Kuş gribi virüsü en çok kümes hayvanlarını etkiler. Kuş gribi üst solunum yolu hastalığı gibi başlar, sürü halinde yaşayan kanatlı hayvanlar arasında çok hızlı yayılabilir ve bu nedenle çok yüksek oranda kanatlı ölümüyle sonuçlanabilir.Virüs 20 derecede ölür.Kaynatılarak etleri yenirse bir şey olmaz.Ancak bulaşırsa insan zarar görür.” Hatta nasıl oluyorsa bu gripten insan zarar görüyormuş da koyun, keçi, at, deve zarar görmezmiş” Üstelik yerleşik kuşlar zararlı olmaz, seyahati sevenler getirirmiş..

 NEDEN TÜRKİYE?

 Peki virüslü kuşlar, bizim yerleşikler değilse nerden geliyor?
Daha kuzeyden Rusya filan. Oralarda bu çapta bir şey var mı?...
Yansıdığı kadar yok. Grip taşıyan göçmen kuşlar, Rusya’yı turluyor, Uralları aşıyor.. Koskoca Kafkas ülkelerine konmuyor, Görcistan’a, Ermenistan’a yaklaşmıyor. Azerbaycan’ı aşıyor. İran’ı teğet geçiyor. Karadeniz sahillerimizi beğenmiyor.Fakat, geliyor bizim Ağrımıza, Iğdır’ımıza konuyor. İran sınırlarına yerleşiyor.Ve bizim insanlarımızı oradan tehdit ediyor.. Bu ne akıllı hayvanlardır ki o geçtiği ülkelere bir şey yapmıyor.Hatta bizden kalkıp Irak’a, Arap ülkelerine, belki Hindistan yolu dolayısıyla Hint kıtasına konmadan okyanusu geçip gidiyor. Göllerden su içmiyor, derelerde yüzmüyor. Gelip bizim kümes hayvanları ile hasbıhal ediyor. Muhabbetle onlara sarılıyor.Başka milletlerin ve ülkelerin hayvanlarına düşmanlık beslediği için yaklaşmıyor. Bırakın başkalarının dağlarını ovalarını, göllerini, ırmaklarını onların hava yollarını kullanmıyor!..

100. YIL RAPORU…

Ve işin enteresan tarafı bölgede hiç kanatlı ölümü ve hastalıklı kuş ölüsü yok. Ama kurban bayramı arifesinde kuşlara üç kurban veriyoruz. Tabi ki bunun ilimi, bilimi var. Bu uğurda ter dökmüş insanlar var. Ama yine de insanın aklına geliyor. Ne mi? Hani bir rektör vardı. Tutuklanmıştı.Tutuklu iken, adı geçen hastane adamı adeta yatağa çakmıştı. Öldü ölecekti…

 Bir sürü bilimsel rapor falan filan.. Sonra ne oldu?
Tutukluluk hali bitince, ne rapor, ne ilim, ne bilim. Turp gibi, görevinin başında. Adam evinde, istirahatta bile değil. Aktif görevde..
Onca bilim adamına, bilimsel raporlara rağmen vatan millet aşkıyla “ölümü” pahasına rektörlük yapıyor .. Tutukluluk halinde geçen bilimsel raporlar, rektörlük yaparken geçmiyor.. Yani tutuklu iken işlemeyen azalar, rektörlük yapınca birden çalışır hale geliyor. Tabiii. Bunun da bir izahının olması gerek değil mi? O zaman ortada hiç ölü kuş, ölen tavuk, ördek olmadığına göre, bu üç çocuk neden öldü de..
Başka bir emare yok diye düşünmeyelim mi?
 Bilim adamlarına haksızlık etmek doğru değil. Kuş palazı değil, kuş gribi demişlerse öyledir.

ECEVİT’İ YATAĞA ÇAKAN DA RAPOR “bilimsel” DEĞİLMİYDİ?

 Peki Ecevit’in son başbakanlığı dönemini de biliyoruz.Şimdi Başbakanlıktan uzaklaştırıldığı dönemi de biliyoruz. Hangisi sağlıklı?
 Var mı bir bilimsel izahı. Ama siyasal izahı var.
 O dönemde Irak’a müdahalenin planları yapılıyordu. ABD’den giden – gelinin hadi hesabı yoktu. Hatta ekonomik ve sağlık krizlerine tutulan Ecevit hükümeti öyle bunalmıştı ki 2002 yaz günü kendilerine ziyaret eden ABD yöneticisi, ve yönlendiricisine tamam” sizinleyiz” sözünü vermişti. Geri kalanını Demirel’den aktarayım.Ben o’nun yalancısıyım.

Ve anlatımının canlı şahidiyim.. Mart tezkeresi de geçmemiş. Geçse imiş, ABD Bir milyar dolar hibe 7 milyar dolar kredi verecekmiş Toplam Sekiz milyar dolar. Hemen dünya Bankası devreye girerek “bana bu bir milyar doları yatırırsanız, size 15 yıl içinde 30 milyar dolar veririm.Ancak bir şartım var. Sizin ekonominizi de 15 yıl ben planlarım” diyor. Tezkere geçmeyince de Türkiye’ deki ABD uzantıları yada her hal ve şartta milleti “sevenler” , eyvah mahvolduk.Kredide gitti. Batacağız diye ağlayıp duruyorlar. Fakat, gelinen noktada, kahinlerin kerameti çıkmadı. Türkiye, aynı Türkiye Neyse..
 Demirel, Güniz Sokak’da ki evinde.. Benim “oturak alemi” dediğim toplantılarından birisini icra ediyor.. Maalen söylediği şu. Filan tarihte ABD’li geldi. Eski hükümet, birlikte olunacağını, kuzeyden ABD müdahalesi için söz verdi.
Ama bu sözlerinin alından kalkamayacaklarını anladıkları için seçime gittiler.Derviş birinci etken değil, ancak unsur.. Gelen hükümet,(Gül ve henüz güven oyu almayan Tayyip hükümeti) bu sözleri tutacağını söylemiştir. Fakat beceremediler.Tezkere geçmeliydi.Hükümetlerin meclisten geçiremedim demesi mümkün değil.
Hükümet, isterse geçer.
Çünkü meclisler, onun için vardır diye devam ederek Mustafa Kemal zamanında olan bir örneği hatırlatıyor Sonuç olarak söylediği şu: “Devlette devamlılık vardır.Ve milletlerarası ilişkilerde ahde vefa önemlidir.Bu hükmet, devletin verdiği sözü yerine getirmemiştir.
ABD, bunu unutmaz ve bizi perişan edecektir”
Ecevit ne zaman kuş gribine, pardon kuşpalazına yakalandı?
Irak’a müdahale sürecinde..
Ve bu hazırlıklar içinde yer alamayacağını anladığı için yapılan müdahalelerle palazlandırılıp.
 Havalandırılan kimi civcivler DSP namlı kümesten uçuruldu.
 Ecevit sağlığına kavuşturuldu…

KÜRESEL EŞKİYANIN MAŞALARI HAREKETE GEÇER

Küresel eşkıyalar, ekonomik krize tutturacaklarını Dünya bankası ve IMF eliyle sağlıyor.
Ateşlerini alıp,bu ellerle yatağa mahkum ediyor. Peki sağlık için ne yapabilir?
Bunun içinde WHO, denen dünya sağlık örgütü ne güne duruyor?
Ve açıklamışlar: “WHO'nun kuş gribinden sorumlu yöneticisi Dr. Nabarro bir grip salgınının her an başlayabileceğini ve bu salgın sonucu 5 ila 150 milyon kişinin ölebileceğini söyledi. Ona göre bu sayının 5 milyon mu yoksa 150 milyon mu olacağını salgının nerede başlayacağı, ne kadar çabuk fark edileceği ve hükümetlerin nasıl davranacağı belirleyecek. Önümüzdeki birkaç ay içerisinde yapılacakların çok önemli olduğu da açık. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO)'nun resmi görüşü ise bu sayının tüm dünyada toplam 2 ila 7.4 milyon olacağı yönünde” Bunun niçin ne yapılmalı ?
 Japonya’da açıkça uygulandığı Irak dahil dünyada dendiği üzere biraz kıyım biraz tenzilat.Kitle ölümleri.. Peki nerede? Kaynaklara çok, nüfusları genç, çok üreyen alanlarda olması daha iyi değil mi .. Yoksa üremeyen, ABD elitleri ile yaşlı Avrupa ne hale gelir? Her alanda kuşatılırlar..

KUŞ TİRİDİNE PİLAV

Küresel eşkıyanın yönlendirdiği “Kürsel Anafor” içine alınan ülkede Başbakanının öğünerek açıklamasıyla bir milyon kanatlı hayvan, “itlaf” edildi.
Yani öldürüldü. Peki bu hayvanların kaçı hasta ya da mikrop taşıyordu?
Bilen varsa, beri gelsin.
O halde hayvan hakları savunucuları ne oldu?
 Irak savaşı öncesinde ne oldularsa aynı duruma getirildi.Beyinleri dumura uğratılınca can derdine düşüp, zavallı havanları, ilahlara(!) kurban verdiler.
 Peki daha ne kadar öldürülürse yeter?
 “Hastalık çıkan bölgelerde veya daha radikal çözümle evcil kanatlıların hepsi. Sayı vermek zor çünkü, Türkiye'de bu yönde bir kayıt sistemi yok. Ancak en az 40 milyon açıkta olan kümes hayvanını öldürmek gerekecek.” Öldüre birsiniz.
 Çünkü onlar direkt üreticilerin hayvanları.Horonsuz yumurta ve et üretimi yapılanlar. Bilindiği gibi entegre tesislerde “kontrollü yem” ve “müdahaleli “ yumurta ve et üretiliyor. Evlerde ise özgür ortamda, hiçbir müdahale yapılmadan üretiliyor.
Ve ABD’nin 1954’ lerde her alanda planlama yapılması istenmiş. Direnen hükümete karşı bu tarihlerde küresel güç, karanlık dehlizlerde yetiştirdikleri ya da o dehlizlere aldıkları aracılığı ili hücre faaliyetine girmiş, Irakta 1959 da sonuç almış.
 Bu sonuç üzerine Milli Şef İsmet Paşamız; ” sizi ben ile kurtaramam “ demişti.
Ve Küresel gücün kontrolündeki çeteler 1960 gece baskını ile milletin iradesine göre şekillenen iktidarı alaşağı ederek “NATO’ya ve CENTO’ya” bağlılık yemini ile operasyona başlamıştı. Bunun sonucu olarak da milletin arzusuna aykırı ve kontrolü dışında odaklar oluşturulmuş.
 Millet iradesi, ne derse desin onlar milletin başında boza pişirmeyi, milletin menfaatleri ne olursa olsun bağlı bulundukları mahfillerin çıkarlarını gözetmeyi sürdürmüşlerdi.
 Sürdürmeye devam etmektediler..
Bu kuruluşlardan biri de bilindiği gibi Planlama Teşkilatı idi. Güya her alanda ülke planlanacak, kaynaklar o plan çerçevesinde dağıtılacaktı.
 Kim zenginleştirilecek, kim batırılacak o elle yapılayacaktı. Başlarına getirilen ve küresel eşkıya bursu ile yetiştirilip, eğitilerek uzmanlaştırılanlar tarafından “planlar” yapıldı. Ancak başta, “Bize plan, değil..Plav, gerek” diye tartışıldığı gibi o kuruluş sayesinde hangi alanlarda planlanıp geçtiğimiz de ortada. Bir, o denemde aynı seviyede olduğumuz, İtalya’ya , Japonya’ya bakın bir de bize. 1960 gece baskınından sonra kim tarafından sarılıp, planlandığımız gün gibi açıkça görülür ..
Ve 1954’lerde Küresel eşkıyanın destek, teşvikleri ile hareketlenen ancak 1960 ve 1980 çetelerinin darbeleri ile hayat bulan “planlama” işi, tek alanda başarısız olmuştu. Başarısız olduğu alanı “Hormon”laştıramamıştı…

 SUÇSUZ HAVYAN İTLAFINDAN , İNSAN İTLAFINA GEÇMEK Mİ?

 Bu alanda da benim anamın, sizin teyzenizin yetiştiği, yeri geldiğinde misafirine ikram ettiği, et ve yumurta alanıydı.
 Köy yumurtası, köy tavuğu diye alemin takla attığı, küresel eşkıya ve onların uzantılarının ekonomik olarak kontrolü ve muhasebesine girmeyen alanlardı.
 Ancak gelin görün ki bu gün gelinen noktada kuş gribinin müdahaleli entegre tesislerinde yetiştirilenler değil, hormonsuz hayvanlarda görüleceği ileri sürülerek özgür alanlarda, ve plansız sahada “itlaf” operasyonları sürdürülüyor.
 Peki ne kadar daha öldürülmeli?..
Adamlar, onunda hesabını yapmışlar..
Ülkede 80 milyon insan var. Hala bunun yarısı köye, hormonsuz, planlaştırılmamış alanlara bağlı. Bunlar yılda bir tavuk yese 40 milyon eder.
O zaman miktar tamam. Ve bu miktar öldürülürse ancak tehlike geçermiş!

ZAVALLI TAVUKLAR GAZ ODALARINDA

 Bu günün ileri teknolojilerine, kuş yollarının bilinmesine rağmen kuşlara karşı bir tedbir alındığını görüyoruz. Ekonomik ve moral değerlerimizi kaybetmeden böyle bir tedbir alınabilir diye düşüyorum..
Mesela, erken uyarı sistemi ile 1000 eklimetre öteden harekete geçen kuşların belirli zaman dilimlerinde o ülkeye uğramadan sıcak bölgelere gitmesi sağlanamaz mı?
 Eğer bu sağlanırsa zaten 20 derecede öldüğü iddia edilen virüsler, soğuk bölgelerde konaklayamayacağı için ne kuş gribi olur nede başka şey. Ama onlara karşı bir tedbir alınmıyor.Kümesteki hazır kazlara güç yetiyor ve canlı canlı gömme vahşetleri sergileniyor..
Hitler vari usullerle “Gaz odalarına “ dolduruluyor.
Dorusu yapılan operasyonlara bakıyorum da bu kadar gaz odası aracı gereci ne zaman temin edilmiş, nerede depolanmış, kimin elinde ne için kullanıma hazır tutulmuş merak ediyorum..
Ve bunları yapanlar ne zaman eğitilmiş nasıl organize edilmiş?..
Övünülerek gerçekleştirilen itlaf miktarına bakarak organizasyon gücüne de şaşıyorum..
 Peki tehlike kaç yıl sürermiş! “Kış boyunca ve ilkbaharda göçmen kuşların tekrar gelişi ile Haziran 2006'ya kadar virüs yaşayabilirmiş. Ancak 2006 sonbaharında ne olur bilinmezmiş!” ..
“Evcil kanatlılar yok edilirse risk azalırmış..
” Bunun içinde operasyonlar devam etmeliymiş…
 Bilindiği gibi Küresel eşkıya ve ortaklarının İran üzerindeki baskıları ve hazırlıkları sürüyor.Bunun içinde bir sürenin daha geçmesi gerekiyor. Benzer hazırlıklar daha önce Irak konusunda sürdürülmüş, Antalya’dan Mardin’e kadar uzanan alanda yerler tespit edilmiş. Binalar kiralanmış, görevlendirilecek insanlarla sözleşmeler yapılmıştı. Aynı şey, şimdide gerekli .
Fakat Türkiye’deki kamuoyu hazır değil, hükümetinde boynu millet karşı eğri.. O zaman bu tür hazırlıklar nasıl yapılacak? İsrail öteden beri , size insansız hava araçları satayım.
Böylece sınır güvenliğiniz sağlansın diyordu ve bir adım öde giderek sınıra yakın yerlerde bunum eğitimin vereyim onun için güney doğu da üs ver diyor..
 Hükümet, direniyordu. İsrail, öz olarak şunu söylüyordu.
Siz sınırlarınızı koruyamıyorsunuz. Bak sınırlarınızı aşan PKK, gidip iç illerinizde bile operasyon yapıyor.Bizim vereceğimiz cihazlarla sınırlarınızı güvenceye alın.Sızmaları önleyin.. Ama kimsenin aklına gelmiyordu, gelse bile dile getirmiyor ki , siz, PKK ile yandaşlığı, müttefikliğini sona erdirin. Irak’da ki şakileri korumayın mesele kendiliğinden biter.
Tıpkı kuş gribinde olduğu gibi..
Bataklık öylece duracak. Siz içerde kendi kaynaklarınızı kurutacaksınız..
ABD’den hiç ummadığımız misafirler geldi gitti.
 İsrail Genelkurmay Başkanı geldi. Hem de Cumhurun başkanı ile görüştürüldü.
 Henüz Türkiye İsrail’e para aktarmaya ikna edilememişti. Fakat ne olduysa oldu. Şemdinli patladı… Şemdinli’de patlatıldı. Bunun üzerine gelişmeler gösteriyor ki her halde İsrail tipi askeri araçlara yatırım yapmaya Türkiye ikna edildi

. AV, UZMANLARI

Öte yandan da Türkiye, İran sınırında ABD’ye imkan vermekten kaçıyordu.
 Kuş gribi bahanesiyle zannediyorum olanlar oldu. Hükümet panikledi ..Muhalefet, daha ne duruyorsun daha fazlasını yap diye gaz verir hale getirildi.
Kamuoyu hazırlandı....
Şimdi “araştırma- inceleme “ adıyla ABD uçakları “uzman” taşıyor Bilen bilir.Bu tür uzmanların(!) neyin uzmanı olduğunu?
Ve kime bağlı çalıştıklarını da...
Eğer verecekleri rapor doğrultusunda belirli illerimizde karantina ya da benzer tedbirler ilan edilerek giriş çıkışlar engellenir, daha doğrusu “uzmanlara” uygun çalışma imkanları sağlanır, bu uzmanların daha rahat etmesi için malzeme nakliyatı ve bunların ikmali,depolanması için yine alanlar oluşturulursa hiç şaşmayan. Çünkü İran’a müdahale için zamana ihtiyaç var ve rahat müdahale için yer gerekli..
 Buda en iyi yer doğu Anadolu.
Ve İran sınırı. Kamuflaj hazır:
Kuş avındayız ve aşı için 2006 sonbaharına kadar bereketli topraklardan numune alıp materyal topluyoruz Doğu Anadolu dağlarını ve ovalarını kolaçan ederek uygun çiçekler!
Toplanıp karışım yapılarak dağlarımıza ve ovalarımıza yapıştırılması gerek ki kuşlar buralara bassın ve tehlike geçsin!
Ya da, tüm ülke üzerine “ Made in USA” imalatı “cibinlikler” çekilerek bütün bir millet korunmaya alınsın!.. İran bombalanır, o gürültüler içinde siz eve kapanırsınız
 Dışarı çıktığınızda bir de ne görün. Sevr’de çizilen harita uygulama alanı bulmuş, Ermenilere vaat edilen topraklar, üzerine yaşayan Kürt nüfus iyice dezenfekte edilerek, kalırsa Türkler; ancak klorlanmak suretiyle ayak basacağı, hale getirilmiştir.
 Tıpkı 36. paralelin üstünü Saddam’a karşı, Türkiyede, lıkır lıkır “Made İn USA” yazılı süt tozları içirtilerek uyutulan sözde zinde kuvvetlerin desteği ve gözetiminde korunup koklandıktan sonra Türkiye’nin can evine çevirtilen hançer haline getirildiği gibi .
O zaman ne kuş gribi neden başka şey kalır.
 Tüm milletin kuş palazına yakalanma riski azalır. AB’ derhal kapıları açarak ve öncelikle Van merkezli büyük Ermenistan’ı sonra da sınır garantili Türkiye’yi içine alabilir.
Ve Süleyman’ ye merkezli küçük Kürt federasyonu, ise ABD’nin en çok yardıma ve sömürüye mahzar alanı olarak hayatta kalma imkanı verilir.
Baktınız kontrolü sağlayamıyorsunuz.
O zaman ABD şemsiyeli, İsrail dipçikli olmak kaydıyla küçücük ülkeler ve -ABD ve İsrail olmasa- birbirlerini her an yemeye hazır milletlerden oluşan büyük Asya ve Afrika birleşik federasyonu devreye sokulur..
Böylece Avrupa’yı AB ile, Asya’nın bir kısmı ile Afrika’nın kuzeyini birleşik federasyonla Rusya ve Çine karşı demir örgülerle korur, kuş gribine karşı dirençli hale getirirsiniz..
Ve sonuçta iskartoya uğratılmış nüfusları ve ele avuca bakan kabile şefleri ile bir güzel küresel ayarlama yapmış olursunuz.. Bir kuşla kaç taş bağlama operasyonunu tamamlarsınız..
Kuş tiridine pilav güzelde..
Yerlerse..

Hiç yorum yok:

kim nerde görmüş ise öyle bilir....... Necati Çavdar

  https://www.facebook.com/photo/?fbid=10155049048712700&set=a.10153847261797700 https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150497860737700...