27 Mart, 2020

VİRÜS; İMKAN SAĞLAR MI?..şte Virüs mahkûmiyetinin 4. Gününde İnzivadan/itikaf dan 7 maddelik inciler:


VİRÜS; İMKAN SAĞLAR MI?
Virüs dolayısıyla  insanlığın içine düştüğü  vaziyet, ekonomik, sosyal, siyasi,  dini yapılanmalarda yeni imkanlar sağlayabilir.
Yeni düzen oluşturulabilir.
İşte Virüs mahkûmiyetinin 4. Gününde İnzivadan/itikaf dan   7 maddelik inciler:
1-      EKONOMİ :
Uzak yerlere değil insanların yaşadıkları ve çabuk  ulaşacakları işyerleri teşvik edilmeli..
Krizlerde tüm ekonomi tıkanmamalı. İnsanlar evinde  yada yakın çevresinde  iş yapabilmeli..
Koca koca devasa sanayi tesisleri değil fason üretim yapacak küçük işletmeler ön plana çıkarılmalı
Şehirler kalabalık değil dağınık ve mutlaka üretime yönelik alanlara sahip olmalı.
İnsan, eve mahkûm olmamalı. Her yaştan ve cinsten insanın meşgul olabileceği bahçeli evler oluşturulmalı. Hem üretim hem vücut hem ruh sağlığı korunmalı.
Teşvikler, üretene ve de üretime  verilmeli.. Paradan para değil üretimden  para kazanma yolları  açılmalı.. Vergi yük değil kolay ödenecek şekilde ve de - kamu   imkanlarının- vergilerin harcaması   şeffaf,  çok katı kurallara, ağır yaptırımlara bağlanmalı..

2-      DEVLETLER:
 Öncelikli olarak insanı /canı ve ticari yolları koruma esaslı olmak üzere örgütlenmeli…
Ticaret önündeki her türü engel kaldırılmalı.
Üretim esas olmalı..
Yer altı ve yer üstü tabi kaynaklar insanlığın ortak değeri olmalı. Ucuz  ve kolay erişilebilmeli..
Sınırlar;  anlamsız ve krallara iş bulma alanı olmamalı. İnsanlar; silah ve şiddete sarılmadan  her alanda düşüncelerini ortaya koyabilmeli..
3-      SAĞLIK; 
Tüm insanlık için ortak değer olmalı.  Hastalıktan koruma esas olmalı..
Hastalığı tedavi değil İlim adamları çalışmalarını paylaşarak birlikte yürütecek İmkânlar oluşturulmalı.
4-      SİYASET:
Daha öncede  teklif ettiğim dijital teknoloji imkanları sonuna kadar kullanılarak    “e-meclisli” idareye geçilmeli..
Tüm vatandaşlar; her alanda   tolumu ve ferdi ilgilendiren her işe katılabilmeli. Her meslek gurubu kendini ilgilendiren alanda ki idarenin karalarlarına  mutlaka dahil olmalı.
Belediyeler, valilikler bakanlıklar ve meclisler  hantal binalardan uzaklaşarak hizmet  odaklı ve de kontrol, murakebe , yönlendirme işini öne çıkarmalı..
“Koruma ordulu”, teşrifatlı idareden sade, halka yakın, iç içe bir yönetim anlayışına girmeli..
5-      SOSYAL: Soyal alanda dijital çağın tüm imkânları kullanılmalı.
6-      ÖĞRENİM:
  Koca koca  işe yaramaz binalara yatırım yapılmalı.
Klise düzenli koca amfilerde ne ilim olur ne üretim. Olmuyor da..Bunlardan vaz geçilerek her meslek kendi icabına göre işin başında verilmeli..
Basit, sade mekanlarda çok az zaman geçirilecek tarzda uygulamalı öğretime geçilmeli.
Dijital teknoloji en etkin şekilde kullanılarak az hoca, çok talebe düzenine geçilmeli.
İlk mektepten en yüksek kadameye kadar  işi bilen, kendini  yenileyen, üreten  hocalara yer verilerek teknolojiyle insana ulaşılmalı..
Her kademedeki talebe genel kültür yanında iş beceris ve sanat sahibi olmalı.. 
Sıpyan mektepleri hariç her kademedeki öğrenim herkese açık olmalı.
Hangi yaştan ve meslekten olursa olsun isteyen istediği alanda öğrenim alabilmeli ve de başaran devam etmeli.
7-       
DİNİ MEKÂN VE ÖĞRENİM:
Camiler kapandı.. İhtiyaç kalmadı..
Peygamberi metoda aykırı koca kürsülerde bağırıp çağıran müşterisine(cemaate) caka satan tipler çok şükür millete yük değil..
Camilerin, ibadet için toplanılan mekanların kapanması dolayısıyla insanlar; ibadetlerini yapmaktan da vaz geçmiş değil.
O halde daha önce de sık sık yazıp konuştuğumuz gibi her yerde büyük camilere ihtiyaç yok.
Yıllık kongre olan Bayramlar,
Haftalık kongre buluşması olan Cumalar gibi ; Gösteri, miting ibadetleri için şehirlerde bir tane büyük cami..ya da çok gayesi olan meydan oluşturulmalı..
Toplu ibadetler ve haftalık, yıllık meselelerin halli buralarda yapılmalı
Mahallerde çok sayıda çok küçük mescitler olmalı..
Böylece boşa masraf yapılarak, insana harcanması gereken kaynaklar atıl, şekilsiz estetikten uzak ucube binalara harcanmamalı.
En önemlisi binlerce işe yaramaz , kültürsüz, her hangi bir sanatı olmayan, ezberci, tefekkürden ve insandan uzak DEVLET MEMURU tipli dinden geçinenler önlenerek insana öncelik veren kaliteli önderler yetiştirmeli.. Veya kaliteye fırsat tanınmalı..
26 Mart 2020

İnsanlık virüse çare arıyor. Önemli olan her tehdide direnip hasta olmamak Direnç için çare en az günde 5 kez ABSEST Niye mi...?




Necati Çavdar bir paylaşımda bulundu.İnsanlar müslüman olmak zorunda değillerdir.
Bu hastalık adres sormaz.Pasaport sormaz..
Zengin, fakir ayrımı yapmaz.İrk ayırımı yapmaz..
Dolayısıyla bir önerisi var.
Selâm ve dua ile..








İnsanlık virüse çare arıyor.
Önemli olan her tehdide direnip hasta olmamak
Direnç için çare en az günde 5 kez ABSEST
Niye mi...?



Top of Form
Yorumlar
·         Ekrem Polat Yaradan mükemmel yaratmış kusursuz. Nekadar şükretsek ödeyemeyiz. Çok şükür
Bottom of Form


25 Mart, 2020

NAXÇIVAN, HARDASAN ?..

NAXÇIVAN, HARDASAN ? (*)(Okuma parçası)
Azerbaycan’a bağlı bir özerk cumhuriyet olan Nahçıvan, ülkemizin doğusunda, İran ve Ermenistan sınırları arasında ve bu ülkeler tarafından çepeçevre sarılmış, Dilucu mevkiinde Aras Çayının 10-15 km.lik bir kesiminde sınırdaş olduğumuz küçük bir toprak parçasıdır. Burası, Türkiye dışındaki Türk devletlerinden ortak sınırımız olan tek ülkedir. “Türk Kapısı” ya da “Şark Kapısı” olarak da bilinir. 400 bin nüfuslu kırsal bir topluma yuvadır Nahçıvan ülkesi. Haritalarda görmek için dikkatli bakmak ister.
Bu girişle, başlıkta yönelttiğimiz “Nahçıvan neredesin” sorusunun cevabını da vermiş oluyoruz. Nahçıvan tarihte zaman zaman Türk, Rus, Pers-İran İmparatorluklarının parçası olmuş bir topraktır. Nahçıvan Hanlığı olarak da tarih atlaslarında yer bulur. Yüzölçümü, geçen yüzyıl başlarında Ermenistan’a toprak kaybı sonucunda 5500 km2 kadar kalmıştır.
Yakın tarihine kısaca bir göz atarsak, I. Dünya Savaşını takip eden karışık günlerde Azerbaycan bağımsızlığını kazanırken burada da “Araz Türk Respublikası”nın (Aras Türk Cumhuriyeti) kurulduğunu görürüz. Sovyet devrimi sonrasında, coğrafi olarak Azerbaycan’dan kopan bölgede 1921 yılında -Azerbaycan SSC‘ye bağlı- Nahçıvan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin (NSSC) kurulduğunu, aynı yıl Mart ve Ekim aylarında Moskova ve Kars Antlaşmaları ile Türkiye’nin Nahçıvan’ın “özerkliğini” ve “dokunulmazlığını” Rusya ve Ermenistan’a kabul ettirdiğini öğreniriz, gururla. Bu son Antlaşma doğrultusunda 1922’de özerkliği sağlanan “Nahçıvan Diyarı” Şubat 1924’te “Naxçıvan Muhtar Sovyet Sosyalist Respublikası” olarak kurumsallaşmış, Azerbaycan’ın bağımsızlığına yeniden kavuşması (1991) ile de bugünkü adı olan “Naxçıvan Muhtar Respublikası” (Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti) ile mevcut statüsünü kazanmıştır.
Tarih bahsini kapatmadan, Ankara’dan milli mücadeleyi yürüten TBMM Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmadan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin temellerini de atmıştır desek yanlış olmaz.
Zaten bu ülkeyi Ermenistan istilasından Osmanlının 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa kurtarmıştır 1918’de. Nahçıvan’ı “Şark Kapısı” olarak niteleyen de Karabekir olmuştur. Kendilerinin de kabul ettiği gibi, Aras Türk Cumhuriyetinin ilhamını da o vermiştir bölgedeki Azeri kardeşlerimize. Karabekir’in adı, şimdi başkent Nahçıvan’daki Kazım Karabekir Paşa Camiinde yaşatılmaktadır.
Buranın Azerbaycan üzerinden Orta Asya’daki uzak kardeşlerimize kavuşmanın “giriş kapısı” olduğunu bilen Atatürk de Nahçıvan’ın özerk ve Azerbaycan’a bağlı kalmasına önem vermiştir. Onun Nahçıvan’a “Türk Kapısı” dediği ve Nahçıvan’la sınırdaş olabilmek için Dilucu’nda İran’dan toprak satın aldığı bilinir.
Atlayalım üç çeyrek yüzyıl. Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla 1991’de Azerbaycan bağımsızlığına tekrar kavuşunca Nahçıvan’la aramızdaki “Demir Perde” de yıkıldı doğal olarak. Artık aramızdan sadece Aras Çayı akar usul usul. 1992’de kardeş Türkiye’nin yaptırdığı Dilucu-Sederek köprüsü, ortak bahçelerinden “uluslararası sınır” geçip bölünmüş, ayrı ülkelerde birbirinden kopuk kalmış kardeşleri yeniden birleştirdi aynı aile içerisinde…
Adına biz “Hasret Köprüsü” demişiz, onlar “Ümid Körpüsü”. Açılışı 28 Mayıs 1992, açanlar da zamanın Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel ve Nahçıvan Ali Meclis Başkanı Haydar Aliyev.
Bu köprü, yalnızca Türklerle Azeri kardeşleri arasındaki neredeyse bir asırlık özlemi gidermekle kalmadı, aynı zamanda Nahçıvan’ın son yıllardaki büyük kalkınmasına olanak sağlayan ekonomik açılımı kolaylaştırdı. Bugünkü Nahçıvan’ın, toplumsal gelişmede kaydettiği yüksek düzeyi anlatmak ise bir havayolu dergisinin sayfalarına sığmaz. Ben merak edenlere “gelin, görün” derim sadece.
Mehmet Emin Kiraz
TC Nahçıvan başkonsolosu

İnsanlık virüse çare arıyor. Önemli olan her tehdide direnip hasta olmamak Direnç için çare en az günde 5 kez ABSEST Niye mi...?

Necati Çavdar bir paylaşımda bulundu.İnsanlar müslüman olmak zorunda değillerdir.
Bu hastalık adres sormaz.Pasaport sormaz..
Zengin, fakir ayrımı yapmaz.İrk ayırımı yapmaz..
Dolayısıyla bir önerisi var.
Selâm ve dua ile..
Necati Çavdar
İnsanlık virüse çare arıyor.
Önemli olan her tehdide direnip hasta olmamak
Direnç için çare en az günde 5 kez ABSEST
Niye mi...?
Yorumlar
  • Ekrem Polat Yaradan mükemmel yaratmış kusursuz. Nekadar şükretsek ödeyemeyiz. Çok şükür

21 Mart, 2020

Aytaç Yalman: Minareler; Süngü Kubbeler ; Miğfer Allahü Ekber..Allahü Ekber



Minareler; Süngü
Kubbeler ; Miğfer
Allahü Ekber..Allahü Ekber

///////////////////////////////////
Minareler; Süngü
Kubbeler ; Miğfer
Allahü Ekber..Allahü Ekber
1995 – 1998 yılları arasında Adana’da bulunan 6. Kolordu Komutanlığı’atanan Aytaç Yalman..
Prosedür gereği Birinci Ordu Komutanlığı'nda tören yapıldıktan sonra toprağa verilmesi gereken Yalman, virüs taşıdığı gerekçesiyle daha izole bir ortamda toprağa verildi. Salgından dolayı Yalman'ın cenaze töreninin nerede ve ne zaman yapılacağı bilgisi kamuoyuyla paylaşılmamıştı. Törene 1 tuğgeneral ile Yalman'ın 4 yakını katıldı..
.................
Saygı Öztürk, Yalman'ın Koronaivirüs nedeniyle öldüğünü iddia etti.
Yalman'ın eşi ve kız kardeşinin de karantina altına alındığını belirten Öztürk şu ifadeleri kullandı;
"'Aytaç Yalman önceki gün sessiz sedasız toprağa verildi. Fenerbahçe'de spor yaparken rahatsızlanıyor. Özel bir hastaneye kaldırılıyor. Daha sonra GATA'ya sevkediliyor. Orada kendisine malum virüs olduğu ifade ediliyor. Pazar günü de vafat ediyor. Bir komutanın nasıl toprağa verildiğini hepimiz biliyoruz. Yalman haber verilmeden apar topar annesinin yanında toprağa veriliyor. Eşi ve kardeşi da hastanede karantina altına alınıyor''.
"Cenazesinin hastaneden alınıp mezarlığa götürülmesinde Merkez Komutanlığı tarafından taşıma ve saygı mangası görev yaptı. Ailesinden alınan bilgiye göre cenazeye ordunun görevlendirdiği 1 tuğgeneral ile 4 yakını katıldı.
“Bu tip durumlarda iki kat plastik torbaya kireç koyup mezarın altına iki parmak, cenaze konulduktan sonra da yine iki parmak kalınlığında kireç dökülüp sonra üstü kapatılması gerekiyor. Ölen kişi nefes alıp vermediği için ağzında burnunda bulunan virüs en fazla 8 saat kalabilir. Cenazeye katılanlara virüsün bulaşması söz konusu değildir.”
Peki Aytaç Yalman, Fenerbahçe Orduevi’nde virüsü nasıl kaptı? Orduevi'ndekilerin verdiği bilgiye göre bu henüz bilinmiyor:
""Aytaç Yalman'ın nerede virüsü kaptığını net olarak bilmiyoruz. Paşanın hastaneye kaldırılmasından ve durumunun netleşmeye başlamasından sonra kimseye bilgi verilmeden yakın temasta bulunanlar kontrolden geçirildi, evlerine gitmesi istendi. Evine gönderilenler arasında spor salonunda, Aytaç Paşa'yı karşılayıp elini sıkanlar da var."
Yalman'ın eşinin halen yoğun bakımda olduğunu yazan Öztürk, Yalman'ın eşi Belma Yalman'ın yoğun bakımda tedavinin devam ettiği ve uyutulduğunu söylüyor ve "Kardeşi Çiğdem Hanımın koronavirüs testinin ise negatif çıktığı belirtildi" diyor.
"Aynı kampüste aralarında Genelkurmay eski Başkanlarından emekli Orgeneraller Hüseyin Kıvrıkoğlu, İlker Başbuğ, emekli kuvvet komutanlarından orgeneraller Atilla Ateş, İlhan Kılıç, Şener Eruygur, emekli oramirallerden Salim Dervişoğlu, Uğur Yiğit, Metin Ataç'ın da korumalı lojmanlarının da bulunduğu Fenerbahçe kampüsünde çok sıkı önlemler alındı.
Kampüse girişler sınırlandırıldı, içeriye alınacaklar da termal kameradan geçiriliyor, ateşi ölçülüyor. Fenerbahçe kampüsünde görevli askerlerin büyük bir kısmı bağlı bulundukları askeri birliklere gönderildi. Kampüste çeşitli görevlerde bulunan sivillerden de kritik personel dışındakilerin de ikinci bir emre kadar gelmemeleri istendi."
/////////////////////////////////////////////////////////////
PİŞ DE GEL
4-7:“PİŞ”DE GEL
Olur ya..Bir gün gelirde;
” Mescitler; kışla,
Minareler; süngü “oluverirse!
“Mescitler; kışla,
Minareler; süngü dedi diyerek birilerinin önü kesilip, hapislere atılmadı, siyaseten linç edilmeye kalkılmadı mı?
Cumhurbaşkanlığı konusunda bu gün yaşananlar aynı temele aynı korkuya dayanmıyor mu?
Dün Demirel’e 12 Mart’ta muhtıra dayayıp, özel okulları devletleştirerek gidişatı zapturapt altına almak isteyenlerle bu gün imzasız bildirilerle gece yarısı sanal alemi kullanarak korku salanlar aynı çökeleğin su olsalar gerek..
Dün Ali Hersek’in gençlik yıllarında demokrasinin önü, mescitlerde imamlık yaptı diye tıkanıyordu. Ali Hersek, çocuk, torun sahibi oldu,yaşlandı, öldü gitti, bugün yine aynı zihniyet horlatılarak başörtüsü bahane ediliyor..
Burada bir parantez açmak istiyorum.
Bilindiği gibi Tayyip Erdoğan, yukarıda verilen şiir gerekçe gösterilerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından düşmüş sayılarak10 ay hapse mahkum olup, Pınarhisar Cezaevi’nde 4 ay yattığı hapse girdi.
Hapse girdiği gün;
“PİŞTE GEL
Saltanat ne yüce olsa; halka inmek
Fazilettir, erdemdir; halkla birlik
Marifet, halk içinde Hak’la olmak
Git yiğidim; tez elden “piş’’ de gel
Uzaklaş; biraz ahbab, yarandan
Silkin; fani dünyanın varından
Korkun olmasın; hiç yarınından
Git yiğidim; tez elden “piş’’ de gel
Git gör; asıl karanlıklar neresi?
Neden millete terslik, gönül karası?
Geçer zaman; ne ki, iki direk arası
Git yiğidim; bekliyorlar ‘’piş’’ de gel
Nice sultanlar; daha önce hapse girdiler
Çok mazlumlar; maksuduna orda erdiler
Mülkün; emanet olduğunu orda gördüler
Git yiğidim sultanlık beratını al da gel”
“28 Şubat Türküsü” ismini verdiğimiz kitapta yer alan şiiri yazmışız.
O gün”Muhtar Bile olamaz” manşetleri atılmış..Bu gün Tayyip Erdğan Hükümetinde Adalet Bakanı mevkiini işgal eden Cemil Çiçek “İmam -Hatiplilerin polis yapılmadığı memlekette Erdoğan’ı Başbakan yapmazlar” fetvasını verdiğinden FP kapatılınca uzunca süre tilki uykusuna yatarak AK Parti’ye katılmamıştı.
İşte bu hadiselere neden olan mahkumiyeti alması çeşitli şekillerde yorumlandı.
Ancak gerekçe hep “şiir” olarak ortaya kondu.Fakat Hakimlerin önüne getirilen hadisenin perde arkasındaki olay ne idi...
Süreç nasıl ve niçin başlatılmıştı?
O günlerde Siirt’e vazife başında olan bir arkadaşım şöyle dedi:
“Erdoğan Siirt’e gelince doğruca kendisini büyük bir kalabalığın beklediği alana gitti.Konuştu.Sonra ver elini İstanbul.Aslında resmi gezi olmasa bile İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olarak, Siirt Garnizon Komutanını ziyaret etmesi bekleniyordu. Etmedi.Ve bu tavır başkaldırı olarak algılandı.Sonra olanlar oldu.”
Refah Partisi’nin kapatılması için Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, dava açmıştı.
Gerek kamuoyunda gerekse parti içinde “Erbakan’la olmuyor.Yeni biri gerek” beklentisi ortaya çıkmıştı.
Bu iş için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı “Tayyip Erdoğan” ismi öne geçmişti bile.. Bir çok ilden “Bize de gel” devletleri yapılıyordu.
Aman zuhur etmiş, geceler yeni doğumlara gebe idi.Ülkeyi karabasan gibi sarmalayan gece karanlığından yeni bir fecr gelecekti. Neden “...olmasın “ dı?
Erdoğan’dabu davetlere “icabeti” iyi bir kar sayıp sadece İstanbul’da “menfa”da kalmasını bekleyenlere inat Türkiye’yi kucaklamak üzere Anadolu’ya açılıyordu.
Hedefteki Ankara’ya –belki Çankaya-ulaşmak üzere Anadolu fethine çıkıyordu.
Parti kapatılma davası açıldığından yaklaşık altı ay sonra Erdoğan davete icabet gereği Siirt’de görüldü.
Kendisini bekleyen büyük kitlelere; “Benim Referansım İslam” dır diyerek bunu söyleme hakkına sahip değilsem o zaman insan olarak yaşamamın ne anlamı var?
Eğer ben insansam... Ben bir torna makinasından çıkmış demir parçası değilsem, inancımı rahatlıkla koruyamayacaksam, söyleyemeyeceksem, bu şehitler ülkesi Türkiye’de benim ne işim var...
Amerika’da Clinton; ‘Benim referansım İncil’dir’ diyor,saygı duyuluyor.Ve Amerika’nın iki dönem başkanı oluyor. Amerika’da bu olunca güzel olurda..”diye devam ettiği konuşmasını keserek dinlediği Ezan’a atıf yaparak biraz önce İstiklal Marşı’nın iki değil “on kıta “olduğu hatırlatmasını yapıyor.
Yakın zamanların en iyi hatiplerinden biri olarak “vücut dilini” iyi kullandığı iddia edilen Erdoğan,heyecandan coşkunun doruk noktasına çıktığı meydanda;
“ Bu Ezanlar ki şahadetleri dinin temeli.
Ebedi yurdumun üstünde inlemeli..
İstiklal Marşında böyle yazacak, ezanı susturacaklar!
Ben böyle yiğit daha görmedim... Çıkamaz öyle yiğit.. Mümkün değil susturamazlar..Yanardağ oluruz, yıldırım oluruz. Ezanı susturanların karşısında patlarız. Bu işin lamı cimi yok.Biz bunun için varız..
..
Kardeşler!..
İstiklal Marşı, bizim manifestomuzdur.İstiklal Marşı bu.Lamı cimi yok.İstiklal Marşı’nın ruhundan alıyoruz kuvvetimizi.Orada ne diyor?
Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal.
Dikkat edin.Orada ‘Hakkıdır kul’a tapan milletimin istiklal demiyor. Biz kula kul olmadık, olmayacağız. Evet..Biz hakka Kul olduk.Galubela’dan beri Hak’ka kul olduk, olacağız.. Kıyamete kadar böyle devam edecek bu yolculuk”diyordu.
Ve Erdoğan;
“Minareler; süngü
Kubbeler; miğfer
Camiler; kışlamız.
Müminler; asker “
diye haykırarak 6 Aralık 1997 günü, buz gibi bir havada coşkudan terleyen halka şiir okuyordu.
Şiir, Erdoğan’a İstanbul İmam -Hatip lisesinden Edebiyat Öğretmeni Yaşar Fersahoğlu’ndan kulağına küpe kalmıştı.
Bilmem Erdoğan gidip elini öper mi?
Ruh dünyamızın mayalanmasında etkisi büyük olan edebiyat hocalarımızdan “ Farsakzade Yahya” olarak bildiğimiz, büyük Türkmen ulusu Yaşar Fersahoğlu bu gün Marmara İlahiyatta Profesör olarak sesiz sedasız hizmet vermektedir..
Şeriatla Suçla, Ayetle Mahkum Et
Daha önce Osmaniye’de okunan aynı şiir, neden Siirt’te okununca dava konusu olmuştu?
Tayyip Erdoğan’ın popülütesi gayet yüksek idi.Gittiği yerlerde ilgiyle karşılanıyordu. Siirt’de de öyle oldu.
Buraya kadar her şey normaldi.Kimsenin burnu kanamadı.Herkes evine gitti..Hatta konuşmayı Siirt valiliği adına izleyen Hükümetin komiseri Ahmet Cemil Özmen, durumu vilayete “Asayiş, berkemal” olarak iletmişti.
Ancak kimilerine göre anormal bir durum olmuştu.
Erdoğan’ın konuştuğu Siirt’de “olağanüstü hal yönetimi” söz sahibi idi.bu nedenle de gelerek baypas ettiği Garnizon Komutanlığı, daha bir önem arz ediyordu. Kimileri hadiseyi “ Devletin esas sahibine biat etmedi” ve bunu bir başkaldırı olarak algılamıştı. Ankara’ya haber öyle uçurulmuş, Osmani’ye de kimsenin haberdar bile olmadığı konuşma akşam haberlerinin en tepe noktasına çekilmiş, döne dene verilir olmuştu.
Tabi bu arada, hiçbir şeyden etkilenmeyen bağımsız yargımız harekete geçmişti bile. Yargının bir parçası ve Refah Partisini kapatmak için iddianame hazırlayan Vural Savaş, dava dosyasına yeni bir suç unsuru eklemek üzere Erdoğan’ın mitinginin tümünü çeken Ulusal Basın Ajansı, UBA’dan bir kopya istiyordu. Düğmeye basmak için..
Fakat,o biraz geç bile kalmıştı. Siirt Garnizon Komutanlığı bölgesindeki Siirt savcısı zaten 1997/42 nolu fezlekeyi hazırlamış, Diyarbakır DGM Savcılığına “özel kurye” ile çoktan göndermişti.
Haçlı ruhunun ve Batı değerlerinin temsilcisi Doğu Roma İmparatoru Romen Diyodjen’in Türklere ebedi vatan yapmak üzere Anadolu’ya girmek üzere olan İslam hükümdarı Alparsalan’a karışı söylediği;
“Yaktırayım Kur’an-ı
Yıktırayım Kabe’yi
Şarka gelen görmesin
Minareli kubbeyi” şeklindeki iddialarına cevap teşkil edecek şekilde Alparslan’ın ağzından verilen;
“Minareler; süngü
Kubbeler; miğfer
Camiler; kışlamız.
Müminler; asker “
Şeklindeki şiiri Erdoğan; bölge üzerinde etki oluşturmaya çalışan ayrılıkçılığa cevap olarak söylediğini belirtiyor, iddia makamları ise O’nu “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik”le suçluyordu.16 Ocak1998’de RP kapatılarak Erbakan’a siyasi yasak konurken, O’ yerine geçmesi en yakın kişi görülen Tayyip Erdoğan için Diyarbakır DGM savcısı, sonucu Erdoğan’ı mahkum edecek ve bir süre siyasi yasaklı hale getirecek olan 312. Maddeye muhalefetten dava açıyordu.
Diyarbakır DGM’sinin Başkanı sivil Hakim Hidayet Okçu ile Askeri Hakim Yüzbaşı Mehmet Soykam’ın mahkumiyet, sivil Hakim Yunus Karabıyıkklıoğlu’nun berat yönünde oy kullandığı mahkeme kararına göre Erdoğan,”Halkı din ve ırk farklığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçemsiyle TCK’nın 312/2. maddesinden mahkum ediliyordu.
Erdoğan’nı mahkum eden kararda :
Konuşmanın ”fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi” gerekir şeklindeki ünlü bilirkişilerin raporu için ”Konuşma yapıldığı tarihte Türkiye’deki ortam dikkate alınmadan değerlendirilmiştir”şeklinde suçlama getirilerek Erdoğan’ın konuşmasındaki “Nemrut ve Firavun” benzetmeleri ve pislikler” sözcükleri öyle yorumlanıyor ki “Laik yurttaşlar, MGK üyeleri ve üniversite hocaları dahil onların arkasındaki kurum ve kuruluşları da hedef aldığı”
”Kardeşler” hitabından farklı maksatlar çıkarılıyor, “inanç birliği, aynı ülkenin insanları arasında süngü ve miğferle sağlanamaz” denilerek Erdoğan’ın;
“Minareler; süngü
Kubbeler; miğfer
Camiler; kışlamız.
Müminler; asker “diye hitap etmesi ”Ordu bize karşı ise bizim de camilerde kışlayan inanlar ordumuz var.hiçbir şey bizi sindiremez”şeklinde değerlendiriliyordu..
Bu satırların yazarı gelişmeler üzerine Gümüşhane’ye kadar giderek, söz konusu şiir için daha önce yapılan yargılama olayını Akit Gazetesi’nde yayınlanan “Şiirin Serüveni” başlıklı bir dizi yazıya konu etmişti.
Çünkü aynı şiir 1967’lerde Demokrat Gümüşhane gazetesinde İlhan Yardımcı’nın yazısı üzerine dava konusu olmuş, CHP eski milletvekili savcıya giderek;”Olur’mu?.. Bu şiiri tiyatro oyunu içinde geçtiği için Mustafa Kemal ile kaç kez ayakta alkışlamıştık.Üstelik, şiirin yazılmasına sebep, Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi ile Mustafa Kemal ile arasında geçen konuşma sonucu Hasan Fehmi bey, İstiklal Harbini yapan Meclis’in Maliye Bakanı olmasına bir neden olmuştu.Gerçektende Hasan Fehmi’nin isteği ile eski Gümüşhane’deki Sultan Süleyman Camii minaresindeki alemden alınan parça, kılıç yapılıyor, istiklal harbinde kullanılmak üzere de Ankara’ya gönderiliyor.
CHP’li eski Milletvekili’nin ikazı üzerine şiir, soruşturmaya gerek kalmadan mahkemeye bile çıkmıyor. O dönem Gümüşhane’den öğretmen olan İlhan Yardımcı, mahkum olmaktan kurtuluyor.
Fakat Erdoğan, şiir okuması yüzünden aldığı mahkumiyet kararı sonrası,”Milli Görüş” gömleğini çıkarılacaktı.Yoksa O’na göre yol almak mümkün gözükmüyordu.
Ve bu mahkumiyet sonrası ziyaret ettiği Fazilet Partisi Genel merkezinde siyasi yasaklı Erbakan’da oradadır.Erdoğan’ın alışılanın aksine hocası, çocuğunun isim babası Erbakan’ın burada elini öpmediği dikkatlerden kaçmıyordu. Daha sonra bu hareketle Erdoğan’ın Erbakan’ın kontrolünden çıkarak ayrı hareket edeceğinin işaretini vermişti şeklinde değerlendiriliyor.
Vural Savaş, doğmadan çok önce ölerek kemikleri bile kalmayan Ahmet Cevdet Paşayı Erdoğan’ın sevmediğini iddia bile etmişti. İlerde Tayyip Erdoğan’ın AK Partisinde Genel Başkan Yardımcısı olarak Ali Hersek’in kader çizgisinde etkisi olacak olan Erdoğan’ın avukatı Hayati Yazıcı’da Vural Savaş için kanunlarda yer almayan suçlar teşkil ederek Erdoğan’ı suçladığı gerekçesiyle “disiplin soruşturması” istiyordu.
Erdoğan “Eğer FP, Genel Başkanı olur isem belki mahkumiyet kararı çıkmaz” diye düşünüp, çevreye ilete dursun 14 Mayıs 1998’i gösterirken FP’nin “ilk adım” ismi uygun görülen “kongresi yapılıyordu. Henüz RP, kapanmadan kurulan ve Genel Başkanlığı’nı Erbakan’ın avukatı İsmail Alptekin’in yaptığı FP’nin başına Ali Hersek’i “Temsan’daki görevinden alan” eski Enerji Bakanı Recai Kutan, en iyi emanetçi olarak getiriliyordu. Salondaki izleyicilerin büyük alkışı arasında konuşan Erdoğan ise ”Demokrasilerin sadece kürsülerde konuşarak savunulmayacağının altını çizerek “güdümlü “ demokrasiden bahsedip; ”Ben yöneten demokrasiden yanayım.FP, demokrasinin gereğini yerine getirmeli, örnek olmalı.. Nesiller bizleri izliyor. Hırs zincirlerini kıralım” diyerek birilerine gönderme yapıyordu.
Ve son sözü 3 Eylül 1998 günü ” Yargıtay, söyledi.Suçlu...
Yargıtay 8. Ceza Dairesi Başkanı Naci Ünver, üyeler Uzel Kızılkılıç, Serpil Çetinkol ve Yusuf Kenan Doğan’ın oyları ile ve Erdoğan için”Yığınları etkileyebilme özelliğinde mevkii sahibi bir kişidir... Bundan sonra yığınların eğilim ve hareketi düşünceden ziyade inşiyaka bağlanır.Yığın artık sürükleyicinin etkisi altındadır.” gibi ’birde “psikolojik olarak irdeliyor, kararın güçlendirilmesi için “Hucurat “suresi bile “laik mahkemenin” kararına temel teşkil edilerek hukuksal(!)kararla yargılama sürecini sona erdiriyordu.
Yani “Laik cumhuriyeti” koruma adına Erdoğan’ı mahkum eden Yargıtay, ayet numarasını şaşırsa da Erdoğan’ın boy ölçüsünü Kur’an-a “Şeriat’a” vuruyordu!
..............................................
https://siyasetcayirindasolangulalihersek.blogspot.com/

///////////////////////
Ya Rab, sen ne büyüksün...
28 şubatta, küçük dağları ben yarattım,
diyen paşalardan olan zat,
4 kişinin katılımıyla toprağa verildi.
Namaz kılanlara,
Ülkeyi İran'a çevirdiniz diyordu,
#Corona virüsü
#İran'dan kaptı.
Namazı kılındı mı meçhul!
Yüz kapamayı yasaklamıştı,
Cenazesinde yüzü açık kimse yoktu!
Aytac Yalman
Şehmus Temiz
Yorumlar

kim nerde görmüş ise öyle bilir....... Necati Çavdar

  https://www.facebook.com/photo/?fbid=10155049048712700&set=a.10153847261797700 https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150497860737700...