Hukukçu ve yazar Selami Çekmegil’in “Kendimizi Tartışmak”(*) isimli katabında “Farklılaşmak Donuklaşmak”, Malatyalı ünlü terzi ve fikir adamı Said Çekmegil’in de daha sonra çıkan “İman”(**) adını verdiği kitabındaki ”Farklılaşmak Şaşkınlığı”nda adlı makaleleri dikkatimi çekti.
Elbette baba ile oğul arasına girmek pek doğru olmasa gerek. Mesele barışa varmaksa mümkün. Ancak bu da bizim haddimiz değil.
Bir çok nesil çatışması görmüşüzdür. Bu “genelde beşeri münasebetlerin farklı yorumu” ve “gizli hakimiyet isteğinin açığa çıkması” şeklinde görülüyor. Ancak fikri çatışma çok nadir görülen şeydir.
Fikri çatışma hele de aynı kulvarda koşarken nefes açacak bir nüans farkı; elbette bir “bilgi”ve “fikri çilenin” ürünü olursa enfes oluyor.
Makalelerin yazarları; sosyal meselelerimize “adam sendee” ve “nasıl gelmişse öyle gitsin, “dememiş, yaşarken onu deşmenin ve değiştirmenin de mücadelesine girmiş iki insan. Sezdiğimiz kadarı ile “büyüklere has” bir özellikle,“kendi emeği” ile rızkını kazanırken öbür yanda fikri çileye adanmış ömür. Dünyalığını başkalarının sırtına yükleyerek çırçır böceği gibi kendi müziğini çalan ama kimseyi bir gram etkileme gücünden uzak olanlardan azade bilge kişiler...
Babası daha keskince ve sınırları daha belirgin bir ekol... Oğul, “Bende varım” deme cehdi içinde, ama babası ile anılan yakın çevrede “tıpkısı”olmadığı gözlenen, kendine has bir şahsiyet. İki nev-i şahsına münhasır insanın, aynı konuya farklı yaklaşımı. Biri hep “bizim” olmuş, bizde kalmış, bizden gideni bize iade etmenin çilesini yüklenmiş. Diğeri “bizim”le olmanın yanında Batı’nın “bizim “ olanını dermiş. Batının “bizimi”ni bize verme gayretini iş edinmiş.
Birincisi gelişmeyi, bilmeyi “Bir”de bilmiş. Onun sıkı savunucusu. Enkazı darbelerle sarsarak “özü” gözler önüne seren kişi. Diğeri gelişmeyi ”Bir” de birleşmek mihveri içinde, “farklı tonların” sergilenmesinde bularak güzellikleri ” farkta “ gören bir tecessüs sahibi. Gözlemlerini Kur’an ve mantık süzgecinden geçiren analizci.
Önce oğul yazıya geçiriyor. Diyor ki; “Hayat, değişmez bir mihver etrafında namütenahi değişkenlerin dönüşümünü yansıtıyor. ”Bu değişimi, “değişmez mihverin” özünden kopmadan “biçimsel bir değişim” olarak değerlendiriyor.
Kendi mihverinde dönen çekirdek etrafına sıralanmış elektron hareketi misali. Ona bağlı ama kendince bir dönüş.
Hemen dikkat çekiyor. Kendi etrafında dönen atom çekirdeğinin oluşturduğu çekim alanı içinde belli bir yörüngede dönen elektronların suni zorlamalarla yörüngeden sapması ve kendi başına kontrolsüz hareketi ile komple atomu mahvetmesi neticesinde ortaya çıkardığı muazzam enerji örneğinde olduğu gibi .”Bu biçimsel değişkenlerin, değişmez mihver olan öz’ün yerini alması halinde hayat hikmetli ve tutarlı anlamını kaybederek,çelişkili bir anlamsızlık yığınına dönüşmektedir. Biçimsel değişkenlerin değişmez mihverin birleştirici cazibesini kaybedip de kopuklaşması halinde ise sonsuzluğa dek dağılmalar ve ufalanmalar tabii bir sonuç olur.”
Bu konudaki fikrini daha da açarak ”Farklılaşmanın olmadığı, gerçekleşmediği ortamlarda hayat durur; zevk, renk ve espiri kaybolur” diyerek tek renkli bir hayatın çekilmezliğini ortaya koyuyor.
Fikir ve hayat çilelerini doksanına merdiven dayamış ömrünün imbiklerinden geçirmiş, tabii olarak kendini “hesaba “daha yakın görme ihtimali olan baba; oğullara ”Mahvınızı görüyorum. Hizaya gel“ derecesine, koruma hissi ile hitap ediyor. “Dildekini hal ile de yaşamak gerekir. Yoksa ne manası olabilir ki, aksi halde özden kendinizi uzaklaştıracak kapılar ararsınız” olarak anladığım “Gayrı İslami dünyacılığın göz kamaştıran yaşantısı ile, iyi bilmediği İslami müeyyideleri telif etmeye çalışan şaşkın kafaların düşündürücü çıkışlarına dikkat çekmek gerekiyor.” diyerek daha ilk cümlesi ile kendi uzmanlık alanına çekiyor
Oğul, gelenekçiliği ”illet” olarak değerlendirip, ”hayat düzeni ritimleşmiş” orta yaşlılarla, yine hayat “düzeni kaymış” yaşlıların üzerine en çok titredikleri şeyin “statükonun korunması”olduğunu belirtiyor. Bu tesbiti bir çok ”önder”de ortaya koyarak kurdukları müesses nizamları gençliğe emanet etme ”akıllılığını ..!” göstermişlerdir. Çünkü düzeni değiştirme cehdinin orta yaşlılarla ve yaşlılarda görülemeyeceği fiziken normal. Bir daha mevcut konumlarına sahip olamamak endişesi ile “bir ömrü riske etmeleri “ konusunda teenni ile hareketleri her zaman görmek mümkün. Onun için gençlik kesiminin kontrolü üzerinde kafa yorulması, hele hele ”koruma ve kollama “işini de o kesime yıktınız mı işi garantiye aldınız demektir.
Baba toplumu birlikte tutan geleneklere dikkat çekerek, geleneklerin ”toptan reddine“ karşı çıkıyor ve tevhidin sürekliliğini sağlayan Sünnetullah ile izah ediyor. Her gelen peygamberin “tevhit çerçevesi” içinde kalmak şartı ile öncekini yenileyen farklı mesajları getirdiğini ihmal ederek. Resullerin vazifelerini bize taşıyan “gelenekleri “daha çok orta yaş ve yaşlıların koruması olmasaydı, ”henüz sağlam beyinlerde izzetle yaşayan İslam hukuku; kerim ahlaki hayalar silinme tehlikesi ile karşı karşıya kalırdı” kesin hükmü Resullerin getirdiklerine daha çok bu yaş guruplarının karşı çıkarak “siz doğru söylüyorsunuz ama.. atalarımızın hukukunu ne yaparız?”endişesini elbette çürütmez. İslam için kesin olan “ilahi koruma” esas olmak üzere, bu uğurda feda edilen gençlerin kanları ve canlarını göz ardı etmemek gerekmez mi? Üstelik Kur’ an gibi yaşlı, genç ayrımına bakmadan her kesime hitap eden bir uyarıcının elde mevcudiyeti biline biline.
İleri yaştaki kesimin farklılaşmayı adeta isyan gibi algılayarak onu boğmak için metodlar icat etmesi her dönemde görülmüştür.
Komünist partisinin polit bürosundan tutun da oligarşik demokrasilerin ”yıllanmış” idarecilerinin ülkede “her zamankinden daha fazla birlik ve beraberlik” adına “tedbir” çabaları boşuna değildir. Oğulun dediği gibi bu “tedbircilerin”, “sürekli yasa çıkartarak” ön açması, sorun çözmesi icap eden “yasamayı “ yalama yapmaları beyhude gayretler olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer ülkemizden bakacak olursak çürümeyi dinamizme çevirecek yeni düşünceleri; halkın önüne lütuf gibi koydukları “sandıkta“ hep kendisini oylatan değişmezlerle “ayrıcalıklı yaşlılar bürokrasisi” tarafından“tehdit ve tehlike” sayarak ona karşı bin bir engel çıkarılması bir yana, sabahlara kadar çalıştırılan Meclis’ten çıkardıkları kanunların neye yaradığını kendilerinin de farkına varmaması bunun bir güzel örneği olsa gerekir. Statükonun devamı için ayak direme ve halkı canından bezdirerek yöneltme eylemi bu yaşlılar sınıfının korku sendromlarından başka ne ola ki? Bunu oğul, her yasanın hürriyetlerden bir şeyler eksilttiğinin şuurunda olarak. ”Bu rejimlerde değişmez biçimde yasa enflasyonu görülmesi bundandır“ diye özetliyor. Statükocular aman efendim, sepet efendimci anlayışla gençleri kişiliksiz ve kimliksiz hale getirirken varlık unsuru gördüklerini boğma telaşları boşa değildir. Genelde de hakimiyet alanlarını kaybetme duygusunu ”vatanın selameti “ vs gibi ne kadar mevcut kutsal varsa onunla eş anlamlı olarak yutturmaya çalışırlar. Yoksa yeni kutsallar ve korkular icat ederler.
Her ne kadar oğulun verdiği “putçu baba Azer” ile oğul Hz. İbrahim, babanın da “Hz Adem’in Ka’bil’i ile Hz.Nuh’un nankör oğlu” örnekleri ilahi değişime yakışan bir örnek ve normal insan için ekstrem ise de Resullerin sünnetleri ve o yolun yolcuları yaş olayına fazla takmamışlardır. Yaş yerine bilgi, cesaret, dirayet, sadakat gibi başka değerleri ön palana aldıkları da bir gerçek. Aksi halde 90 ‘lık sahabeler varken 20’lik delikanlılar ne ordu kumandanı nede vali tayin edilebilirdi. Ne oğulun verdiği “Azer-Hz. İbrahim” nede babanın üstüne basarak verdiği “Hz.Nuh'un nankör oğlu” örneği yukarıdaki gerçeği değiştirmiyor. Kur’an kaynaklı bu örneklerin ifadesi; ilahi emre “ muhataplığının” baba-oğul veya nesep ilişkisinde değil tek tek bireylerin nefsine ait olduğunun göstergesi için olsa gerektir. Yaratanın da toplumun huzur ve sürekliliğinin ataerkil bir devamda değil, tek tek “bilerek, isteyerek ve yerine getirerek” bir kabullenişten geçmesi gerektiğini işaret ettiği düşüncesindeyim. Bu düşünce iledir ki oğul ve babanın örnekleri yakın nesebe rağmen ferdi ayrılığın fıtrattan mümkün, ancak nesebe dayanmaksızın tevhid mihverinde birleşmenin de yine mümkün olduğunun ap açık bir delili olsa gerekir.
İslam milletinin ilerlemesinde her ne kadar ihtiyarların müşavirliği muteber ise de gençlerin enerjisi, karar verme ve yerine getirme iradesi büyük merhaleler kad etmiştir.
Son ölüm kalım savaşında merkezi idaredeki ihtiyar yetkililerin yerlerini muhafaza etme lüksü yanında, gençlerin bir hedef için bilinmeze koşmaları talihin seyrini değiştirmekte az mı pay sahibidir?
Büyük davaların şekillenmesinde ihtiyarların geliştirdikleri fikirlerden ziyade, genç denecek yaştakilerin farklı uygulamalarının paylarının yüksekliği tesadüf olmamalı.
Babanın verdiği Bizans’la şekillenen ”hayasızlık” örneğinden yola çıkarsak Hz.Fatihe nasip olan ”Çağ açma misyonu“ aynı müşavirler kurulunun yön verdiği babaya nasip olmaması rastlantı mıdır acaba? Biri hayatı kendisinin yaşayacağı ümidi ile değiştirme azminde, diğeri sağlam teslim etmenin gayretinde. Biri kaybetme riskine rağmen iyi hazırlanmış fikir jimnastiği içinde ilerlemek için değişim, diğeri bilmişlik edasında sağlam durmak adına fikren ve fiziken stotükoyu korumaya meyilli.
Her ne kadar”Batıl yaşantılara özenirken Müslüman görünmeyi de başarmak isteyen şaşkınlar, yaşlılardan daha çok muvazenesiz gençler arasından çıkar ”fikri ne kadar yalın gerçeği yansıtmıyorsa da ” Davasının doğruluğundan emin müminler,üstünlüğün ancak muttakilerde olduğunu bilirler, yaşlı olsun, genç olsun fark etmez....” hükmünü selamlayarak ortak noktanın bu ölçü içinde bulunacağını iki tarafında kabulü olduğunu söylemek mümkün.
Oğulun verecekleri hala var, baba verebildiğini dolu dolu verdi ve işin son rütüşlarında .
“Farklılaşmak Donuklaşmak” ve ”Farklılaşmak Şaşkınlığı”nda; (kendilerine has sertliğinin ötesinde”baba haklı”, “oğul” biraz daha “haklı.”
.........
(*)Selami Çekmegil – Kendimizi Tartışmak-Timaş Yayınları
(**)Said Çekmegil – İman, Nabi –Nida Yayınları
/////////////////////
http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=65&Itemid=25
///////////////////////////////////////
////////////////////////////////////////
http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1451&Itemid=59
Yazar Necati ÇAVDAR-Çavdarın Obası |
20-10-2009 |
BİR ŞEYLER YAZABİLMEK
Necati ÇAVDAR
Bazen enteresanlıklar sergilese, bizi şaşırtsa da milli meselelerde yiğitçe durabilen sayılı insanlardan Mustafa Başoğlu, sendikal faaliyetleri ve sivil toplum kuruluşu lideri olmanın sorumluluğu ile misyonunun gereğini yerine getirmesinin yanında yayın hayıtıyla da yakından ilgilidir. Sendikal faaliyet ve haklar mücadelesi ile birlikte ülkenin diğer meseleleri ile ilgili kendisinin düşünce üretimini ve düşünce üretenlerin birikimlerini; Genel Başkanı olduğu Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası yayınları ve Başkent TV’de yaptığı Son Nokta programı ile sergiliyor.
Ülkenin geçirdiği “cinnet döneminin” destanı sayılabilecek 28 Şubat Türküsü’nde kendisine de yer verdiğimiz ender kıymetlerden Mustafa Başoğlu, “Son Nokta “ konuklarından www.kriter.org Internet sitesiyle de kamuoyuna seslenen “4 kitap sahibi” Selami Çekmegil ile yaptığı konuşmaları “söz uçar, yazı kalır” düsturu gereğince kitaplaştırarak ilgililerin hizmetine sunmuş. “Başkent TV’de Son Nokta söyleşileri 1” adıyla basılan kitap da; Selami Çekmegil ile yapılmış 12 Ocak 2004 tarihli Mehmet Akif konulu konuşma.. 27 Eylül 2004’de yapılan ve konusu “etiketsiz” düşünce adamı Mehmet Said Çekmegil olan konuşma ve buna bağlı olarak Server Vakfı’nda dinlediğimiz “Çekmegil Düşünce Ekolü” başlıklı sohbet.. Yine 31 Ocak 2005 tarihinde Başkent TV’de Selemi Çekmegil’le yapılmış program yazıya dökülmüş.. Peki, kim bu Selami Çekmegil? O’nu “Mesut Fani” mahlasıyla yazan İsmail Hakkı BAŞER “KADİM DOSTUM'A” başlıklı şiirinde şöyle anlatıyor: “Bir şeyler yazabilsem Selami Çekmegil'e Acz içinde kalırım gayretlerim nafile. Vasfını resmeylemek benim hiç harcım değil, Kağıt kalem yetişmez sıradan biri değil. Ufak tefek görüp de aman çatayım deme Lavlar saçan volkandır bir de coşarsa hele, Coşkun bir nehir olur dicleyle fırat gibi, Ne set ne de bent tanır amazonlar misali. İlişmezsen kendine tevazuda kaybolur, Vefayı ve dostluğu arayan onda bulur. İslamdan taviz vermez, her sözde delil arar, Delilsiz hiçbir hükme asla etmez itibar. Bu tutumuyla aynen Kur'anın bir hadimi, Baş üstünde gezdirir hem kelamı kadimi. Malatya ilimizin soylu asil çocuğu, Said beyin oğludur Sanih'in de torunu. Sanih'i bilen bilir, o bir üstadı azam, Şiirde dürrü yekta, şairlikte muazzam. Ne yazık ki şiiri gün yüzüne çıkmamış, Sayfalar arasında sıkışıp kalakalmış. Şiirden zevk alanlar Sanih'i bir okusun; Divanına bir benzer bulanlara aşk olsun. İşte bizim Selami böyle bir soydan gelir, Velut bir ailenin çok velud bir ferdidir. Daha fazla ta'dada cehlim inan el vermez, Kadim dostum Selami böyle şeyleri sevmez..” Necati Çavdar- 12.10.2005
/////////////////////////
http://demokratlar3.blogspot.com.tr/2017/02/27-mayis-kalkismasi-ve-babamin-esareti.html
|
"27 MAYIS KALKIŞMASI VE BABAMIN ESARETİ" www.kriter.org - YAZAR: Av. M. Selami ÇEKMEGİL
Yazar M. Selami ÇEKMEGİL, |
26-05-2008 |
27 MAYIS, BABAMIN ESARETİ
M. Selami ÇEKMEGİL
Nedense eski yılları unutmak mümkün olmuyor çok kez.
Ben "Masum Anadolu"nun sıradan bir ailesinin sıradan bir çocuğuyum. Anlatacaklarım bu ülke çocuklarının dramını da yansıtacaktır.
***
1960 yılının 27 Mayıs’ında ihtilali duyunca babam, -Demokrat Parti yönetim tarzını beğenmediği için olsa gerek- sanki biraz sevinmişti. Ama sanırım buruk bir sevinmeydi bu… Dört gün sonra güvenlik mülahazası diyerek içeri aldılar.Bir süre sonra da -doğuda bütün içeri alınanlar gibi- Sivas’a kampa yolladılar. Burada
5-6 ay kaldı.
Babam elinin emeği ile çalışan, rızkını bilek zoruyla kazanan biriydi. İçeri alınınca çalışamadığından bonolar protesto olmaya, alacaklılar endişelenmeye başladılar. Bereket versin iş ilişkisini sürdürdüğü alacaklılar çoklukla insaflı insanlardı; anlayışlı davrandılar. Ben bu durumu -tabii babamın tasvibiyle- ihtilalin “kudretli albayı” Alpaslan TÜRKEŞ’e mektupla ilettim: Babamı 1942- 44 yıllarında, askerden ve eserleri ile tanıdığını belirterek, bu nedeni belirsiz tutuklamayı ona duyurdum. Sağ olsun(*) bir telgrafla karşılık verdi. İhtilallerde bu kabil yanlışlıkların olabildiğini, yakında durumun açıklığa kavuşabileceğini, babama kavuşacağımızı, üzülmememizi öğütlüyordu.
O tarihlerde ihbar furyası çok yaygındı. Belki babam hakkında da, fikri karşıtları, (çünkü babamın partici bir yönü yoktu) bir ihbar yapmışlardı.
Bir gün, kimse olmadığı için dükkanda ben bekliyordum. O günün Polis ve jandarmaları hışımla dükkana daldılar, sağı solu aramaya başladılar. Bir şeyler bulmak için şunu bunu döktüler saçtılar… Aniden birisi, iki gün önce masanın üstünde bıraktığım Alpaslan TÜRKEŞ’e ait bu telgrafı gördü ve şefine götürdü. Hemen durdular, bir şeyler konuştular ve daha sonra da çekip gittiler. Anlaşılan Albayın telgrafı daha fazla taşkınlık yapmalarına engel olmuştu. Zaten geri kalmış toplumlarda hep böyledir. Kaba saba davranan görevli-yetkililer arkanızda bir kuvvet vehmederse medenileşiverir, güzelce(!) davranırlar. ALLAH, herhalde acımış, bu kaba insanlar 18 yaşındaki bir delikanlıyı daha çok üzmesinler diye Alpaslan TÜRKEŞ’in telgrafını göstermişti onlara.
Babamın tutukluluk günlerinde hazır birikmiş paramız olmadığından ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale gelmiştik. Annem çok onurlu bir hanımefendi idı, eş dost “dükkancı”lardan basit pazar işi dikiş getirterek evde çalışmaya başladı. Tabii biraz da vazife saydıklarından bu kabil işleri bize vermek isteyen hısım akrabalarımız iş bulmamızı kolaylaştırıyordu. O çağda, lise mezunu (bir aylik evli) bir işsiz olarak durmak ve evde temin edilen kazanca bağlı kalmak benim için ağır gelmedi diyemem. Bir iki ay sonra iş ararken Malatya Şeker Fabrikasına geçici işçi alacaklarını öğrendim. Durumumu anlatan bir mektup-dilekçe ile müracaat ettim. Seçme imtihanına aldılar kazandım. Belki de kazandırdılar, bilemiyorum... Zevkle çalışmaya başladım. Babamın ihtilalce tutuklanmış olması nedeniyle bizi Demokrat zanneden aşağı sınıftan Halk Partili ayak takımı ile,Müslümanlığımıza kızanların bakış ve tacizleri dışında çok iyi bir konumdaydım. İşveren amirlerim, çalışkan ve iş becerir bulmuşlar, beni sevmişlerdi. Böyle çalışırken bir gün sayın Org. Cemal GÜRSEL’in Malatya’ya geleceğini söylediler. Belki görme imkanım olur diye en iyi elbisemi giydim. Eşimin tığ örgü ile yaptığı orijinal kravatımı taktım… Şeker fabrikası çalışanlarını, Paşayı karşılamak için dışarı çıkardılar. Yola dizdiler, ben de ön sırada durdum: Muhtemelen niyetimi anladıkları için engellemediler; önde durmamı toleransla karşıladılar. Sayın Org. Cemal GÜRSELhava alanından gelip şehre girerken, fabrikanın önüne gelince durdu. Araçtan indi (o zaman terör yoktu) ve önümüzden yürüyerek karşılayanları selamlamaya yöneldi. Tam benim önümü biraz geçmişti ki, gençliğin verdiği ani bir cesaretle atıldım ve kolundan tuttum…
Önce kısa bir süre dondu kaldı. Muhiti hareketlendi. Sonra normalleşti Bana ne istediğimi sordu. Derdimi söyledim;
-Babamı sebepsiz içeri aldılar, hala da tutuyorlar, dedim. “Kadife elle” yaptığınız ihtilalin haklılık ölçüsünü yok etmelerine izin vermeyin sayın paşam, dedim, suçu neyse bilelim, dedim
Bana, babamın ne iş yaptığını sordu.
-Terzidir, dedim
- Öleyse niye içeri almışlar, dedi
- Bilmiyorum muhterem paşam, bilsem öyle söylerdim, dedim. Yaverine emretti, not aldırdı:
- İlgilenilsin dedi; bana bilgi verileceğini ifade etti.
O gidince herkes sanki bir iş başarmışım gibi bana:
-Aferin, iyi ettin, çok güzel anlattın, dediler.
Paşa bana bilgi göndermedi, ama iki ay sonra babamı salıverdiler. Kendisine iki şey sormuşlar tahliye ederken tutuklu olduğu yerde. Bir, parti nüfuzunu kullanarak aşırı kredi alıp almadığını, bir de nurcu olup olmadığını.
Ne tuhaf ki, bunlardan birincisi babama hiç söylenemiyecek bir şey. Bir kere babam Demokrat Partili falan değil, eleştiricisiydi (Halk Partili olmadığını da belirtmeliyim); değil bankadan kredi almak faiz müessesedir diye bankayla iş dahi yapmamıştı. İkinci konuya gelince ne garip tecellidir ki nurcuların bugün kendi ekollerine ters düşer gördükleri için benimsemedikleri önemli(!) kişilerden biri de belki babamdır… (Zaten hiçbir zaman ona “nurlu Süleyman” gibi bir tanım da yapmamışlardı)
Babamın Müslümanlığı ve akli olmaya yönelik yöntemi, hurafeci çevreleri de sanırım devamlı tedirgin etmiş, ama her namaz kılana nurcu denen o zamanda kendisini onlara karşı benimsenmez yapmıştır.
Her neyse, babam her iki ithamla da alakasız olduğunu belirtmiş ve sorgulayıcıların bir iki fikri merakını karşılayan kısa sohbetten(!) sonra(**) salıverilmiş. Bu işte böyle son buldu. Ama etkileri çok uzun sürdü ve aile içinde onarılması güç acılar bıraktı:
Bir kere babam, mali durumu bozulduğu için beni şimdilik okutamayacağını söyler gibiydi. Üç yıl okula ara verdim. İlkin hoş karşıladım, terzilik öğrenmeye başladım. Ama kısa süre sonra bu işten hoşlanmadım. Bir sömestr sonu eski okul arkadaşlarımın üniversiteden tatil için geldiklerini, kaldırımda zevkle gezdiklerini görünce içime bir hüzün ve okuma arzusu düştü. Babam önce pek muhalefet etmedi ama, pek de razı görünmüyordu. Rızasını tam alamadım çektim, Ankara’ ya geldim. İmtihanlara girdim. Hukuk Fakültesini kazandım. Zaten devam mecburiyeti nedeniyle başkasında okuyamazdım. O zaman her Fakülte kendi giriş imtihanını kendisi ayrı yapardı.İlahiyat Fakültesi imtihanına da girdim. ‘Vatan Sevgisi’ diye bir yazı yazdırdılar. Sıfıra yakın bir puanla oradan elendim. Anlaşılan benim "vatan sevgim"le hocalarınki arasında bir fark vardı. Hukuku kazandım ama İlahiyatı kazanamadım. Bunların "ilahi" dedikleri beşeri anlayışı zaten genelde de bana ters düşüyor ya, neyse…
Fakülte yıllarım iyi gitti diyebilirim. ‘Roma Hukuku’ ve ’Fikri Haklar’ dersleri hariç notlarım genelde 8-9-10’ du…
***
Neyse ki, sayın Kenan Evren Paşa geldi de Ulus, babamın esaretini bayram etmekten kurtuldu nihayet... Yoksa onların güdümündeki sivil demokrasici siliklerdenbize bir hayır geleceği yoktu... O sivillerin güdümüne giren Kenan paşa döneminin neler ettiğini ise; benim "Tilki Tuzağı" isimli kitabımdan okumanızı salık veririm; güçlü ve kritik eden bir perspektif için...
Dip Notlar:
(*) o zaman sağdı.
(**) Bu tartışmaları daha sonra Münevver Anlayışımız adlı kitabında yayınlamıştır.
(***) (bkz. Tilki Tuzağı, M. S. Çekmegil, Timaş Yayınları, İst., 1991)
Derbeder Darbeler
Yazar necaticavdar açık 2008-05-28 10:37:02
"NATO'ya CENTO'ya yemin ile işe başlayan "milli irade katili" çetelerin 1960 gece baskını sonrasında Selami ağbinin, başından geçen bu hadiseyi bilmiyordum.
Hiç bir insanın yaşamamasını dilediğim bu olayı bilmenin ötesinde, hadiseyi tasvir ve nakledişi güzel.
Ancak yaşayan bilir.
Dünya jandarmasından "Bizim çocuklar" payesini alan 12 Eylül çetecileri döneminde şahit olduklarımızı not etmiş, Feride adıyla Çığlık'da yer vermiştik.
Selami ağbinin bu yazısı o günlere götürdü.
Teşekürler..Elinize beynninize sağlık.
O günlerin havasını vermek, Selami ağbinin anlattıklarına katkı için Feride'yi dikkatlerinize sunabilmeyi çok isterdim.Kriter'den fazla yer işgal etmemek için burada yer vermeyerek isteyenlerin arama motorlarına "Feride+necati Çavdar"yazarak internetten ulaşabileceklerini, "www.şiirevreni.com"dan da şiirin hikayesini okuyabileceklerini belirtmek isterim.
Saygılarımla.
Necati Çavdar |
C. GÜRSEL'İN AĞZINDAN 27 MAYIS
Yazar samigoren açık 2008-06-11 23:25:20
27 Mayıs Darbesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri müdahaledir. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri içersinde bir grup subay 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu.
27 Mayıs 1960 sabahı erken saatlerde radyolardan Milli Birlik Komitesi üyesi Albay Alparslan Türkeş tarafından okunan bildiri aynen şöyle:
"Sevgili Vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimizin, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz, hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavuzkar bir fiile müsaade etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş; kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin, aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri, ıstıraplarımızın dinmesi ve milli varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir.
Kabineye mensup şahsiyetlerin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sığınmalarını rica ederiz. Şahsi emniyetleri kanunun teminatı altındadır.
Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz, Birleşmiş Milletler Anayasası'na ve insan hakları prensiplerine tamamen riayettir. Büyük Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' prensibi bayrağımızdır.
Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz 'Yurtta sulh, cihanda sulh'tur."
37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere bir çok Demokrat Parti'liyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun da tutuklananlar arasındadır.
Silahlı Kuvvetler adına hareket ettiğini iddia eden Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse Ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu müdahalenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri müdahalelerden farkı,Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıdır. Dönemin genelkurmay başkanının da tutuklanması bunun göstergesidir.
27 Mayıs 1960 darbesinin lideri Cemal Gürsel ile Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Cevat Fehmi Başkut’un 16 Temmuz 1964’de yaptığı röportaj oldukça önemli.
Röportajda Gürsel, “Demokrat Parti döneminde inkılapların geri gittiğini iddia etmekte, çarşafın Türk kadını için bir yüz karası olduğunu, Türk milletinin Kur’anı kendi dili ile öğrenmesi gerektiğini” iddia etmektedir. Gürsel, “Anayasa projesini hazırlayan profesörlere vazife verirken mutlaka bu istismarı önleyecek hükümler koymalarını bilhassa rica ettiğini” itiraf etmektedir.
Gürsel, “darbe için hazır önceden olunduğunu, teşkilat kurulduğunu, tam zamanı gelince de darbenin yapıldığını” itiraf etmektedir. Konuşmasının sonunda “bütün emelinin Türk milletinin bir daha o karanlık günlere düşmemesi için lazım gelen tedbiri almak, milleti adalet ve ahlak esaslarına dayanan bir idareye kavuşturmak olduğunu” beyan etmektedir.
Gürsel’in 27 Mayıs ile ilgili sözleri aynen şöyle: “Nihayet bildiğiniz gibi kurtuluş anı geldi, biz esasen hazırdık teşkilat kurulmuştu. Şahsen ben, başka imkan olmadığı kanaatine varmadan bu işe ordunun karışmasını istemiyordum, genç arkadaşlarımın teşebbüslerini durduruyordum. Kayseri hadiselerinden sonra üniversite hadiseleri, daha evvel basına yapılan feci baskı ve hapisler esasen fikirleri hazırlamıştı. İşler öyle bir noktaya vardı ki benim orduyu bu işe sokmamak yolundaki fikrime rağmen, ordunun müdahalesi olmadan memleketin kurtulmasına imkan görmediğim için arkadaşları vazifelerinde serbest bıraktım. Ve tamam zamanı gelince de vazifelerini yaptılar. Şimdi bütün emelim, Türk milletinin bir daha o karanlık günlere düşmemesi için lazım gelen tedbiri almak, milletimizi adalet ve ahlak esaslarına dayanan bir idareye kavuşturmaktır.”
27 Mayısçıların “adalet ve ahlak”tan bahsetmeleri, oldukça yaman bir çelişki olarak sırıtmaktadır. “Adalet ve ahlak”tan söz edenlerin, “hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavuzkar bir fiile müsaade etmeyeceği” ni söyleyenlerin, Demokrat Partililere yaptıkları zulümler, Yassıada duruşmaları, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı idam ettikleri bilinen gerçeklerdir. Yine “adalet ve ahlak”tan söz eden 27 Mayısçıların, 12 Mart 1970, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 soft ve post modern darbelere, 27 Nisan 2007 e-muhtırasına da örnek oldukları da unutulmamalıdır. |
Sıddık Demir beyden bir Yorum...
Yazar admin açık 2010-02-07 18:27:31
nedense doğrudan yazacağına Sıddık bey yorumunu editörlüğümüze göndermiş. Virgülüne dahi dokunmadan aşağıya teşekkürlerimizle dercediyoruz. Diyor ki:
Merhum Sait amca'nın başına gelenleri Selami agbeyin agzından işitmesemde ihtilallerin mantıgını 12 Eylülde bizzat yaşadıklarımla paralellikler arzettigi için hiçte yabancılık çekmeden alayabildim.Tıpkı bu sitede yayınlanan 'Çalkantılı yıllar' adındaki makalede yaşanan lar gibi; aradan 20 koca yılın geçmesine ragmen çetecilerin metotlarının degişmedigini bir daha müşaade ettim. Mazluma kimlik sorulmadan her nerede insan hakları çignenmişse hesabı sorulacak şekilde zihniyet degişimini fedakarlık yapmadanda beklemek beyhudedir.Baksanıza ateşi özünde hissederek yaşayan muatap bu konuyu aradan tam 60 yıl geçtikten sonra ançak kaleme alabilmiş.Takdir edersinizki;Bu durum önemli bir göstergedir.
sıddık demir |
ilgili bir yazı
Yazar Sanih açık 2010-05-30 13:21:25
27 Mayısın Öteki Yüzü: Sivas Kampı
1-
http://www.taraf.com.tr/haber/27-mayis-in-oteki-yuzu-sivas-kampi-1.htm
2-
http://www.taraf.com.tr/haber/27-mayis-in-oteki-yuzu-sivas-kampi-2.htm |
Worderful pictures :)
Yazar Fimmochka açık 2010-09-12 00:43:25
[img]http://mgp.com.ua/img/00035.jpg[/img] |
Sıddık Demir bey kardeşim diyor ki!
Yazar Selami Çekmegil açık 2011-10-27 00:41:59
Değerli yazarımız, Sıddık Demir hocamız şahsıma gönderdiği bir yazısında aşağıdaki hususları öne getiriyor. Kendisine teşekkürlerimle aşağıda sunuyorum:
"Merhum Sait amca'nın başına gelenleri Selami agbeyin agzından işitmesemde ihtilallerin mantıgını 12 Eylülde bizzat yaşadıklarımla paralellikler arzettigi için hiçte yabancılık çekmeden alayabildim.Tıpkı bu sitede yayınlanan 'Çalkantılı yıllar' adındaki makalede yaşanan lar gibi; aradan 20 koca yılın geçmesine ragmen çetecilerin metotlarının degişmedigini bir daha müşaade ettim. Mazluma kimlik sorulmadan her nerede insan hakları çignenmişse hesabı sorulacak şekilde zihniyet degişimini fedakarlık yapmadanda beklemek beyhudedir.Baksanıza ateşi özünde hissederek yaşayan muatap bu konuyu aradan tam 60 yıl geçtikten sonra ançak kaleme alabilmiş.Takdir edersinizki;Bu durum önemli bir göstergedir...
Sıddık DEMİR |
Sıddık beyin yazısı:
Yazar Selami Çekmegil açık 2011-10-27 00:59:33
Sıddık beyin yukarı yorumunda sözünü ettiği Çalkantılı Yıllar yazısının linki aşağıda sunulmuştur. Teşekkürlerimizle...
ÇALKANTILI YILLAR
http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=1160&Itemid=47 |
Sadece kayıtlı kullanıcılar yorum yazabilirler.
Lütfen hesabınıza giriş yapınız veya kayıt olunuz.
|
Son Güncelleme ( 21-09-2013 )
/////////////////////////
//////////////////////////////
http://www.iktibasdergisi.com/news_detail.php?id=7981
Mustafa Başoğlu hayatını kaybetti
31 Ocak 2012 / 10:18
50 yıllık sendikacı olan Sağlık İş Sendikası Eski Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, 81 yaşında Ankara'da vefat etti. Başoğlu'nun cenazesi yarın kaldırılacak.
Sağlık İş Sendikası Eski Genel Başkanı Mustafa Başoğlu'nun sabaha karşı saat 06.30 sıralarında Ankara'daki evinde vefat ettiği öğrenildi.
Başoğlu'nun cenazesi yarın öğle namazına müteakip Hacı Bayram Veli Camii'nden kaldırılacak.
Mustafa Başoğlu, geçtiğimiz aralık ayında Ankara Türkiye Diyanet Vakfı 29 Mayıs Hastanesi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınmıştı. Bir süre tedavi gördükten sonra eve çıkarılan Başoğlu, solunum cihazına bağlı olarak yaşam mücadelesini sürdürüyordu. Başoğlu'nun durumunun kritik olduğu ifade ediliyordu.
Mustafa Başoğlu kimdir?
15 Mart 1933'de Trabzon’da doğdu. Ankara ili Haymana ilçesi nüfusuna kayıtlı. İstanbul Bakırköy Akıl Hastanesi Adli Servis katibi iken, 1963 yılında kurucu üye olarak Sağlık İşkolunda sendikacılığa başladı. İl Genel kurulda Sendika Başkanlığına seçildi.
İzmir’de aynı iş kolunda kurulu olan ikinci sendika ile birleşmeyi sağlamak amacıyla Sendika Genel Başkanlığından istifa etti. 1964 yılında yapılan genel kurulda genel sekreterliğe, 1965 yılında yapılan genel kurulda ise, yeniden Genel Başkanlığa seçildi.
1967-1983 yılları arasında yapılan genel kurullarda Türk-İş Yönetim kurulu asıl üyeliğine, Türk-İş Yönetim kurulu tarafından çeşitli komisyonlara ve bilhassa mevzuat ve asgari ücret komisyonları ile Yüksek Hakem kurulu asıl üyeliğine, 1983 yılında Singapur’da yapılan genel kurulda Uluslararası Kamu Hizmetleri Federasyonu’nun (PSI) İcra Kurulu asıl üyeliğine, 1986-1989 Türk-İş Genel Kurulunda, Genel Eğitim Sekreterliğine, Hür Dünya İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa İşçi Sendikaları Birliği (ETUC) İcra Kurulu yedek üyeliklerine seçildi.
Türk-İş’in 1986 yılındaki genel kurulunda, yönetim kurulu üye sayısının 5’e indirilmesi üzerine, Başkanlar Kurulu üyesi olarak Türk-İş’teki görevi devam etti.
1976 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğine atandı. 1977 yılında yapılan genel seçimde Adalet Partisi Ankara Milletvekilliğine seçildi. Üyesi bulunduğu siyasi parti millet meclisi grubu tarafından iki defa grup yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Bir süre de grup başkan vekilliğini vekaleten yürüttü.
Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından iki defa Sağlık ve sosyal İşler Komisyonu üyeliğine seçildi. Milletvekili olarak çeşitli kanun teklifleri yaptı. Bunlardan bazıları kanunlaştı. Bazı konularda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda grup sözcülüğü yaptı.
Evli ve İngilizce bilen Başoğlu, 12 Mart 2011 tarihinde yapılan Sağlık İş Sendikası Genel Kurulu'nda genel başkanlıktan ayrıldı. Başoğlu, 50 yıl aralıksız genel başkanlık görevi yürüttü.
HABER 7
|
|
28 ŞUBAT TÜRKÜSÜ
http://siir.roots.gen.tr/SiirGoster.html?siir=89634
...........
BAŞOĞLU
Bir iman
ve
hürriyet
mücahidine
Mağduru, mazlumu olmuşken 28 Şubat’ın
Her tarafa saldırdığı zaman aç kurtların
Firkan Hoca diyordu, bakıp Ankara’yı kaplayan
Karabulutlara ‘zulüm habercisi fetret devrinin‘
Milleti dışlayan harekete ” dur” dedi Başoğlu
Tavır koydu, “Hak” dedi, ‘’hukuk’’ dedi
Menfaat için zulme eğilmedi, direndi
Tek başına hürriyet kavgasına girdi
Bazıları yanında yer almasa da imrendi
Yanlışları söyleyip, alet olmadı Başoğlu
“Toplum mühendisleri” ne planlar! yaptılar
Kimi; paraya, güce, kimi makama taptılar
Birileri hakikati bırakıp; yanlış yola saptılar
Bazı gafiller de toptan millete çamur attılar
Tek başına hep doğru yolda yürüdü Başoğlu
‘Hele zulüm bitsin bizde konuşuruz ‘dediler
Kimi karargahlarda brifing, kimi zılgıt yediler
Sus pus olup onurlarını diyet olarak verdiler
Doğruları haykıranı engelleyip, güldüler
Susmayıp hakikatten yana tavır koydu Başoğlu
Bazıları ” irtica” deyip malı götürdüler
Çetelerle kol kola girip, işi bitirdiler
Küçük menfaat için pusulayı yitirdiler
Çıkar adına; ‘akı kara, karayı ak’ eylediler
Kıskanılan makamı elinin tersiyle itti Başoğlu
Zulme direnmeye; mangal gibi yürek gerek
Aslanla güreşmeye; elbette bilek gerek
Her zorluğa göğüs germeye; iman gerek
Mücadele yalnız olmaz; bir “Tank”ta gerek
Onurla mücadele verip; tarihte yerini aldı Başoğlu
22.12.1998 Ankara
06.00
http://sairinyeri.blogspot.com/2006/09/baolu.html
...........
Bazen enteresanlıklar sergilese, bizi şaşırtsa da milli meselelerde yiğitçe durabilen sayılı insanlardan Mustafa Başoğlu, sendikal faaliyetleri ve sivil toplum kuruluşu lideri olmanın sorumluluğu ile misyonunun gereğini yerine getirmesinin yanında yayın hayıtıyla da yakından ilgilidir.
Sendikal faaliyet ve haklar mücadelesi ile birlikte ülkenin diğer meseleleri ile ilgili kendisinin düşünce üretimini ve düşünce üretenlerin birikimlerini; Genel Başkanı olduğu Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası yayınları ve Başkent TV’de yaptığı Son Nokta programı ile sergiliyor.
Ülkenin geçirdiği “cinnet döneminin” destanı sayılabilecek 28 Şubat Türküsü’nde kendisine de yer verdiğimiz ender kıymetlerden Mustafa Başoğlu...
http://necaticavdar.blogspot.com/2005/10/bir-eyler-yazabilmek_19.html
....
6/10/2006 - BAŞOĞLU:MGK'da ÜLKE MESELELERİ KONUŞULUR, İÇ SİYASET DEĞİL
Akit Gazetesi
16.2.1999
NECATİ ÇAVDAR-MUSTAFA BAŞOĞLU
http://www.benimblog.com/NecatiCavdar/54705/BA%DEO%D0LU%3AMGK%26%2339%3Bda+%DCLKE+MESELELER%DD+KONU%DEULUR,+%DD%C7+S%DDYASET+DE%D0%DDL.html
..................
Bir insanın yaptığı işler için toptancı olmamalıyız. Olamayız.
Her hadiseyi ayrı değerlendirmek ama her olayı kendi ağırlığında ölçerek desteklemek ve yermek gerek..
Biz Mustafa Başoğlunu severiz. Sayarız.
Çok büyük gayretleri var. Bu yaşında, bu kadar enerjiyi nasıl buluyor? diyerek gıpta etmemek imkansız..
Mesleki konularda olduğu gibi İman noktasında verdiği mücadeleye saygı duymamak mümkün değil.
Hatta o mücadelede ortaya koyduğu tavırlar dolayısıyla kendisine bir şiir yazarak, o mücadelenin türküsü anlamında beklide ülkemizde tek olan 28 Şubat Türküsü isimli kitaba koymuştuk..
Kendisi de bu kitabın basılması için söz vermiş hatta, Bizim yayınlarımız para ile satılmaz.Parasız dağıtılır. Razı olursan demişti. Biz de çoktan razı olduğumuzu söylemiştik..Fakat aradan çok zaman geçti , köprülerin altından çok sular aktı. Bize verdiği sözden sonra da bir çok eser bastırmış, meşhur Dostumu Türk Efkarıumumiyesine hoş tanıtan eseri(!) de ... Böylelikle derinleri memnun ettiği söylenmişti de 28 Şubat Türküsü için kendisinden bir daha ne ne ses ne de seda çıkmıştı..
Mustafa Ağbi , gerçekten çok gayretli bir insan ..
Onca işi gücü arasında Televizyon programcılığı da yayıyor.
Bizim ev o televizyonun salgıladığı elektro manyetik alan kapsamına çok az girdiğinden, kendilerini ve çağırdığı değerli insanları dinlemek zevkinden mahrum kalıyoruz..
Fakat bir gün elime BAŞKENT TVDE SON NOKTA SÖYLEŞİLERİ l adıyla MUSTAFA BAŞOĞLU- SELAMİ ÇEKMEGİL imzalı kitap geçti.
Zevkle okudum, bilgilendim.
Zira kaçırdığım programda konuşulanları okuyordum. Demek ki bu kitap bu serinin bir numarası olduğuna göre devamı gelecek ve kaçırdığımız tv programında konuşulanları okuyabilecektik..
.....
http://necaticavdar.blogcu.com/dedeye-sansur-kendine-sansur/197307