26 Kasım, 2017

Şefik Soyuyüce ve 27 mayıs ............ BEYAZ İHTİLALDEN DARBE ye, 27 MAYIS

https://issuu.com/kemalistler.net/docs/kadro5

///////////////////////////////////

 Konuşmalar/KONUŞTRMALAR 

BEYAZ İHTİLALDEN DARBE ye,  27 MAYIS

NECATİ ÇAVDAR/ UFUK TURU

 

 

BEYAZ İHTİLALDEN DADBEYE 27 MAYIS

Mart ayında İşçi Partisinin yaptığı “Halkçı Devletçi Ekonomi Kurultayı’nda iki Milli Birlik Komitesi üyeside vardı. Biri Suphi Karaman diğeri Şefik Soyuyüce.

Yalçın Küçük “7 Mayıs bir halk devremidir. 27 Mayıs’ı Karaman ve Şefik Albayım yapmadı.Biz öğrenciler yaptık.Biz yaptık onlar yönetimi ele aldılar,Birdaha yaparsak yönetimi onlara vermeyeceğiz.”diyordu.

Doğu Perinçek’te “Şu andaki uygulamalar kapitalist kurallara uymuyor.Devrimsiz evrim olmaz” diyerek bu kişiler için “Yalçın Küçük, başarılı subaylar ancak başarılı ihtilalci olmadığını söyledi”diye gönderme yapıyordu.

Şefik Soyyüce ise”Biz bu gençlerin kafası gitmesin diye yönetimi ele aldık.

Ben İstanbul Örfi İdare başkanı idim.İstanbul’daki ihtilali ben planladım.”diyerek 29 Mayıs’ta Ankaraya geldim.Bir adam dolaşıyor. Bir kağıda imza attım. Maliye bakanlığı bana kalıdı” diyerek27 Mayıs’ta görevlerin ne şekilde bölüşüldüğünü söylüyordu.

Bağcılar Bankası genel Müdürü “Batıyoruz” dedi.

Ekrem Alican vasi banka tayin eder hallediriz dedi.Merkez bankası para bassın dedim.IMF dedi.

Ben “ Basın.Ancak banka genel Müdürleri duyarsa seni ulusta asarım.Çıkan para tedavül etmeyecek.” Dedim.Para basılarak likidite sıkıntısına son verdik.Ağustosta para dönmeye başladı.Para basın dedğimmde kasada sadece 500 milyon vardı.Ekrem Alican, “ Büyük kumarcısın” dedi.Bunu arkadaşımda bilmez” diyerek Suphi Karaman’a gönderme yapıyordu..

Hemen cevap veren Suphi Karaman, “Hiç beklemediğim bir cevaliyet içinde ihtilalin nasıl yapıldığını anlattı.Şefik Albayımın bilmediği de. O işle uğraşırken ben orgeneralleri tık tık traş ediyordum.Öyle sakal tırşı değil tam traş yapıyordum” diyerek darbelerin karekterini ortaya koyuyordu.

“Hedefe varmak için her şey A’dan Z’ye planlanmalı.Hangi yoldan ne ile iktidara geleceğiz bunun proğramı olmalı.yoksa olmaz..Gelincede ne yapılacak baştan bilinmeli. Yoksa iktidar olunmaz” diyen Şefik Soyuyüce’ye katılımcı ise Dünya emperyalizminin savunması Natodan’ neden ayrılmadınız? diye sordu.

Soyuyüce ise”27 Mayıs sabahı NATO’ya CENTO’ya bağlıyız dedikten sonra hemen NATO’dan ayrılınmasa beklenemez.Bir konsensüs sağlanana kadar yapılması gereken bir çok şeyler yapılmadı.Sözlerim bu kadar”diye konuşan bu insanla bbir röportaj yapmalı idim.

1980lerin başında henüz Dikmenin üst kesimlerinde imara uygun yapılaşma başlamamıştı.Dikmen Dokuzuncu km’de kuzey avrupa mimari sitilde bir bina var.Özel güvenliği, yüksek çatısı ve yüksek duvarları olan bina.Sahibini sorduğumzda burası “27 Mayıs ihtilalini yapanlardan birinin. İhtilalden hemen sonra kaynak makinaları açılan Merrkez Bankası kasaları soyulmuş. Buda onlardan biri imiş.şimdi fabrikatör olmuş” diyorlardı.İşte bu iddilara muhatap olan kişi karşımda idi. Kendisi ile tanıştık Kendisine o iddaları hatırlattım.Kesinlikle yalanladı.O ilaç sanayine girrerek sanayici olmuştu.Röportaj talebimi kabul etiti..

şefik Soyuyüce , Baba tarafından Kanuninin beylar beylerinden Ve macaristan seferine katılan Bahrem beyin ,Anne tarafından ise kabe kumandanlarından bir kişinin torunu olduğunu söylüyor.

Odasında hemen heman adam boyu bir bir ferman’ı gururla sergiliyor.

Bu ferman ve darbeci biri..bundan dolayı irticacı demiyorlarmı? Soruma ne münasabet .Bu benim atammın.padieşah vermiş.Okuyabiliyormusun diyorum.hayır .çünkü ben katıksız Cumhuriyet çocuğuyum eski yazı bilmem diyor.

Bende Ama cumhuriyeti kuranlar kendileri biliyordu.Bunun Cumhuriyet cocukluğu ile ne ilgisi var diyorum.Yumuşuyor.

Doğru .Ama okuyamıyorum.dedimin ismi yazıyor olmalı ama bilmiyorum diyor.

Sivasla ilgili bir kitaptan Bahrem paşanın özelliklerini okuyarak, macaristan kendilerini göre orayı işgal etmiş olan kanunninin heykelini ditkmişler.biz nelerle uğraşıyoruz.diyerek Osmanlı askerlerinin meşhur aldıkları üzümlere bedelini altınhpara olarak asmalarını sitayişle anlatıyor...

Demek ki irtica denen ne menem şeyse birilerine göre büyük bir mirasın yazıldığı yazıyı bilmek.Eğer öğünülecek bir konu ise tehlikeli bir durum yok...

Bize göre ajitasyonlarla, slogonlarla yola çıkılmış.Geri dönülmez noktaya gelinincede birileri yönlendirmiş.

Her ne kadar ordu müdahalesi denhiyorsada bizzat içinde yaşayan ve etkili olanların ifadesinden ordunun isminin ve silahının kullanıldığı bir hükümet darbesi..Sonucu milletçe kabul edilmeyen, hiçbir zamanda tasvip görmeyecek bir gece baskını.Olağan dışı olaylar.Acılar ve kesilen demokratik hayat.milletimizi darbeler kıskakacına alan sürecin başlangıcı..

- Şefik Soyyuyüce- Necati Çavdar-

27 Mayıs hala tartışmalı bir konu.kimine göre bir ihtilal.kimene göre devrim.Kimine göre bir hükümet darbesi.Bu kavramlar farklı anlamlara gelmesi bir yana kendisi bir tarihi olay.Bunun yıldönümü dolayısıyla yine çok tartışılacak.

Biz olayın etkili isimlerinden biri ile, sizinle bu konuyu konuşmak istedik.

-27 Mayıs’a gelmedin önceki rütbeniz ve o andaki konumunuz ne idi?

-Ben 27 Mayıstan evvel yarbaydım. O zaman İstanbul’un asayış ve emniyetini sağlamak üzere teşekkül edilmiş,Örfi idare birlikleri (Sıkı yönetim)diye bir tümen ayrıca üç alay ve bir zırhlı tugay ilavesi ile bir birlik oluşturnulmuştu.Ben onun kurmay başkanı idim.27 Mayıstan sonra 30 Ağustosta Albay oldum.Arkasındanda sürgüne gittim.

-27 Mayıs olayı çok geniş bir konu ben farklı zamanlarla ilgili farklı sorular soracağım. Konu bir çok yerde yazıldı çizildi.bana ilginç gelen bir olayı sizin mayiye bakanlığınızı sormak istiyorum.Bu olay nasıl oldu?

-Bunu sonra anlatayım.Hayır şimdi istiyorum.Çünkü sorulyarı ben sorarım.siz cevap verip vermemekte serbestsiniz.

-27 Mayıs’tan sonra Milli Birlik komitesi (MBK) teşekkül etmesi için Ankara’da toplandık.Hükümet kurulacak, hükümetin kurulması için bazı müzakereler ve çalışmalar var.Çünkü daha evelden 27 Mayıstan sonra hükümetin kurulmasında biz kendi kadrolarımızla hükümet kurma kararı almıştık. Sonradan İzmir’den Cemal Gürsel’i getirttik.Cemal Gürsel sivillerdende olsun filan dedi.Bizde uygun gördük.Kimlerden nasıl kuracağız bunu müzakere ediyoruz.derken Başbakanlıkta yaşlıca bir adam elinde bir tomar kağıt dolaşıyoꗬÁ‹П¿ကЀ 橢橢쿽쿽Пꖟꖟ￿￿￿lƼƼƼƼƼƼƼ Ͱῼῼῼῼ tͰIJ₈₈₈₈₈₈₈₈[1]⑶⑶⑶⒑Ô╥Ôhttps://www.facebook.com/images/emoji.php/v9/f11/1/18/2639.png$ȠxÉƼ₈₈₈₈₈₈ƼƼ₈₈₈₈₈₈Ƽ₈Ƽ₈₈₈₈ž₈∆‑⑌ƼƼ₈⁼ ǀͰ᲌ῼ₈ ⑴✼0 ⬶₈⬶₈ǐò˂®ƼƼƼƼ[1]ÙBEYAZ İHTİLALDEN RADBEYE 27 MAYIS

Mart ayında İşçi Partisinin yaptığı “Halkçı Devletçi Ekonomi Kurultayı’nda iki Milli Birlik Komitesi üyeside vardı. Biri Suphi Karaman diğeri Şefik Soyuyüce.

Yalçın Küçük “7 Mayıs bir halk devremidir. 27 Mayıs’ı Karaman ve Şefik Albayım yapmadı.Biz öğrenciler yaptık.Biz yaptık onlar yönetimi ele aldılar,Birdaha yaparsak yönetimi onlara vermeyeceğiz.”diyordu.

Doğu Perinçek’te “Şu andaki uygulamalar kapitalist kurallara uymuyor.Devrimsiz evrim olmaz” diyerek bu kişiler için “Yalçın Küçük, başarılı subaylar ancak başarılı ihtilalci olmadığını söyledi”diye gönderme yapıyordu.

Şefik Soyyüce ise”Biz bu gençlerin kafası gitmesin diye yönetimi ele aldık.

Ben İstanbul Örfi İdare başkanı idim.İstanbul’daki ihtilali ben planladım.”diyerek 29 Mayıs’ta Ankaraya geldim.Bir adam dolaşıyor. Bir kağıda imza attım. Maliye bakanlığı bana kalıdı” diyerek27 Mayıs’ta görevlerin ne şekilde bölüşüldüğünü söylüyordu.

Bağcılar Bankası genel Müdürü “Batıyoruz” dedi.

Ekrem Alican vasi banka tayin eder hallediriz dedi.Merkez bankası para bassın dedim.IMF dedi.

Ben “ Basın.Ancak banka genel Müdürleri duyarsa seni ulusta asarım.Çıkan para tedavül etmeyecek.” Dedim.Para basılarak likidite sıkıntısına son verdik.Ağustosta para dönmeye başladı.Para basın dedğimmde kasada sadece 500 milyon vardı.Ekrem Alican, “ Büyük kumarcısın” dedi.Bunu arkadaşımda bilmez” diyerek Suphi Karaman’a gönderme yapıyordu..

Hemen cevap veren Suphi Karaman, “Hiç beklemediğim bir cevaliyet içinde ihtilalin nasıl yerine başarılı olmuş olmamış diye katagorilere ayıran, bütünlüğü bozan ve giderek hürrüyeti kısıtlayan çok partili hayata dönüşün nimetlerini yaşamalarına rağmen bunu elimine etmek isteyen ve giderek tahkikat komisyonu kurarak yasama, yargı ve icrayıꗬÁ‹П¿ကЀ 橢橢쿽쿽Пꖟꖟ￿￿￿lƼƼƼƼƼƼƼ Ͱῼῼῼῼ tͰIJ₈₈₈₈₈₈₈₈[1]⑶⑶⑶⒑Ô╥Ôhttps://www.facebook.com/images/emoji.php/v9/f11/1/18/2639.png$ȠxÉƼ₈₈₈₈₈₈ƼƼ₈₈₈₈₈₈Ƽ₈Ƽ₈₈₈₈ž₈∆‑⑌ƼƼ₈⁼ ǀͰ᲌ῼ₈ ⑴✼0 ⬶₈⬶₈ǐò˂®ƼƼƼƼ[1]ÙBEYAZ İHTİLALDEN RADBEYE 27 MAYIS

Mart ayında İşçi Partisinin yaptığı “Halkçı Devletçi Ekonomi Kurultayı’nda iki Milli Birlik Komitesi üyeside vardı. Biri Suphi Karaman diğeri Şefik Soyuyüce.

Yalçın Küçük “7 Mayıs bir halk devremidir. 27 Mayıs’ı Karaman ve Şefik Albayım yapmadı.Biz öğrenciler yaptık.Biz yaptık onlar yönetimi ele aldılar,Birdaha yaparsak yönetimi onlara vermeyeceğiz.”diyordu.

Doğu Perinçek’te “Şu andaki uygulamalar kapitalist kurallara uymuyor.Devrimsiz evrim olmaz” diyerek bu kişiler için “Yalçın Küçük, başarılı subaylar ancak başarılı ihtilalci olmadığını söyledi”diye gönderme yapıyordu.

Şefik Soyyüce ise”Biz bu gençlerin kafası gitmesin diye yönetimi ele aldık.

Ben İstanbul Örfi İdare başkanı idim.İstanbul’daki ihtilali ben planladım.”diyerek 29 Mayıs’ta Ankaraya geldim.Bir adam dolaşıyor. Bir kağıda imza attım. Maliye bakanlığı bana kalıdı” diyerek27 Mayıs’ta görevlerin ne şekilde bölüşüldüğünü söylüyordu.

Bağcılar Bankası genel Müdürü “Batıyoruz” dedi.

Ekrem Alican vasi banka tayin eder hallediriz dedi.Merkez bankası para bassın dedim.IMF dedi.

Ben “ Basın.Ancak banka genel Müdürleri duyarsa seni ulusta asarım.Çıkan para tedavül etmeyecek.” Dedim.Para basılarak likidite sıkıntısına son verdik.Ağustosta para dönmeye başladı.Para basın dedğimmde kasada sadece 500 milyon vardı.Ekrem Alican, “ Büyük kumarcısın” dedi.Bunu arkadaşımda bilmez” diyerek Suphi Karaman’a gönderme yapıyordu..

Hemen cevap veren Suphi Karaman, “Hiç beklemediğim bir cevaliyet içinde ihtilalin nasıl ypları bir şovelye ruhu ile yetiştirilmiş bu ülkenin has evlatları, daima ülkenin çıkarlarını, cumhuriyetin korunmasını esas alan bir mantık içinde yetiştirilmişlerdi.

Bu laf bu şovelye ruhu ile yetiştirnlmiş insanları derinden yaraladı ve Ordu onurunu koruyabilmek kendi onurlarımızı koruyabilmek için biz buna tehpki gösterdik.Bu tepkiyi kendi kumandanlarımızda dahil olmak üzere, kendi kumandanlarımızın buna karşı çıkvmalarını gerekli önlemleri almalarını düşünerek ikili,üçlü, beşli,sekili ve onlu guruplar halinde tepkilerimiz oldu.derken bir netice alınması mümkün değildi.

Düşünün kü ozamanın Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdalhun, ozana 51 . Tümende Tümen komutanı idi.Bizde Ataları orta Asyadan,Avrupanın ortalarına Viyanalara kadar at üstünde gitümiş olan bir neslin çocukları olarak.bize Amerekadan gönderilen katırların nallanmasını öğrenmek üzere kursa tabi tutulmak üzere 51. Tümene çağrıldık.Ağarımıza gitmekle beraber kalktık gittik.

-Yıl kaç?

-Ellilerin başında.Orada çok enteresan bir şey oldu.Bizim oraya gidişimiz öyleyi buldu.Askeri mahfelde –Orduevi demek mümmkün- öğlen yemeği yiyeceğiz.Tümen komutanını bekliyoruz.Kumandan masasına oturacak bizde diğer subaylar yemeğimizi yiyeceğiz.benim rütbem daha üsteğmen.Biraz sonra Tümen komutanı geldi.yanında parkalı bir kişi var.Bu bize katırların nallanması kursu gösterecek Amerikalı çavuş.Bizim Tümen kumandanı ile beraber.kapıdan girince bir vestiyer vardı.Tümen komutanı Amerikalı çavuşun parkasını aldı ve vestiyere kendisi koydu.Bu bizi son derece yaraladı.

Yani Amerikalı çavuşla beraber General aynı masayı paylaşarak yemek yedi.Buda bizi son derece yaraladı.Amerekan ordusundada böyle bir kural böyle bir gelenek yok.Bir çavuş bir generalle oturamaz.subayla bile oturamaz.Bizim generalimiz hemde bir nalbant çavuşu ile , nalbantlığı hor gördüğüm için söylemiyorum.Ama bizde bir hiyararşi var. Yemek yendi.Ama kendi aramızda “ne biçim mantık “ diye söylenmeye başladık.yemek bitti kumandan kalktı bizde kumandana saygı için hep beraber ayağa kalktık. Gitti vestilyerden parkayı aldı.Tuttu. Bizim General Amerekalı çavuşa giydirdi.Anladık ki biz, generallerimiz bizsz haklarımızı savunacak mertebede insanlar değilmiş.Büyük üzüntüye kapıldık.

Derken ben 1954 yılında akademiyi kazandım.Akademiye gittik.Orada hukuk okuyorum.İktisat okuyorum.Ekonominin diğer dalalrını, siyasi tarih okuyorum.Ufkumuz değişmeye aydınlanmaya başladı.

......

Benden birkaç rütbe yukarda olan hatta korgeneral rütbesinde olan kişinin de kurtulması anlamı taşıyordu.Dolayısıyla derine inmediler dolayısıyla bizde kurtulmuş olduk Böylece.

--

Başbakan’da bizzat dinlediği için bir kasıt unsuru görmedi.

-Evet

TAA AKADEMİ SIRASINDA DEVLETİN DÜZELTİLMESİ İÇİN HAZIRLIK YAPTIK

- O tarihlerde ki akademide okuduğumuz zamanlarda ordunun düzeltilmesi gerektiğini değil , ülkenin, devletin düzeltilmesi lazım geldiği kanaatine vardık. Ve bunun için hazırlık yaptık.

Size bir dosya göstereceğim. Kendi el yazımla yazılmıştır.O tarihlerden 1959 tarihine kadar devam etmiştir bu.

Ülkenin yönetimi nasıl olmalıdır?

Ülkenin yönetimi sağlıkta, tarımda her alanda neler yapılmalıdır.Bunları tek tek yazdım.Bu güne baktığımda hala bu yazdıklarımın geçerli olduğunu görüyorum ve hayretler içinde kalıyorum.

- Diğer arkadaşlarınızda bu fikri birikim içinde mi idi?Yani böyle mi düşünüyorlardı. Yoksa hepiniz ayrı ayrı fraksiyonlar guruplar mı vardı. bağlı idiniz?

- Franksiyon değilde. Arkadaşlar bir birlerine çok geniş bir şekilde açılmaktan korkuyordu.Bir arkadaşımızın beni ihbar etmiş olması benim için yeter sinyaldi.Bunun için hazırlığı geniş mikyasta yapmak şöyle yapılacak böyle yapılacak demek mümkün değildi.

DARBE İÇİN GİZLİ HÜCRE ÇALIŞMASI 1954 DE BAŞLADI

-Komiteler bunun için mi ortaya çıktı?

- Onun için beşerli, sekizerli, onarlı kendi içinde çalışan komiteler vardı.

- Bu günkü gibi teknolojik imkanlar, fax, telefon yoktu.İlitişimi nasıl sağlıyordunuz?

-Tek kişi tanınıyordu.Tek kişi diğer gurupla irtibatta idi.O kişi dışında kimsenin kimseden haberi yoktu.

-Bu yapılanma ne zaman başladı?

-Aslında 1954 den başladı.

- Ülkede bir iktidar vardı.Birde kuvvetli muhalefet vardı.İktidarı düşürmeyi düşünürken muhalefetide değiştirmeyi düşündünüz mü?

- 1958-59’a geldiğimiz zaman kanaatimiz şu idi:İki taraf kavga ediyor.Bunlardan birisi hatksız birisi haklı diyemezsiniz.Kavga eden taraflardan ikisindede hata var.Düzeltilmesi icap eden tek taraf değil, düzeltilmesi icap eden taraflar yok esasında.. Yapı düzgün olsa taraflar kavga edemez. Kavgadan bu sorumlu.Bu günde aynı şey değil mi?

- İddianız kural koyalım.sonra herkes yoluna devam etsin mi idi? Yoksa, biz düzeltiriz ve biz devam edelim mi anlayışınızda idiniz ?

- Bir defa biz düzeltmek için prensipleri ortaya koyacaktık. Dönülmez bir yola getirip ondan sonra iktidarı teslim edecektik.Biz Halk Partisinin veya muhalefetin jandarması değildik.Demokrat partiyi indirelim, Halk partisini buyur edelim anlayışında değildik. Biz kimsenin jandarması değiliz.

- O dönem ülkede sıkıyönetim ilan edilmiş.Dolayısıyla ülkede sıkıyönetim içerisinde asayişi temin etmek sizin göreviniz, sizin işiniz?

- Bu görev yapılmayarak darbe yapmak niye?

- Yapıldı.

- Asayiş temin edildi?

- Her şey temin edildi.

- Mesele kalmamış.

- Efendim.

- O zaman mesele kalmamış.

- Mesele kalmamış ama yapılmak istenen ihtillade yerini bulmuş.biz asayişi temin etmekle devleti yönetmeye başlamadık ki...

- Sadece bir cüzüne hakim olduğunuzumu düşünüyordunuz?

- Gene tahkikat komisyonları, gene karşılıklı çekişmeler devam ediyordu.muhalif parti merkezlerini basmalar, adamların tekif edilip götürülmeleri ve bunlara yapılan çeşitli işkenceler devam ediyordu.

- MENDERES’E ATILAN SUÇ İSNATLARI AYIP ŞEYLER

- Darbeden sonra Menderes ve arkadaşlarına yönelik suçlamalar yönetimleri nedeni ile değilde daha çok şahsi konularla ilgili oldu.mesela bebek- köpek davası gibi..Bunlarda şahsi kin ve tepkinin eserimi dir?

- Bir ihtilalin gayesi bebek köpek davası değildir.Bunlar çok aşyıp şeyler.

Bunlar o zamanki sorgulamayı yapan kişilerin popülüs düşünceleri.halk nazarında kötüleştirmek için bir davranışlarıdır.Ben bunları asla kabul etmedim.O zamanda söyledim.

MAHKEMELERE KARŞI İDİM

Hatta ben mahkemelerin yapılmasına karşı idim.Yapmayalım diyordum. Bırakalım.Süngeri çekilim. Düzeltelim...Bu ülkenin bu hale gelmesine sebbe olan atmış sekiz kişi tespit etmiştik. Bu atmış sekiz kişiyi Atatürk gibi yurt dışına gönderelim,Nasıl Atatark yüz elllikleri gönderdi.Biz Türkiyenin düzenli bir ülke bir yasal ülke haline gelmesi için, yasaların hakim olduğu bir ülke haline getirilmesi için yapılması gereken her şeyi yapalım.Á‹П¿ကЀ 橢橢쿽쿽Пꖟꖟ￿￿￿lƼƼƼƼƼƼƼ Ͱῼῼῼῼ tͰIJ₈₈₈₈₈₈₈₈[1]⑶⑶⑶⒑Ô╥Ôhttps://www.facebook.com/images/emoji.php/v9/f11/1/18/2639.png$ȠxÉƼ₈₈₈₈₈₈ƼƼ₈₈₈₈₈₈Ƽ₈Ƽ₈₈₈₈ž₈∆‑⑌ƼƼ₈⁼ ǀͰ᲌ῼ₈ ⑴✼0 ⬶₈⬶₈ǐò˂®ƼƼƼƼ[1]ÙBEYAZ İHTİLALDEN RADBEYE 27 MAYIS

Mart ayında İşçi Partisinin yaptığı “Halkçı Devletçi Ekonomi Kurultayı’nda iki Milli Birlik Komitesi üyeside vardı. Biri Suphi Karaman diğeri Şefik Soyuyüce.

Yalçın Küçük “7 Mayıs bir halk devremidir. 27 Mayıs’ı Karaman ve Şefik Albayım yapmadı.Biz öğrenciler yaptık.Biz yaptık onlar yönetimi ele aldılar,Birdaha yaparsak yönetimi onlara vermeyeceğiz.”diyordu.

Doğu Perinçek’te “Şu andaki uygulamalar kapitalist kurallara uymuyor.Devrimsiz evrim olmaz” diyerek bu kişiler için “Yalçın Küçük, başarılı subaylar ancak başarılı ihtilalci olmadığını söyledi”diye gönderme yapıyordu.

Şefik Soyyüce ise”Biz bu gençlerin kafası gitmesin diye yönetimi ele aldık.

Ben İstanbul Örfi İdare başkanı idim.İstanbul’daki ihtilali ben planladım.”diyerek 29 Mayıs’ta Ankaraya geldim.Bir adam dolaşıyor. Bir kağıda imza attım. Maliye bakanlığı bana kalıdı” diyerek27 Mayıs’ta görevlerin ne şekilde bölüşüldüğünü söylüyordu.

Bağcılar Bankası genel Müdürü “Batıyoruz” dedi.

Ekrem Alican vasi banka tayin eder hallediriz dedi.Merkez bankası para bassın dedim.IMF dedi.

Ben “ Basın.Ancak banka genel Müdürleri duyarsa seni ulusta asarım.Çıkan para tedavül etmeyecek.” Dedim.Para basılarak likidite sıkıntısına son verdik.Ağustosta para dönmeye başladı.Para basın dedğimmde kasada sadece 500 milyon vardı.Ekrem Alican, “ Büyük kumarcısın” dedi.Bunu arkadaşımda bilmez” diyerek Suphi Karaman’a gönderme yapıyordu..

Hemen cevap veren Suphi Karaman, “Hiç beklemediğim bir cevaliyet içinde ihtilalin nasıl yabilir mi? Orası pislik olur.

Demokrasinin bir ülkede var olabilmesi için sosyal yapının belli bir seviyeye gelmesi, kültür seviyesinin belli bir yere getirilmesi, ekonomik gücün ve bu ekonomik gücün gelirlerinin adil bir şekilde dağıtılmasının sağlanması ve bir nizamın kurulması gerekir.Ondan sonra demokrasi olabilir bu ülkede.Bunlar yapılmamış bir ülkede demokrasi şekli demokrasidir.Bizim hedeflerimiz bunları düzeltmekti.ikibin bir yılındayız.Aradan kırk bir yıl geçti.

_ Değişen ne?

-Değişen hiçbir şey yok.Hiçbir şey olmadığına göre 27 Mayıs hala devam ediyor.27 Mayıs ruhu hala devam ediyor.Bu gün bunları yerine getirmlek için mücadele eden kitle, toplum, askeri sivili hepsi 27 Mayıs ruhunun verdiği ışıkla hareket ediyor.O nun için 27 Mayıs bitmedi, hala devam ediyor.

DEMOKRAT PARTİ KAPATILMADI, KENDİ KAPANDI

-27 Mayıs bitmedi diyorsunuz ama, 27 Mayısta İndirdiğiniz iktidara yakın düşüncedeki bir parti dünya tarihinde hiç olmadığı şekilde Milli Bakiye sisteminin uygulandığı ilk serbest seçimlerde iktidar oldu.Çünkü bu sistem başka ülkelerde tek başına kimseye iktidar imkanı vermiyordu.Ancak Türkiye’de bu gerçekleşti.buradan şunu soruyorum.İktidardan indirdiğiniz düşünce yine iktidar oldu.sizin halkla irtibatınız mı yoktu?

-Adalet partisini diyorsunuz.

-Evet onu söylüyorum.Çünkü seçimlerde milli bakiye sistemi ile tek başına iktidar olan parti AP’den başka yer yüzünde yok.sizin halkla irtibatınız mı yoktu.Bunu nasıl açıklarsınız.Halkla irtibatınız mı yoktu?Düzenlemeyi mi yapamadınız?

-Ben her zaman şunu söylemişimdir.Küçük bir yurt gezisi yaptığımız zaman.

Parantez içinde demokrat partiyi biz kapatmadık.DP’yi kendi parti mensuplarından birinin kongresini yapamadı diye dilekçe vermesi suretiyle mahkeme kararı ile kapatıldı.

-İyide nasıl kongre yapılacaktı.Adamların hepsini içeri tıkmışsınız, kongre nasıl yapacaklar?

-Daha önceden yapmaları gerekirdi.

_darbeden önce mi?

- İhtilalden sonra kongre olur mu canım.Çok önce yapılması gerekirdi. İhtilalden sonra ki kongresi zaten mümkün olamazdı.Evvelki dönemde kongresini yapmamış, zaten partinin hüviyeti kalmamış.Ve şimdi ismini hatırlamıyorum öyle bir vatandaş mahkemeye müracaat etti.Mahkemeden partinin kapatılması için karar çıktı. Parti kendi kendini kapattı.Biz kapatmadık.O zaman ki partilerin hiç birini kapatmadık biz.

27 MAYIS’IN ÇİVİSİ 14LER HAREKATI İLE OYNATILDI

Sorduğunuz suale gelince, yapılmış olan bu karşı darbenin yani 27 Mayıs’ın çivisi 14ler harekatı ile oynatıldığı için; Türkiye de tabii ki siyasi sonuçlarına katlanmak zorunda idi.Adalet partisi bunun için gelmiştir.Adalet partisi, bir anlamda demin söylediğimiz orta şark ülkesi olmamız , çabuk unutmamız ve acıma hissinin galip gelmesi netecesbinde olmuştur.Hatırlayacaksınız ozamanlar “bize pelan lyazım değil, pilav lazım”deniyordu.

-Siyaesi yasaklı dönemlerde “Gözüme bakın ne dedğimi anlarsınız, kıratın suvarisi,bir bilen gibi” kelime oyunları ile halka ulaşmak mümükün.Başkada çaresi yok.çünkü gerçek muradını söylemek yasak.

-Ve acıma hizssini tahrik etmek bundanda istifade etmek demektir bu.

-27 mayıs ruhu hala süren bir harekat dediniz. aslında 27 Mayıs’ın fikri alt yapısı vardı yoktu o ayrı bir konu. AP’nin darbeden sonra iktidara gelmesini sormakla 27 Mayıs ruhu hiçbir zaman Türk halkı tarafından ser best seçimlerde iktidara taşınmamıştır.Ancak darbeler şeklinde vurgular yapılmıştır.measala bazıları 28 Şubat sürevine 27 Mayıs’ın devamı derler.Kimiside 12 Eyllül 27 Mayısın devamı diyor

-Hayır.

-Yani çeşitli katagoride değerlendirmeler varbAncak kesin olan şu.Hür, serbest seçimlerle Türk halkı 27 Mayıs’ı ibra etmemiştir diyorum.Yanlış mı söylüyorum?

-Yanlış söylüyorsunuz?

- Neden?

- Siz belli reaksiyorn gurupları ile konuşmuşsunuz.Siz çıkın bu ülkenin selametini düşünen bu ülkenin devrimlerine, bu ülkenin cumhuriyete sahip çıkan kiminle konuşursanız konuşun; gelen arkadaşlar Türkiye’de en ufak bir praplem olduğu zaman “Ah ah siz tamamlayamadınız.kabahat sizindir” diyor.

-Acaba siz böyle reaksiyoner guruplar ile konuşuyor olmayasınız.

-Konuşuyorum.Onlarlada kornuşuyorum.

-Ama geniş halk kitleleri sandık yolu ile konuşur, iradesini sandığa yansıtır.

-Geniş halk kitleleri ile de konuşuyoruz.Geniş halk kitleleri ile de konuşuyoruz.

DEMOKRASİ BU MU?

-Özür dilerim.Çok müdahale ediyorum ama.Sizce sandık bir ölçü değil mi?

-..Bence değil.

-yani demokrasilerde sandık ölçü değil mi?

-Hayır demokrasilerde sandık ölçü.

-Ama bizde...

-Ama demokrasi varsa... Demokrasi varsa ..Ben üç şart söyledim size..Eğer halk belli bir kültür seviyesine gelmemişse, belli bir iktisadi düzeye erişmemişse, sandıkta ayakkabının birisini verip birisini verme, evlere para dağıt.Bu sandık mı oluyor yani.

-Ben şu yaşımdayım bir çok seçim dönemi yaşadım.Ama bana hiç ayakkabı veren olmadı. Keşke verselerdi de diyorum... Hiç para veren olmadı.Hiç para veren ve teklif eden olmadı.Bunu samimiyetle söylüyorum.Bu tür iddialar aynen Menderese söylenen, size söylenen ... Bir başkasına söylenen gibi abartılı şeyler olamaz mı?

-Olamaz..her seçimde gazetelerde boy boy çıkıyor. Falanca parti kendi yandaşlarına, dolayısıyla evlere erzak taşıyorlar.Görmediniz mi bunları?

-Erzak taşıyorlar.Niye taşıyorlar?

-Niye taşıyorlar. O kadar muhtaç halkı istismar ediyor.Bir file dolusu erzaka oylarını satın alıyor.

-Siz inanıyormusunuz ki bu erzakı alan insanlar hakikaten oraya oy verir.Ben buna inanmıyorum.

-Bunu yapan insanlar bunun kontrolünüde yapıyorlar hiç merak etmeyin.

-Siz maliyenin sorumluğunu üstlendiniz.Menderes, uçak dolusu altınları kendi hesabına geçirmek üzere İngiltereye götürdü iddası var.

-Ben böyle bir iddiada hiçbir zaman bulunmadım

_Kimi de derki ihtilalciler hazineye ait kasaları kaynak makinaları ile açarak soydu.

-Hayır.

-yani ik taraf içinde çirtkin idalar ileri sürüldü.

-27 Mayıs geçti.O zamandan bu güne şu kadar hükümet geçti.Öyle bir şey varsa çıkartmaları lazım.Hangi kazaları açmışlar. Sadece Başbakanlıkta bulunan kasaların açılması için bir heyet teşekkül etmiştir.Heyetin huzurunda açılmıştır. Zabıt tutular tutulmuştur. Tespit yapılmıştır.

Merkez bankası yerinde duruyor.Merkez bankasını mı açmışız.Hangi bankanın kasalarını açmışız biz.Bu tamamen iftiradır.Böyle bir şey yok.

-Menderes için söylenenlerde iftiramıdır?

- Oda iftiradır. Hayır..Öyle bir şey yoktur.

- Halk arasında bunlar söylendi?

- Hayır.Hayır.Hayır öyle bir şey yok.

- Sizinle konuşmamızda Amerekalı çavuş’tan başlayarak genç subaylar üzerinde milli onur ve gurur zedelenmesinin etkisi görülüyor.

- Ancak darbeden sonra ilk beyanatta “NATO’ya ve CENTO’ya bağlılık gereği duyuldu.Bu ifadelerin milli onurla alakasını pek göremiyorum?

- Niye göremiyorsunuz.? NATO, halen devam eden bir koruma şemsiyesidir. Bir güvenlik meselesidir.O zaman ki Demir perde ülkelerine karşı, Rusya’nın Türkiye üzerindeki emelleri biliniyor. O tarihlerde ve otarihlerden evelde başlayan Kars,Ardahan’ı, bozağzları istemle gibi şeyleri var.Elbette kendimizi korumak için belli ittifaklara ihtiyaç vardı.Bunlar zamamında yapılmıştı.Biz bunları tanımıyoruz sıyrılıyoruz demek hiçte akıllıca bir davranış değildi gayet tabii.

- -Reelpolitiğe uygun alarak bunu söyledik diyorsunuz?

- Evet

- Ama o zedelendiğini söylediğini milli onurla ilgisi yok diyorsunuz?

- Hayır hayır.Hiçbir alakası yok.Hatta ülkenin korunması, ülkenin emniyeti, her hangi bir kötü niyetli tutuma karşı bir ittifak çemberi içinde bulunması milli...

- CENTO neyin nesi idi?

- CENTO,İran ,Irak Pakiestan’nın bir şeyi idi.

- ABD ve İngiltere’de vardı.

- Onlar...Onlar oraya tam üye değildi de.. Elbette vardı.Tabi onların bulunuşu o bölgedeki petrol yatakları ile ilgili idi.Kendi çıkarları açısından bir şeydi.

- Düşünün ki yeni yapılmış bir ihtilalde ülkenin tanınması yeni yapılanmanın tanınması önem taşıyordu.

27 Mayıs’tan sonra bu beyanlar yapıldı.Evet..Üç gün içerisinde bütün dünya yeni yönetimi tanıdı ve kabüllendi.Bu da ogünkü politik durum içerisinde çok büyük bir...

-Bu tanınmayı “NATO’ya ve CENTO’ya bağlılık “ garantisine mi bağlıyorsunuz?

-Tabii.

-Haketatın içinde generallerin olmadığı görülüyor.Hatta moda deyimle İzmir’de köşesine çekilen bir ithal generali getirip ihtilalin başyına oturtunuz.Generallerle yani üst subaylarla irtibatınız neden yoktu? Generaler tamamen ihtilalin borazanı ve emrindemi idiler? İçlerinde böyleleri varsada geniş çapta öyle olabileceğini de tahmin etmiyorum.Çünkü darbe sırasında bu kesimden bir direniş görmüyoruz.

-Gösteremezlerdi...Gösteremediler de .Hiç kimse direniş gösteremezdi.direniş gösteren giderdi.

-Ama bunun karşısı da söz konusu olabilir ve darbe yapanda gidebilirdi?

-Böyle bir harekete giren ki darbe diyorsunuz.karşı darbe diyeceksiniz.

ATATÜRK ANAYASASINA KARŞI DARBE

- Yok ben böyle diyorum.Siz karşı darbe dersiniz.

- Ben karşı darbe diyorum.

- Hatta ben Atatürk anayasasına karşı darbe diyorum.

- Hayır.

- 24 Anayasasına karşı bir darbe diyorum.

- Hayır.. Milli Birlik Komitesi bir numaralı bir kanun kabul etmiştir. Bu bir numaralı kanun 24 Anayasasının şu şu numaralı kaddelerini değiştirmek suretiyle Milli Birlik Komitesi üyemlerinin sıfatlarını ve sorumlulaklarını tayin eden bir yasadır.Geri kalan maddeler o dömende uygulanan 1 numaralı kanunla değiştirilen maddeleri hariç 24 Anayasasıdır. 1961 anayasasına kadar 24 Anayasası uygulanmıştır.Ona karşı yapılmış bir hareket değildir.Öyle bir şey yoktur.

- Aslında bakın.1945 de İnönü’nün bir nutku ile başlayan çok partili hayat Türkiye için çok erken başlamıştır.Siz bir evc, apartman yaptırıyorsunuz sömellerini atmadan ve alt yapısını yapmadan apartman dikiyorsunuz.burada aparmanın pisliklerinin ortaya döküleceği, her tarafı kirleteceği, binannı sağlam olmayıp bir gün yıkılacağını göze almanız lazım.

- Sömelleri,temelleri olmayan bir yapı.demokrasiyi kurmak isteyenler ilk defa alt yapısını hazırlamak zorundadır.sadece kürsülerde demokrasi diye söylemek bir ülkenin demokratik bir yönetime kavuştu demek değildir.

- -Buradan şuna gelebirmiyiz.Bir gün padişah efendimiz kalkıp ben yetkilerimi sınırlayıp.meşrutyite geçtim diyor.meşrutiyeti ilen ediyor.bir başka gün Mustafa Kemal paşa, ben Cumhuriyet ilan ettim diyor. Bir gün mille ve ebedi şef kalkıyorBen demokrasiye geçtim diyor.Aslında vatandaşın öyle bir talebi yok.O alıştığı düzende gidiyor.Bir gün birisi kalykıp halkın talep etmediği bir şeyi vedriyor.Burada halkın talebi, bir riske girmesi yok.bedel ödemiş değil.Dolayısıyla bizde o kurumların yeteri kadar oturtamaması buna bağlanabilir mi? Çünkü batıda bu kurumlar halkın talebi ve büyük kavgalar sonucu bedel ödeyerek elde ettiği kazanımlardır.Meşrutiyetin ilanını belki İstanbul istemiştir de, Bağdat yada Üsküp istememiştir.bir başka yerin haberi bile olmamıştır.Halkın büyük çoğunluğu bu değerleri bilmiyordu bile..

- Bakınız.. Bir kere padişqahlık yönetimi ile Atatürk yönetimini karıştırmayalım.

- Bunlar hakların verilişini ortaya koymak için verdiğim örnekler .

- Ülkelerin bellirli bir evrimden geçebilmleleri, kendi içenden çıkmış ve kendisine inandırmışy olanh öndrerlerin belirli bir çizgiye toplumu kanalize etmesi ve götürmesi ve oruhu yaratması ve çadaş bir yaşama kavuşması için reformları yapması ile sarayda oturan bir kişinin şunu yaptım bunu yaptım demesi arasında dağlar kadar fark var. Mukayese bile yapılamaz.Bunu bir müzekere konusu bile yapmak düşünülemez...Bunun için Atatürk kendisine innadırmış,hür bir develet kurmuş.Bu devlet içinde bulunan insanları belirli reformlarla belirli yaşam düzeyine getirmek için çaba sarf etmiş, buda halk tarafından benimsenmiş ve kabul edilmiştir.Halk durduk yerde ben cumhuriyet istiyorum.Şunu yapmak isitiyorum diye biriysel olarak bir talepte bulunması değil, bir yol göstericisine inanması ve onnu fikirlerini benimsemesiyle mümkün olmuştur.

- Tamam kabul. Fakat halk talep etmemiş.

- Her şey belirnlenerek yapılmaz.İşte önderliğin önemi burda çıkıyor.

- Peki bu durumda .”Karşı darbe”de bir önder yokmuydu.bulamadınız mı.Bulamamanızın sebebi ne idi?

- Burada halkın ve toplumun psikolojisi çok önemli.

Bizde gelenek olarak büyük rütbeli kişilere daha kolay ininma daha kolay itaat etme gibi bir eğim vardır.Bir general arayışımızın sebebi budur.

-Niye generaller bu işin içinde olmadılar.neden aktif değiller.Sadece sizin, genç subayların verdiğui görevi yapıyorlardı.Bunu nasıl kabul ettiler? Bu ordu hiyarraşisi içinde bir tenakuz değil mi idi?

-Bu genç subaylar lafı şöyle..Bana bir gazeteci arkadaş( emin çölaşan)benim sanayici olduğum, faprika kurduğumu öğrenince geldi gezdi.Giderken sizin söylediğiniz gibi dedi ki “ olur mu 27 mayıstan sonra generaller sizin söylediğiniz şeyleri yapıyorlar.Siz gittiğiniz zaman sizi karşılıyorlar. O zaman Özal var.Bendedik ki; Özal’ın rütbesi ne? Özal asteğmen rütbesinde ama Özalbaşbakan.Artık orda rütbeler sözkonusu değil.biz devleti yöneten bir kadroyuz.bizim titrimiz o zaman devleti yöneten insanlar.biz bir numaralı kanuna göre Meclis başkanı sıfatını taşıyoruz.

Protokolde devlet başkanı arkasından meclis başkanı gelmez mi?

Bizde Milli Birlik Komitesinin her toplantısında sırayla rütbe farkı gözetmeksizin Büyük millet meclisinin yapmış olduğu görevleri yapan Mille birlik komitesinin sırayla başkanlığını yapıyoruz.Dolayısıyla her birimiz Meclis başkanı sıfatına haiziz. Niye yadırganıyorki bu.

- İlginç çünkü kendine has bir tarz.Biz biliyoruz ki bir komite var ve bu komitenin başına bir general getirilmiş o başkanlık ediyor.General diyor ki şöyle olacak.Komitede parmak kaldırıp bunu onaylıyor,

- Hayır efendim.Hayır.

- Biz bu yapıyı şu andaki bakanlar kurulu şeklinde düşünüyoruz.

- Ben ABD sefirini borçları ödemeyeceğiz diye baskı altında tutuyorum.

- O anınızı anlatırnmısınız ?

- Evet. Çünkü haklıyım.Bu gün nasıl herkez IMF’yi suçluyorsa bende ozaman Amerikayı suçladım.IMF, Türkiyenin toslayacağını bilmiyormuydu.

- Her halde bilirdi.

- Bile bile bu kadar para verdi.bile bile belil şartları koşmadı?Bir yere ben borç para verirken tahsil edip edemeyeceğime bakarım.bir yere mal veriyorum.mal verdiğim adam paramı ödemeyecekse neden o adama mal vereyim?..Bu da aynen böyledir.bile bile veriliyor.neden Türkiye iktisaden belirli bir kontrol atında tutulsun.kısaca benim dümen suyumdan çıkamasın.Siyasi aranada ben nedersem bana itaet etsin.Borçlandırmanın anlamı budur.

- -siz mayiyeinn sorumluğunu aldınız.baktınız ki borç var.ne yaptınız?

- O zamanki para birimi ile ikibin dört yılında doğacak çocuk bile 40 bin lira borçlu.O zaman dolar ikilira sessen iki kuruş...

- -budurumda tavrunuz ne oldu?

- Ben Amerikan sefirinhden” bizim her çocuğmuzu 40 bin lira borçlandırdınız.Biz buparaları ödeyemeyiz “ dedim.Anlaşmalar var dedi. İhtilla hükümetiyiz dedim.Bu borçları silmelerini istedim. Hayret etti.bana üç gün müsaade edin hükümetimle konuşacağız dedi.Üç gün sonra konuştuğumuzda bunun dörtte birini silelim gerisini konsülüde edelim dedi.Hayır tamamını silmeniz lazım dedim.Bu parayı türkiyenin kalkınması için değil, popülüst maksatklarla kullandığını bile bile bu ülkenin insanlarını borçlandırmaya hakkınız yoktur.bu adalet değildir.dedim.

- Benden yeniden zaman istedi.Üçüncü görüşmemizde yarısını dedi.kademe kademe gidiyoruz.hepsini koparacağımızı zannediyorum.bende tamamını silelim diye bastırıyorum.

- Bir gün komite toplantısına o zamanki Maliye bakanı yaptığımız Ekrem Alican,ticaret bakanı Prof Cihat İren ve Cemal Gürsel geldi.

- Bizim toplantımıza siviller giremez.Biz tabi bu durumu yadırgadık.O samanki başkanlık yapan üsteğmen rütsbesindeki Muzafer Özdağ,Özdağa bu sivillerin buraya girmesi kurallara, çıkardığımız yasaya aykırı.Cemal Gürsel sadece bir izahat verip çıkacaklar dedi.Dirnleyelim dedik.Onlar ahde vefadan.siyasi arenedan mali bağlantılardan vs. bahsettikten sonra borçların kabulü yönünde fikir beyan etiler.Ve onlar çıktıktan sonara Cemal Gürsel, biri Amerikan sefirini baskı altına alıyormuş dedi.Aşağı yukarı yan yana oturuyorduk.Aramızda sadece Cemal Madanoğlu vardı.Ben dedim ki hocam “Niye böyle kapalı konuşuyorsunuz.Şefik soyuyüce neden demilorsunuz.ben mali konularda sorumlu bir insanım.bunun bir alt yapısını 0hazırlayıp arkadaşlarıma öye açmak istiyordum.siz emri vaki şeklinde gelip, hazır olmayan bir konuyu burda müzakereye açıyorsunuz..Buna hakınız yok” dedim. Hakım vardedi.Ve garip bir laf söyledi ve “ben orgeneralim “ dedi. Dedim ki “ Paşam bir numaralı kanuna göre sizin rütbeleriniz geçerli değil.Omuzlar değil.kafalar konuşur.Sizde bizimle eşitsiniz.bir üstünlük taslayamazsınız.Müzakere edelim dedi.Müzakere oylandı.maalesef 17/16 kaybettik.Arkasından borçları kabul edelim mi etmeyelim mi müzakerisi, ov gün otuz üç kişilik toplantı vardı maalesef yine 17/16 tekrar kaybettik.

- Şunu anlatmak için anlatım bu konuyu General, padişah gibi “şunu yapalım” diyor. Bizde el kaldırıyoruz.yok öyle bir şey.Biz parmakçı evetçi insanlar değildik.

- Tartışıyordunuz

- Gayet tabii..sonuna kadar.

- Bu anlattığınız 14ler olayına giderken komitede bir çatlamamıydı.

- Bunların hepsi birer etkendir.

- Biz mahkemeleri istemiyorduk.nitekim idamlar verildiği zamanda biz karşı çıktık.Yapmayın idamları dedik.Ama sürgünde idik engelleyemezdik.Aslında ozaman Mille Birlik Komitesi içnde kalan arkadaşlar vardı.Bizde yur dışında idik.Biz yurt dışına sünrgüne gidince bir numaralı kanun değiştirilmedi.Ben bunu gazetelere beyanatta verdim.

- -bu durumda sizin MBK üyeliğiniz ve oy hakınız devam ediyordu?

- Gayet tabi.İçerde olan MBK, dışarda olan MBK.Biz 14 kişi olarak idamlara kaşıyız dedik.sonradan öğrendim ki 23 tane içerde olan arkadaşlarımızdan yedi tanesi de idakmlara karşı çıkmışlar.

- O zamanda çoğunluk sizde.

- Çoğunluk bizde ama idamlar yapıldı.yargılasınlar...

- Bu durumda MBK kendi aldığı karara göre -Siz bir numaralı yasa diyorsunuz- sizlmeri dışarıya göndererek karalar alması ile meşriiyetini kaybetmiş olmaz mı?14’lerin yurt dışına gitmesi ile alınan MBK karaları meşru değildir denemez mi?

- Bern bunun için mahkemeye müracaat ettim.O zaman en yüksek yargı organı olarak Danıştay vardı.Ve benim aleyhime 3/2 şeklinde bir kara çıkmtı.Ben daha üst kurul olan Dava daireleri kurulunda itiraz etttim.Gene bir oyla kaybettim.

17 YAŞINDA GENEL KURMAYBAŞKANI OLACAĞIM GÜNÜ BABAMA YAZDIM.SÜRGÜNLE İDEALİM ENGELLENDİ.

-Siz, bir hedef için yola çıkmışsınız. 27 Mayısın güçlü insanları idiniz. 27 Mayıs’tan sonra cezaevine konan insanları bırakalım ama bunları sürgüne gönderelim dediniz.Ancak siz sürgüne gittiniz.Bu sırada Menderes ve arkadaşlarının hüznünü yaşadınız mı?

-Gayet tabi bir üzüntü var.

Düşünün. Ben on yedi yaşında subay oldum arkadaşım.Çünkü harp senelerinde okuduğumuz için 24 ay durmadan okuduk orta okulu bitirdik.24 ay okuduk liseyi bitirdik.İki yıl oradan kazancımız oldu.Harpokulu ve Topçu Okulu’nu da kısa devre okuyarak bir yılda ordan kazandık.Kurmay olduk beş yılda ordan kazandık.Ve ben 17 yaşında subay çıktığım zaman babama yazdığım bir mektup var.Mektupta demişim ki;”Baba ben 1970’in hangi senesinde Genel kurmay başkanı olacağım.”yeni subay çıkmış bir asteğmen Genel kurmay başkanı olacağı tarihi hesaplıyor.Ve onu hedefleyip gidiyor.Ve ben bunu feda ettim ise o idealimi feda etti isem bunun anlamı çok büyük.Bu anlam içerisinde ülkeyi getireceğiniz yere getiremeden o engelenmişse üzüleceğim gayet tabiidir ve doğrudur.Üzüldüm gayet tabii..

-Babanıza yazdığınız mektuptaki hesaplama prosödürün doğru işlemesi halinde normal.Ancak Türkiyede askeri bürokrasi de “Cumhuriyeti kuran benim” şeklinde bir kanaat hakim.

- Elbette

- Bunda Osmanlı nın son dönemindeki Avrupaya açılımların, batı değerlerinin ilk defa askeri kesimde uygulanmasının etkisi de eklenirse bu kanaat bir realite.Ancak Genel Kurmay başkanı genel kurmay karragahında oturuyor.Ama dünkü asteğmeni başbakan, ondan emer alıyor.Hatta lise mezunu bir cumhurbaşkanı onun başında. Askeri müdahalelerde bu yapılanmanın, böyle bir psikolojinin rolü var mıdır?

- Hayır.Hayır. Hayır...hayır.. hayır hayır.Böyle bir psikoloji sözkonusu olamaz.

- Peki. Siz çeşitli rütbelerde bulunan insanvlar ihtilal sonrasında rütbelerimizi çıkaralım.Sivil insanlar olarak siyasi sorumluluk sahibi olalım şeklinde sivilleşmeyi düşxündünüz mü?

- Düşündük.

- Neden yapamadınız?

- Zaman kalmadı ki

- Yoksa bu rütbelere ihtiyaç mı vardı.yani milletin verdiği silaha gücüne dayanma..

- Hayır hayır kesinlikle değil. Size garip bir şey söyleyeyim.27 Mayıstan sonra ben tabanca dahi taşımadım. Çünkü ben bu ülkenin insanlarının refahı ve mutluluğu için demokrasinin gerçek anlamda kurulması için her şeyimi ortaya koymuşum.Canım söz konusu değil.Şahsi bir telaş içinde değilim.

BEYAZIT CAMİİNDE KURULU İDAM SEHBASI GÖRDÜM

- İhtilal gecesi İhtilal yapılıyor..Elbette karşı darbede olacak.Başarılır başarılmaz.Korktunuz mu?

- Hayır.

- Aklınıza hiç korku gelmedi mi?

- Geldi.

- Böyle bir havaya girdiniz mi?

- Beyazıt’ta Kimya Fakültesi o zaman bizim örfi idare( sıkıyönetim) birlikleri kumandanlığının yeri idi.Bende kurmay başkanı idim.Oturdum.Aklıma geldi ve gözümün önüne bir idam sehpası geldi.Ve dönüp baktığım zaman Beyazıt camiin üstünden ki o tarafa bakıyordum Ve sehpayı da öyle görmüştüm.Hayal ettim. Allah sizi inandırsın beyaz beyaz bir şeyler iniyor aşağıya ve kaplıyordu. Yanımda ağbim vardı.Ağbime söyledim.Ağbi, bu caminin üstünde sanki beyaz bir şeyler iniyor.Döndü baktı” Gördüm şefik “dedi. Gördüm dedi.Başaracağız dedi.

- Ağbinizde subay mı?

- Evet.. Başaracağız dedi. Çünkü caminin üstünde nur iniyordu.Caminni üstüne nur iniyordu. Onun tefsiri..

- Nur demişken şimdi ezanda okunuyor.İhtilalden sonra size çeşitli çevrelerden çeşitli teklifler geliyor.Sizin bir proramınız var.Başkasıda şöyle yapalım böyle yapalım diyor.Kimisi Kur’anı değiştirelim diyor kimisi başka şey ama enteresan teklifler yapılıyor mektuplar yazılıyor.Bunlardan bazılarını çeşitli yerlerde ben gördüm.Sizin bu milletin milli değerleri ile bir kavganız varmı idi?

- Hayır yoktu.

- Mesela Ezan’ın aslına dönmesinde CHP’lilerin de oyları var.Bu durumu genç subaylar biliyor muydu?

- Hangi aslına dönmesinde?

- Şuandaki okunuş şekline dönmesinde.

- Bunda CHP’nin oyları yok.

- Hayır vardı.CHP’liler de evet demişti.

- Tutanakları ben bilmiyorum.Varsa kanaatleridir.herkesin kanaatleri olabilir.Bu günkü şekli ile okunmasının bir mahsuru da yok. Ancak ne var ki din bir intaçtır.Kişisel düşüncemi söylüyorum.İnandığım dinin kitabının ne dediğini ben okuyunca anlamak zorundayım.Bunu isterim.

- Herkes ister.Ama bunu yasa ile mi zorlamalı?

- Türkçe olacak diye bir şey olmadı. Ezan ..Sadece Ezan..

- Teklifler vardı.

- Olabilir.. çeşitli teklifler olabilir.O kadar çok teklif yapılabilir ki siz içinden doğruyu seçin, doğruyu yapın.Ülkenin insanlarının mutlu olması Ezan’ın şu şekilde bu şekilde okunması değil.Biraz evel söyledim. Üçtemelin gerçekleşmesi lazım. Esas hedef budur.Ben hedefe giderim.Askerlikte bir hedef alınacaksa, kenarında çalı çırpı varsa kenarından dolaşırsın.Bataklık varsa öbür yandn dolaşırsın.Ama hedefe gidersin.O hedefe gitmek lazım.Ben hedefe alacağım.

- Ezanın şu andaki okunuş biçimini alması ile Cumhuriyetin kazanımlarını kaybetğini mi düşünüyorsunuz?

- Hayır öyle bir şey olamaz.

- Bazıları öyle söylüyor.

- Hayır hayır.Yok öyle bir şey olamaz.Ayrı bir şeydir.

- Yani milletin milli değerleri ile hem fikiriz diyorsunuz.

- Dediniz ki camiden nur akıyordu.Kimide diyorlardı ki Menderes Konya’dan yüzbin kişi getirecek darbe yapacak yada Harpokulu mezunlarını fesh ederek orduyu asteğmenlerle idare edecek” şeklindeki ajitasyonlar olmadımı? Darbede bun tür ajitasyonların etkileri olmadımı.

- Yok yok .Böyle şey yok.Ben size bakın müşühhüs bir şey söylüyorum.Bir demokrasinin üç önemli ayağından bahsediyorum.

CHP BAZI ARKADAŞLARA ETKİ ETTİ.ECEVİT FİKİR HIRSIZI

- MBK’nin diğer üyeleride demokrasi konusunda aynı fikirde mi idi?

- Hepside mi?

- ....... Yalnız bir gurup arkadaşımız maalesef o zaman Halk partisi - içinde Ecevit’te vardı- yönetimi tarafından yanıltılmış, ve kendi yanlarına çekilmek istenmiştir.13 Kasım’daki 14’ler hadisesi bu siyasi bulaşıklığın, bu siyasi ekibin etkisi ile olmuştur.

- Ecevit’inde özellikle 1957’den sonra ülkeyi darbeye götürmek üzere kurulan bir sivil komitede çalıştığı iddiaları var.Dolayısıyla askeri komiteler çalışırken sivil komitelerde vardı.Askeri komiteler bunları bilmiyordu diye iddialar var.Bu iddialar doğrumu?

- Ben böyle bir şeyi ilk defa duyuyorum. Yalnız Ecevit fikir hırsızdır....

- ............

TURAN GÜNEŞ:ONUN ADI ECEVİT

27 Mayıstan sonraki bir tarihte Turan Güneş’le Bülent Ecevit benimle ısrarla görüşmek isitiyor.O zaman Ankara palas açık.Bizde eski Meclisteyiz. Kendi aramızda siyasi kadrolarla görüşmeyelim diye bir kararımız olmasına rağmen bu ısrra karşısında ben arkadaşlarıma , ısrarla gövrüşmek istkiyorlar diye söyledim.Tamam dediler.Yarım saat...Bende onlara sadece yarım saat görüşebilirim dedim.Gittik öğlen..Öğlen poydosunda bir şeyler hazırlamışlar.Sandviç ayran gibi şeyler atıştırdık.Orada bana bazı sualler sordu.ben dedim ki bu ülkede kırkbin köy, komlar, küçük beldeler.Bunlar üstüste konduğunda kırkbeşbin yerleşim bölgesi ortaya çıkıyor.Bu kırkbeşbin yerleşim bölgesine şimdiye kadarki hükümetler ve şimdiden sonraki hükümetler her türlü hizmeti imkansızdır götüremezler.İnsan gibi yaşamanın şartlarını yaratamazlar.Onnu için bir inceleme yaptırıp interlandı müsait olan on üç ondört köye bir tarım kenti kurmak, hizmetleri oraya götürmek köyleride tarım alanları diye vasıflandırmak tarım yapılacağı zaman köylü gidip tarımını yapması sonra ana merkeze gelmesi şeklinde bir yaşam tarzı.. Doktoru hastanesi okulu tiyatrosu manavı kasabı, fırını her türlü hizmeti olan altyapısı mevcut modern tarım kentleri kurmak lazım.Böylece bu gün köyde insanlar ekmek için unu son baharda depolar ilk bahara kadar bunun bir kısmı acır, küflenir. Et yiyemez poratein alamaz. Sinama, tiyatro göremez.konferans dinleyemez.Aydınlanamaz benim halkım.bir kültür prıltısından değişiminden istifade edemez.Bunu yaratmak lazım.demokrasinin ayağından bir tanesini bu şekilde sağlamlaştırmak lazım.

Ben bunu deyince Ecevit suratle karşı çıktı.ne yapıyorsunuz.Bu halkı tek kalıbamı dökmek istiyorsunuz? Kalıp değil bu .bu yaşam tarızı dedim.Fazlaca benim zamanım yok dedim ve ayrıldık.

Yurt dışından sürgünden döndükten sonra bir baktım ki köykent projeleri çıkmış.benim bir işim dolayısıyla Amerikan Fort Vakfı ile Pariste Ticaret odasında bir anfijraj yapılacak.Oraya çok iyi Fransızca bilen bir hukukçu götürmem lazım.Bu Turan Güneş’ti. Teklifimi kabul etti.Paris’e gittik.bir akşam anfijraj oldu biz kazandık.Turan Güneş aslanlar gibi kükredi orada.Bir Türk olarak Turan Güneşin oradaki Fransız Tiecaret odasının avukatları ve Amerikalıların karşısında kazandığımız o zafer müthiş bir şeydi.Davayı biz kazandık.haklıydık çünkü.

Akşam oturduk yemek yiyoruz..sevinçliyizde.Aklıma geldi.Dedim ki Turan bey hatırlıyormusun.ben komutede iken beraber bir öğlen yemek yedik.Ben bir tarım kentleri projesi anlattım size.O zaman Ecevit karşı çıkmıştı.birazda tartışmıştık.Şimdi çıkmış köy koop filan diyor.Aynı projeyi uygulamaya çalışıyor dedim.

Dedi ki; “O’nun adı Ecevit. Fikirleri çalar ve kendisine mal eder “ dedi.

-Şuanda Türkiyenin geldiği noktayı.IMF ve Dünya Bankası’nnı istekleri ile yapılan yasal değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?Biri çıkıp uzaktan 15 günde onbeş yasa diyor.Bunlar yapılıyor,.iktidardada halkçı Ecevit var.

-Şimdi arkadaş. Bir evde yiyecek kuru ekmekte kalmazsa çocuklarını doyurmak zorunda olan insanlar en ağır şartları bile kabul eder.Türkiyenin başka şansı kalmayacak noktaya getiren insanlar; ülkeyi bu hale getiren dayatmalyara söyleyecek hiçbir lafları yok ki..

Şerefli davranış bence biz başaramadık deyip çekilmek.Bu ülkenin insanları alternatif bulur.Alternatif vardır.

-İhtilalin dışında alternatif var mı?

_Tabi var.niçin olmasın ki..Niçin olmasın.Var..

-Çünkü “Ben olmazsam daha otariter bir rejim gelir.yani darbe gelir” demeye getiriyor.

-hayır efendim.Otariter bir rejimin gemlmesine gerek yoktur.bu ülkede çareler tükenmez.Meşhur Alman strateji uzmanı ...yaltager derki “ Strateji çare bulmak sanatıdır”Bu millet çare bulur.Çaresi vardır.Bu ülke okadar kısır değil. Müthiş beyinler yetişti.Nice 27 Mayıs fikriyatını devam ettirecek güçlü kadrolar çıktı.Çarelar vardır.çareler tükenmez.hem parlemento içinde tükenmez.çare vardır.kimsenin öcü gösterip milleti korkutmaya hakkı yoktur.Milletin bütün kaynakları ortadan gidiyor.

Düşünün bir özelleştirme tuturulmuş.Sümerbank maaş ödeyemiyor.Sümerbankın müdürleri genel müdrür yardımcıları genel müdürü ayın 23’ dündü.Ayın birinde almalyarı gereken maaşı ayın 23’de alabildiler.İşçiler hala maaşlarını almadılar.

Sümerbankın mernos fabrikası dünyada bir tane idi.B:ursa belediyesine verildi.Belediye sanayicimi kardeşim.

-Emlakını veriyorlar.

-Emlakını alacakta ne olacak.Fabrikayı başka yere nakledecek kadromu var.İzmirde ki basma fabrikası 12 Mayıs 2001 de kapatılacak.Müşterileri cayır cçalyır ağlıyor.kapatmayın mal üretin satayım diye.Bu Sümerbanka bir gelir değil mi.kapandı kapandı bu fabrika ayın 12sinde kapandı.Sümerbankın Kuşadasında bir dinlenme tesisi var.Sümerbank personelinin kurduğu vakıf bunu bana verin diye 3,5 milyondolar veriyor.Zaten orayı o hale getirende o vakıftır.İşletmeyi o yapıyor,Dışardan biur başka firmada 4,5 milyon dolar veriyor.bunlara satılmışyor.Özelleştirmenin başındaki Yüksel Yalova Aydın milletveki.Burayı Aydın belediyesine vedriyor.Aydınbelediyesi de 4,5 miylon dolar veren firmaya kırk dokuz yıllığına iki milyon dolara kiralıyor.Bu ülke talan ediliyor talan.Ülkenin şartları 27 Masıy öncesinden çokdaha ağır. İşyte telekommun satışı. Zarar eden KİT’ler değil karlı müesseseler elden çıkarılıyor.

-Bir anayasal kurumumuz var.MGK.burada çok çeşitli tartışmaların, hatta irtica kapsamında insanların gümüş yüzük mü taktığı sarı yüzükmü taktığı tartışmalarına kadar ayrıntılara girildiği iddaları var.Ülkenin bu kaynakları giderken bu kurum ve etkili insanlar hiç mi düşünmüyorlar.

-Milli Güvenlik Kurulu bir askeri kurum değildir.

_Elbette askerinde bulunduğu anayasal bir kurum.

-Askerden fikir sorarlar fikrini söyler.

-Gümüş yüzüğe bile fikrini söyleyenler talanlara karşı neden sesiz?

-hangi yüzüğe canım.bunlar tevatür kadrdeşim.Böyle şeyler olmaz.

-Pratikte uygulamalar var.Belki bu örnek biraz hafif ama.Filan yerdeki bilim adamının karısı bir şey yaptı,yada giydi diye görevden alınıyor.Bu hukuk dışılığı birileri bir yerlere fatura ediyor.

-Eğer bu ülkenin aydın kişileri, bu üalkenin medyası artık böyle.ve bu gibi konularla uğraşmasın.Ülke elden gidiyor kardeşim.Öyle altın yüzük, gümüş yüzükle uğraşılacak zaman değil.bunlar tevatür bunları düşünmek bile istemiyorum.bunlar bana gülünç geliyor.herkes aklını başyına almalı esas milletin rahatını nasıl sağlarız buna bakmalı..,

-

- İhtilalle ilgili anlatmak istediğiniz özel bir anınız var mı?

- Size ben şunu söyleyeyim.İhtilla için yazılan yazılar, çıkarılan kitaplar Abdi İpekçinin ki de dahil.Yüzde sekseni yanlıştır.Gerçek ihtilali ihtilallciler anlatabilir.İhtilalciler konuşmadı daha..

- Niye konuşmadılar.

- Bu ortamda konuşulabilir.Ama daha evel ortam müsait değildi.Gerekte yoktu.Kişisel olarak şunu söyleyeyim.benim ufak tefek anılarım olmuştur.İnsanın yaşı ilerleyince de biraz çenesi düşüyor intibaı vardır.

- Veya insan hatıraları ile yaşamaya başlayarak hatıralarını anlatma ihtiyacı duyuyor.

- Bazı konularınız oluyor bazı anılarınız aklınıza geliyor.Ve onu misal diye söylüyor, anlatıyorsunuz.Dinleyen arkadaşlar hayretler içinde kalıyor.Niye bunları söylemiyorsunuz,yazmıyorsunuz, bunları kendinizde götüremezsiniz diyorlar.

- Bizde bunun için geldik buraya.

- Bunun için bakın şurda ben şimdi bir teyp satın aldım.Konuşunca çalışan konuşmadığımda susan bir teyp.Mikrofonunuda aldım.Bunları tesbit edeceğim yazılanlar doğru değil.Ben şuana kadar bir şey yazmadım.Hep şunu düşündüm.Acaba yazacaklarımda anlatacaklarımda nalıncı keseri gibi hep kendimemi yontarım acaba?Eğer böyle bir şey olursa ben kendimi ve karekterimi zedelemiş olurum.Durulsun.Bir nesil iki nesil geçsin. Yaşarsam yazarım.Bana böyle bir his geldi kaleme dökmedim.

..............................

Kutu ..... kutu.....kutu

............

Bir demirkrat belgseli diye bir belgesel yayınlandı biliyorsunuz.Buna ben tepki gösterdim. bir yazı yazdım.O zaman Milyyet gazetesinde Zeki Sözer’e gönderdim.Yayınlamadılar .Üzerinde bile durmadılar.Demirgrat nelyin belgeseli idi?... Kanaatim odur ki tartışmalar olması gereken mecradan saptırlmıştır...

27 Mayıs’ın gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynamış ama, bu işi demokrasi ve halk için yaptığına kesin olarak inanmış bir kişi olarak benim bu saptırmaya evet demem mümkün değildi.. 27 Mayıs’la uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerin konuştuğu şu dönemde gerçeklerin bilinmesinde, söylenmesinde çok yararlar vardır.

..

Üniversite, basın, gençlik, halk...Boşuna mı tepki göstermişlerdi?Bütün bunlar kamuoyunun gözünün içen baka baka 30 temmuz tarihindeki açık oturumda görmezlikten gelindi. Çünkü, hangi amaca, hangi niyete hizmet ettiği bilinmez bir şekilde, yapımcılar üç idam sehpasının ardına sığınma yolunu seçmişlerdi.

......

27 Mayıs yalnızca idamlar değildi. Aslında 27 mayıs hala canlı,hala etkili ve hala demokrasini gerçek ışığıdır.İdamlar yapılmamalı idi, 27 Mayıs’a bu gölge düşürülmemeliydi, hatta mahkemeler yapılmamalı idi.Bunun yanlışlığını söyleyen benim.

....

27 mayıs ordunun dinamik, seçme, düşünmesini bilen ve ileriyi gören kadrolarınca gerçekleştirildi.Yalnızca o insanların omuzlarındaki rütbeler küçüktü.

60 sonrası iki müdahale yapıldı.İkisinede omuzu kalabalıklar yaptılar.Ama ne varrki ortaya konanlar 27 Mayıs’ın ortaya koyduklarının dörtte biri kadar bile değildi.27 Mayıs hürrüyet gettirdi .Diğerleri hapsane doldurdu.

Çünkü, 12 Eylül daha işin başında 27 Mayıs’ın performansına kalitesine ulaşamayacağını anlamıştı. Evet 12 Eylül’de idamlar olmadı.Ama 12 Eylül yasa düzene 27 Mayıs’ın getirdiği hayat tarzı ortada.

12 Mart ve 12 Eylül; 27 Mayıs’ın Türk toplumuna armağan ettiği demokratik düzeni örseleyerek ve ortadan kaldırarak, demokrasiye çok daha mı fazla hizmet ettiler.Yoksa ölçü hala idamlar mı?

Özellikle 27 Mayısla ilgili bütün belgeler gün ışığına çıktığında, günü birlik tarih yazmaya kalkanların içine düşeceği durumu çok merak ediyorum.

....

CİMAL GÜRSEL PİYON

Madanoğlu aynen Cemal Gürsel gibi 27 Mayıs’ın sadece omuzlarından istifade için öne sürülmüş piyonlardır. Madanoğlu’nnu 27 Mayıs hakkında konuşmaya dahi hakkı yoktur.

................

KUTU KUTU KUTU KUTU.

Soyu Yüce ek:

...

-İktidar muhalefeti meclise sokmuyordu.Yasama ,yürütme ve yargıyı üzerlerine almak istiyordu. Padişah’ın yetkilerinden daha fazla yetkileri vardı.Tek veya üç kişinin iradesine doğru gidiyorlardı. Milleti vatan cephesine mensup olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölmüşlerdi.Biz bu ekibin yaptığı darbeye karşı darbe yaptık.27 mayıs öncesinde ülkede demokrasi mi vardı.?

-menderes diktaya gidiyordu diyorsunuz ama, darbeden hemen önce Menderes Eskişehir’de “Seçime gideceğiz diyor.Ancak sıkıyönetim sansür uygulayarak bu haberin ulusal basında yer almasını engelliyor. Bu doğrumu?

Seçim kararı allınsa idi bile darbe yapacak mıydınız.?

-Hayır öyle bir durum yok.Eğer sıkıyönetim bu kararı alsalardı.Sıkıyönetimdekilere rüşvet verirler yine yayınlatırlardı.

-Rüşvet mi. Kime rüşvet..?

-Onlara engel olanlara. Mesela bana da rüşvet vermek istediler.Bir çokları aldı ama bana teklif edenle çil çil paraları geri gönderdim.Çünkü biz bir yola girmiştik.satlık adam değildim.Ben 2,5 kuruşluk kirayı ödeyemediğim, hanımın bileziklerini sattığımı biliyorlar.Ve bana bir kişi ile para göndermek suretiyle iktidar lehine çalışmamı istiyorlar.ben bunu ret parayı getiren kişi ile ret ettim.

KONUŞSAK YER YERİNDEN OYNAR

- Darbeyi hızlandırmakta Irak darbesinin bir rolü oldu mu?

---- Sana bir şey söyleyeyim.. Hatırlarsınız bir dokuz subay hadisesi var. Benim bir komutanım vardı.Kadir..bu benim bilgimden tırsıyordu..Bu yüzden beni “ Bu çocuğun çalışmalarından çok şüphe ediyorum. “ diyerek bu dokuz subay içinde göstererek elimine etmek istemiş.Ordu Komutanlığından emekli Suat Öztulga hayatta.O demiş ki” Aman ne yapıyorsunuz.Çok büyük bir iftira olur.Bu arkadaşın ollarla ilgisi yok.” Öylece ben dokuz subay olayında yırtım.

Karşı darbeden 15 gün önce bana Erkan kavaklı ve okuldan aynı dönem arkadaşım Şükran.. geldi.

Onlar dedi ki”İstanbul’da senin emrin ve haberin olmadan kediler bile gezemez.Onun için İstanbul’a sen hakimsin.Dediler ki ne zaman darbe yapalım.Dedim ki onun zamanını ben söylerim.Sizi haberdar ederim dedim.

Yalnız ben dokuz subaylar hadisesinde zor yırttım. Kime nasıl güveneceğiz.bunun garantisi ne .. Çünkü Irak’ta ki gibi olmasın.Harekata başlarız başarılı olur yada olmaz ama, gece horozun sesini duyanlar uyanarak yeni ve karşı darbelere başlar bir birimize girersek bu çok yazık olur.Bu temin edildi mi?

Birde haydi başardık. Gidip Ankara’ya oturduk.kimin ne yapacağı ve ilerisi için bir palan program var mı dedim

-Ne dediler ?

-Buna cevap vermediler.Ama bende hazır idi(Bir dosya çıkararak el yazısı ile hazırlanmış metinleri gösteriyor.Ancak ilerde yayınlayacağım diye vermiyor)Benim hazırlıklarım tamamdı.Onlarda yoktu.Çünkü onların o nosyonları yoktu.

Onlar gittiler ancak karşı darbe için gün tespit etmemiştik.

-İktidar bir şey olacağını biliyor muydu.?

-Biliyordu.Çünkü İktidarda olayların nereye varacağı tedbirler alıyordu.Mesala... palis şefi ... nin emrinde 150 kişi tutuyordu. Basılacak evler işaretlenmişti.Bunlar 29 Mayıs İstanbul’un fethi dolayısıyla harekat başlatacaklar ve bizleri elimine edeceklerdi.

Hemde yapılan hazırlıkları bize kendileri bildirdi.

DP Fatih ilce başkanının oğlu iktidarın yapacağı temizlikte kimleri alacağının listesini getirdi.Bundan sonra durumu bildirerek ben Ankara’yı zorladım. Ankara Başbakanın Eskişehir’e gitmesini gerekçe göstererek erteleyelim dedi.Ancak o listeler bize ulaşınca mutlaka 29 mayıstan önce yapmamız gerektiğine karar verdik.İstanbul sorumluğu bizde idi. Bana İstanbul görevi verildi.İstanbul olmadan Ankara’nın başarması mümkün değildi Eskişehir’i de bize bıraktılar.Menderes’in yakalanması için iki arkadaşı görevlendirdik.Gittiler ancak Menderes olayı haber alınca kaçmıştı.Muhsin Batur uçakla takip ederek onu da aldı.

Öyle çocuk oyuncağı değildi.Biz kellemizi ortaya koyarak bir işe kalkıştık.

-DP’li ilce başkanın oğlu mu size hükümetin tedbir harekatını bildirdi?

-Evet .Çünkü Pertevniyel lisesinden öğrencim idi.Ben üç yıl önce orada onların hocası idim.”Demiştim ki bu devlet iyi idare edilmiyor.Bir gün toslayacak.Siz her türlü kötülük için bii bulursunuz.İhtiyaç zamanı bize ulaşırsınız” demiştim.Bize öğrencilerimiz ulaştılar.Karşı darbeden sonra baktım.Pertevniyeldeki tüm öğrencilerimiz Beyazıt’taki kimya fakültesi önünde bizi buldu.Onlara nasıl bulduklarını sordum.siz lazım olunca bulursunuz dememiş miydiniz dediler.

Biz zaten oradaki ecza fakültesinin mediko sosyal birimi vardı.O kanalla öğrenciler ile irtibat kuruyorduk.Gençlikle irtibatı o kanalla sağlıyorduk.

........

Yıl dönümü dolayısıyla İstanbul’da eski arkadaşlar toplandık.Kimi çocukları, gelinleri ve torunları ile geldik.Çoğunun çocukları her biri ber yerlere gelmişler.Profesör olanlar var.

-Ne diyorlar.keşke darbe yapmamalıydınız.Bakın artık bayram edende yok. Diyerek darbeye karşı olduklarını mı söylüyorlar.

-Hayır aksine .Ah diyorlar sizin gibiler yok.Keşke yarım bırakmasaydınız.memleketi ne hale getirdiler diyorlar.

.............

https://www.facebook.com/notes/necati-%C3%A7avdar/beyaz-ihtilalden-radbeye-27-mayis/1803109119700564/

 


///////////////////////////////

27 MAYIS 12 EYLÜL'E KARŞI - Odatv.com

odatv.com/27-mayis-12-eylule-karsi-2605101200.html

26 May 2010 - Bu fikir birliği, 27 Mayıs'ın, Türkiye'nin yüz yıllık demokratik devrimler ... bkz: Necati Çavdar'la Ufuk Turu 1 içinde “Beyaz İhtilal'den Darbeye: 27 ...










27 MAYIS 12 EYLÜL’E KARŞI








 

TEORİ dergisinin Mayıs/2010 sayısını “27 Mayıs Özel Sayısı” olarak yayımladık. Oradaki, “27 Mayıs: Kemalist Devrim’in 20. yüzyıldaki son atılımı” başlıklı yazıda şu saptama yapılmıştı: ”Bu ay, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 50. yılına gireceğiz. Hiç şüpheniz olmasın, Mayıs ayı boyunca ve özellikle 27 Mayıs haftasına girdiğimizde, liberal etiketlisinden Haçlı irtica “Müslüman”ına, Soros solcusundan Batıcı Kürt milliyetçisine kadar bilumum mandacı-işbirlikçi takımı, holding medyası üzerinden 27 Mayıs’a karşı bir ‘Haçlı Seferi’ düzenleyecektir. Türkçeye dünyanın en güzel şiirlerinin dili olma onurunu kazandırmış büyük devrimci şairimizin dizeleriyle, 27 Mayıs’a karşı, ‘Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla/ Han, hamam, apartıman ve konaklarıyla/ 16 sayfaları, baskı makinaları-tanklarıyla/ Yamak ve yardaklarıyla/ hücuma kalkacaklar’dır”.

D. Baykal ve CHP’ye komplo kasetlerinin toz dumanı içinde kamuoyunun dikkatinden kaçtı, ama beklenen oldu. Karşıdevrim cephesi, 27 Mayıs haftasını bile beklemeden hücuma geçti. Fethullah’ın haftalık Aksiyon’u, 27 Mayıs haftasındaki sayısında kullanacağı “saldırı hakkını saklı tutarak”, ateşe daha Mayıs ayına girmeden, Nisan’ın sonunda başladı. Mayıs’ın 1’i ile birlikte ise, Doğuş Holding’in NTV Tarih dergisi, “Hasta demokrasiyi öldüren darbe: 27 Mayıs” ve “liberal-demokrat İslamcı” Haksöz grubunun Umran dergisi, “27 Mayıs’ın gölgesinde siyasetsiz siyaset” kapakları ile ateşe başladılar.¹ Aydın Doğan’ın yayınevi, hazırlığına çok önceden başladığı saldırıda, Nazlı Ilıcak’la saflarda yerini aldı.² Bunları, ortak bir konferansla, Soros beslemesi Helsinki Yurttaşları Derneği ve Türkiye’deki Alman vakfı Heinrich Böll Stiftung izledi.³

KARŞIDEVRİM CEPHESİNİN TEZLERİ
27 Mayıs, 12 Eylül darbesiyle girilen gericilik yıllarında, tarihimizdeki, her renk ve meşrepten karşıdevrimcinin en çok saldırdığı devrimci hareketlerden biri oldu. Bu yazıda, karşıdevrim cephesinin 27 Mayıs’a saldırı tezlerinin başlıcalarını yanıtlayacağız.

Adlarının başında “sol”, “sosyalist”, “emek/emekçi”, “özgürlük”, “demokrasi” vb sıfatlar bulunanlar da dâhil, 27 Mayıs’a saldıranların başlıca tezleri şunlardır:
- 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’den bazı farklılıkları olsa bile, sonuçta onlar gibi askeri bir darbedir; bir askeri harekettir. Askerden gelen her hareket ise, antidemokratiktir, kötüdür; sivil olan her şey, iyidir, demokratiktir.
-27 Mayıs, seçimle gelmiş meşru hükümeti devirmiştir; Türkiye’de hükümetlerin seçimle gelip seçimle gitmesi yerine, askeri darbelerle devrilmeleri geleneğini başlatmıştır. Millet iradesine karşı, toplum inisiyatifine (”sivil topluma”) dayanmayan, tepeden inme bir harekettir. Bu yönleriyle, parlamenter demokrasiye, Türkiye’de Batı (ya da AB) standartlarına uygun bir demokrasinin yerleşmesine zarar vermiştir.
-27 Mayıs, egemen sınıflar arası bir çatışmadır; sanayi burjuvazisi-yüksek bürokrasi ittifakının ticaret burjuvazisi-toprak ağalığı ittifakına karşı bir hareketidir. Ekonomik, siyasi, kültürel, ideolojik alanda birincileri öne çıkaran; egemen sınıflar içi hiyerarşinin en üst basamağına birincileri yerleştirmeyi amaçlayan bir hükümet darbesi idi. Halkın, tümüyle dışında olduğu; çatışan güçlerden biriyle birlikte olmasını gerektirecek bir durumun olmadığı bir hareketti.
27 Mayıs’a yapılan “sol”, liberal, irticai, Kürtçü, vb her kılıktan saldırı, bu tezlerin çeşitli karışımları ve türevleri ile yapılmaktadır.
Bunlar içinde en gerçek dışı olanı ve en ikiyüzlüsü, “Hepsi de askeri darbedir ve antidemokratiktir” yaftalamasıyla, 27 Mayıs’ı 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koyarak yapılan saldırıdır. Üstelik bunun şampiyonluğunu da, 12 Mart ve 12 Eylül’ü desteklemiş olanlar; bu “our boys” darbelerinin ürünü olan, onların besleyip büyüttüğü unsurlar yapmaktadır. Bu yanardönerliğin “ünlü” temsilcilerinden bazılarını sayalım: 12 Mart ve 12 Eylül’ün şakşakçıları Mehmet Barlas ve Nazlı Ilıcak. 12 Eylül hükümetinin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Turgut Özal’ın bürokrasi kadrosunun yıldızı Hasan Celal Güzel. 12 Eylül’ün iktidar yolunu açtığı T. Özal’ın kurye gazetecisi Cengiz Çandar; 12 Eylül’ün romancısı Ahmet Altan; 12 Eylül döneminde “Kenan Evren cennetliktir” fetvasını veren Fethullah Gülen... 12 Eylül’ün “din birleştirici ve lazım” olarak formüle edilip “tarikatlar lazım” olarak uygulanan siyasetinin fideliğinde yetişen T. Erdoğan’lar, A. Gül’ler...
Ama daha da garibi ve acı olanı, 27 Mayıs’a, “sol” adına, “solculuk” adına bunların kuyruğunda saldıranların tutumudur. Bunlar, Türkiye sosyalist hareketinin 1960 ve 70’lerdeki 27 Mayıs değerlendirmelerini; Nazım Hikmet’in, TİP’in, Mehmet Ali Aybar’ın, Hikmet Kıvılcımlı’nın, Behice Boran’ın, (bugün o günlerdeki değerlendirmesinden dönmüş olsa da) Mihri Belli’nin, Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın, hatta İbrahim Kaypakkaya’nın, 27 Mayıs’a sahip çıkan, onu olumlayan görüşlerini bir kenara atarak, “insan haklarıcı”-“sivil toplumcu” Batıcı solculuğun kuyruğunda hidayete erip, bugünün “our boys”larıyla ağız birliği etmektedirler.

27 MAYIS’IN 12 MART VE 12 EYLÜL’LE KARŞITLIĞI


27 Mayıs; gençliğin, aydınların, basının, CHP ve CKMP muhalefetinin, DP iktidarının parlamenter faşizme yönelen tutumuna karşı yükselen mücadelesinden güç alarak gerçekleşti. Daha da önemlisi, başarıya ulaştıktan sonra yaptığı düzenlemelerle, 1960’lardaki, Türkiye tarihinin en büyük, en kitlesel emekçi eylemlerinin önünü açtı. 12 Mart ve 12 Eylül ise, sistemin denetiminden çıkma “tehlikesi” taşıyan kitle mücadelesini zapturapt altına almak amacıyla gerçekleşti.
27 Mayıs’ın sloganı “Hürriyet” iken; 27 Mayıs, “Kahrolası diktatörler” diye bağıran kitlelerin mücadelesinden güç alırken; 12 Mart’ın sloganı, 27 Mayıs Anayasası’nın toplumun bedenine “bol geldiği ve bol gelen elbiseyi (özgürlükleri) daraltmak”tı. 12 Eylül ise, toplumun alt sınıflarına 27 Mayıs’ın sağladığı demokratik hakları, “güvenlik ve huzuru tehlikeye sokan aşırı serbestlikler” olarak ilan etti.
Kendinden önceki dönemle ilgili olarak 27 Mayıs’ın saptaması, “hürriyetlerin yetersizliği ve var olan yetersiz hürriyetlerin bile bastırılıyor olması” idi. 12 Mart’ın saptaması ise, Memduh Tağmaç’ın ifadesiyle, “Toplumsal uyanışın ekonomik gelişmeyi geçmesi”, yani “hürriyet fazlalığı” oldu. 12 Eylül diktatörlükte daha da ileri gidip, 27 Mayıs’ın açtığı kanaldan gelişen hürriyetlerin “anarşinin kaynağı” olduğu tezine dayandı.
27 Mayıs, DP iktidarının bastırdığı ve ikide bir tırpan attığı solun önünü açtı; 12 Mart ve 12 Eylül, 27 Mayıs’ın açtığı kanaldan filizlenen sol’a tırpan salladı.
27 Mayıs işçi haklarını ve sendikal özgürlükleri genişletti. 27 Mayıs’ın sağladığı hak ve özgürlükleri kullanarak Türkiye işçi ve sendikacılık hareketi 1960’lı ve 70’li yıllarda tarihinin en büyük atılımını yaptı. 12 Mart ve 12 Eylül ise, işçi sınıfı önderlerini, sendikacıları hapse attı; sendikaları faaliyetten alıkoydu ve kapattı; grev ve toplusözleşmeyi yasakladı. Sendikal örgütlenme, grev ve toplusözleşme haklarını alabildiğine daralttı. TÜSİAD patronlarına, “Şimdiye kadar [27 Mayıs’tan beri] onlar[işçiler] gülüyordu, şimdi gülme sırası bizde”(Halit Narin) dedirtti.
27 Mayıs, toplumumuzda yeniden bağımsızlık ve yurtseverlik bilincini geliştirdi, sosyalizme alan açtı. Bunlar ise, Amerikan emperyalizminin Türkiye üzerindeki denetimini zayıflattı. ABD’nin Akdeniz’deki jandarma gücü 6. Filo’nun Türkiye limanlarına ayak basamamasına yol açtı.
27 Mayıs parlamentoda, 1946’dan sonra ABD ile imzalananı gizli ikili anlaşmaların hesabını sordu.* Tepesindeki, Amerikalı nalbant çavuşun parkasını tutan Rüştü Erdelhunları devirdi ve hapse attı.** DP hükümetinin Kore’ye gönderdiği tugayı (hem de ABD’nin karşı çıkmasına rağmen) geri çekti. 12 Mart ve 12 Eylül ise, ABD’nin “our boys” dediklerinin emir-komuta zincirinde gerçekleşti. Türkiye limanlarını tekrar 6. Filo’ya açtı. TSK’nin NATO’ya ve Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını tahkim etti.
12 Mart ve 12 Eylül’ün generalleri emekli olur olmaz holdinglerde kapılandılar. 12 Eylül’ün beşlisi kendi içinden, “Dünyanın en zengin beş generalinden biri”ni çıkardı. 27 Mayıs’ın liderleri ise, ölünceye kadar, sadece devletten aldıkları emekli maaşları ile ellerinde file, çarşı pazar halkın içinde oldular.

DEMOKRASİ, SİVİLLİK, PARLAMENTER ÇOĞULCULUK VE 27 MAYIS


Yukarıda 27 Mayıs’ın toplumsal-sivil desteğini saydık. Bu destek, 27 Mayıs sadece askeri inisiyatife değil, en az onun kadar sivil inisiyatife de dayandığını göstermektedir.
Ayrıca, “sivil inisiyatifin” DP iktidarınca işlemez hale getirilen en temel mekanizmasını (parlamenter çoğulculuğu ve parlamenter yoldan iktidar değişikliğini) yeniden işler hale getirmiştir. Hatta salt yeniden işler hale getirmekle de kalmamış; DP iktidarının son döneminde örneği görüldüğü gibi, bunların parlamento çoğunluğuna dayanılarak ortadan kaldırılmasının yollarını kapatan önlemler almak suretiyle ,“sivil inisiyatif”in işlemesini daha da sağlamlaştırmış ve güvenceye almıştır. Anayasa Mahkemesi, çift meclis (Meclis ve Senato), yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, idarenin işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olması gibi önlemler, hep, parlamentoda çoğunluğu bir şekilde ele geçiren egemen sınıf kanadının, bu çoğunluk gücüne dayanarak gerek parlamenter alanı, gerekse serbest siyaset yapma kanallarını rakiplerine kapatmasını önlemek için getirilmişti. Almanya’daki Hitler örneği bir yana; bizzat DP iktidarında görülmüştü ki, parlamento ve parlamenter sistem, sadece kumandası askeri olan askeri darbelerle değil; kumandası sivil ve parlamenter görünümlü olan ama zor gücü olarak yine askeri-polisi devreye sokan (başka türlüsü de mümkün olmaz) “sivil inisiyatifler”le de işlemez hale getirilebiliyordu.
27 Mayıs, aynı zamanda askeri inisiyatife (ordunun tepesine) karşı bir isyan hareketidir. “Askeri inisiyatifin”, parlamenter faşist bir diktatörlüğü gerçekleştirmenin gücü olarak kullanılmasına karşı olan, onu bertaraf eden bir harekettir. 27 Mayıs, ordunun tepesindeki 280 generalden, Genelkurmay Başkanı ve Sıkıyönetim Komutanlarını hapse atmış, 240 tanesini de emekli etmiştir. 12 Mart ve 12 Eylül ise, ordunun Amerikancı tepesinin tabanına karşı hareketleridir. Her ikisi de, yüzlerce genç yurtsever subayı ordudan atmış ve hapse göndermiştir.
27 Mayıs, parlamenter çoğulculuğu korumak ve yeniden işletmekle de kalmamış, onun sınırlarını daha da genişletmiştir. Egemen sınıfların iki kanadı arasındaki 1946 uzlaşmasına dayanan parlamenter çoğulculuğa, orta sınıflar ve emekçi sınıflar da içinde olmak üzere, toplumun daha geniş kesimlerinin dâhil olmasını sağlamıştır. Getirdiği ve “Milli Bakiye” adıyla anılan seçim sitemi, parlamenter çoğulculuğu toplumun alt sınıflarına açan diğer bir demokratik kanal olmuştur. 1965’de TİP, bu kazanım sayesinde parlamentoya girmiştir.
Amerikancı “sivil toplumcu”ların ve neoliberallerin piri olan T. Özal ve “idol”ü olan T. Erdoğan’ların %10’luk seçim barajlı “parlamentoculuğu”nun ve “sivilliği”nin mi demokratik ve çoğulcu; yoksa Anayasasından seçim sistemine kadar, parlamenter çoğulculuğun genişletilmesini ve seçimlerle beliren “millet iradesinin” sonuna kadar parlamentoya yansımasını sağlamış 27 Mayıs’ın mı demokratik, çoğulcu ve sivil olduğunun takdirini vicdan sahibi insanlara bırakıyoruz

27 MAYIS VE BASIN YAYIN ÖZGÜRLÜĞÜ


27 Mayıs, Cumhuriyet tarihinin ikinci büyük aydınlanmasının yolunu açtı. O aydınlanmanın önemli bir ayağını, sosyalist aydınlanma oluşturdu. DP iktidarında baskılanmış edebiyat, tiyatro, sinema, müzik başta olmak üzere, sanat ve sanatsal üretim, 27 Mayıs’ın sağladığı özgürlük ortamından ve aydınlanmadan beslenerek 1960’lardaki altın yıllarını yaşadı. Türkiye’nin düşünce ve kültür hayatı çeşitlendi, zenginleşti. Bilimsel araştırma ve yayınlarda patlama yaşandı. Üniversiteler idari ve bilimsel özgürlüklere kavuştular.
12 Mart ve 12 Eylül ise, 27 Mayıs’ın özgürleştirdiği üniversiteleri “anarşi yuvası” olarak damgaladı. Üniversiteleri, Türkiye’nin en kıdemli Amerikancılarından İ. Doğramacı’nın YÖK’ü elinde, dinci kadrolarla doldurdu ve adeta Kuran Kursları’na dönüştürdü. Tarikat ve cemaatlerin önünü açtı. 12 Eylül döneminde, sol, bağımsızlıkçı, yurtsever düşünceler taşıyan bütün yayınlar yasaklanırken, dini yayınlarda patlama yaşandı. Atatürk’ün “Bursa Nutku” yasaklanırken, Fethullah’ın Sızıntı’sının bütün okullara, yurtlara sızmasının önü temizlendi. A. Gül’ler, T. Erdoğan’lar, Fethullah kadroları işte bu gübrelenip sulanan ve çapalanan fidelikte serpilip geliştiler.
DP iktidarının basın üzerindeki kurduğu baskı, Türk basın tarihinin, gazetecilik ve iletişim okulları ders kitaplarında büyük bir bölüm işgal eden en karanlık sayfalarını oluşturur. Sansürlenen sayfalar, kâğıt tahsisi kesilen gazeteler, iktidar veya “büyük müttefik” ABD ve NATO ile ilgili hoşa gitmeyen en küçük haber ve yazı yüzünden kendisini Tahkikat Komisyonu önünde ve hapishanelerde bulan gazeteciler, 1950’li yılların ikinci yarısındaki basın yaşamının adeta sıradan olayları haline gelmişti.
27 Mayıs ise, DP iktidarının hapishanelere doldurduğu gazetecileri, hem de 27 Mayıs sabahının ilk işi olarak özgürlüğüne kavuşturdu. Basın üzerindeki yasaklayıcı, kısıtlayıcı, basın özgürlüğünü daraltıcı yasa ve yönetmelikleri temizledi. Çıkardığı basın yasası ile, basın çalışanlarına büyük haklar sağladı.⁴

27 MAYIS’IN DEVRİMCİ KABARIŞ VE İNİŞLERE BAĞLI YÜKSELİŞİ VE GÖZDEN DÜŞMESİ


27 Mayıs’ın 50 yıllık ömründeki kaderi, tarihteki bütün devrimlerin kaderi gibi olmuştur. Toplumda devrimciliğin, devrimci mücadelenin yükseliş yıllarında yere göğe konmayan 27 Mayıs, gericiliğin egemen olduğu yıllarda geminin bordasından atılmış, üzerinde “darbe, darbe” diye tepinilmiş, lanetlenmiştir. Bugün böyle bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye’de devrim ve karşı-devrim, ikincilerin gücünün ağır bastığı koşullarda, ideolojik ve siyasi bakımdan göğüs göğse bir çarpışma içindedir. Bu çarpışmanın alanlarından biri de 27 Mayıs’tır.
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi, içerde DP iktidarının baskılarına ve parlamenter faşist bir diktatörlük kurma çabalarına karşı gençliğin, üniversitelerin, aydınların, basının, muhalefet partilerinin (CHP ve CKMP) yükselen mücadelesinden güç alarak gerçekleşti.
27 Mayıs müdahalesinin hazırlandığı ve gerçekleştiği yıllarda, içerde kitle mücadelesi yükselirken, dışta da dünya çapında devrim dalgası yükseliyor, ezilen dünya ülkelerindeki Bayar-Menderes türü iktidarların başlıca dayanağı olan ABD emperyalizmi geriliyordu. Vietnam’da, Kamboçya’da, Endonezya’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Cezayir’de ABD işbirlikçisi ve Batı yanlısı hükümetler ya bir bir devriliyor, ya da büyük darbeler alıyordu.
27 Mayıs içte ve dışta yükselen bu devrimci dalgadan güç alarak gerçekleşirken, kendisi de daha büyük bir devrimci yükselişin yolunu açtı. 1960’lı yıllarda Türkiye, tarihindeki en büyük kitle mücadelelerine sahne oldu.
Bu yılların 27 Mayıs değerlendirmelerine, devrimcilik, tarihsel materyalist gerçekçilik ve bilimsellik damgasını vurdu. Kitle mücadelesinin ve devrimciliğin yükselişte olduğu 1960 ve 70’lerde, 27 Mayıs konusunda Türkiye’nin siyasi fikir hayatında, özellikle de sol’da, aşağı yukarı bir fikir birliği de vardı. Bu fikir birliği, 27 Mayıs’ın, Türkiye’nin yüz yıllık demokratik devrimler mücadelesinin bir parçası; bu anlamda da ilerici ve sol bir hareket olduğu değerlendirmesine dayanıyordu.
12 Eylül darbesi ile girilen dönemde, birçok konuda olduğu gibi demokrasinin içeriği ve askeri ve sivil olanla ilişkisi konularında da, bilimsel ve tarihsel gerçeklikten uzaklaşan büyük bir kavram çarpıtması yaşanmaya başladı.
Türkiye’de 12 Eylül faşist diktatörlüğünün baskısı, dünya çapında devrim dalgasının geri çekildiği ve Batı merkezli emperyalist-kapitalist sitemin yeni bir atağa kalktığı koşullarda yaşandı. Üst üste gelen bu üç olgu, Türkiye sol’u ve aydınları arasında büyük bir ideolojik sağa kayışa yol açtı. Bu sağa kayıştan 27 Mayıs konusundaki değerlendirmeler de nasibini aldı.
2000’lerin ilk on yılı biterken, dünya yeni bir devrimci kabarışa sahne olmaya başlamıştır. Türkiye, bu kabarışı 1920’lerdekine benzeyen bir devrimci durum sürecine girerek yaşamaktadır. Yaşanan ve girilen sürecin diğer sonuçları başka yazıların konusu. Konumuz bakımından sonucu ise, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, 27 Mayıs’ın önümüzdeki yıllarda, toplumumuzun ezici çoğunluğunun gözünde devrimler tarihimizdeki onurlu yerini tekrar alması olacaktır.

Dipnotlar:


¹ Aksiyon, Sayı: 803, 26 Nisan 2010; tarih NTV, Sayı: 16, Mayıs/2010; Umran, Sayı: 189, Mayıs/2010.

² 50. Yılında 27 Mayıs Yargılanıyor, Nazlı Ilıcak, Doğan Yayıncılık, Birinci Baskı, Mayıs 2010.
³ Helsinki Yurttaşlar Derneği ile Heinrich Böll Stiftung’un düzenlediği ve 21-22 Mayıs günleri Bilgi Üniversitesi’nin Santral İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılan ”Türkiye'de darbeler tarihinin başlangıcı olan 27 Mayıs 1960 darbesinin 50. Yıldönümünde ‘Darbelerin Türkiye Siyasetine Etkileri Konferansı’”nın ayrıntıları hakkında bkz: Günlük gazetesi, 17 Mayıs 2010. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Mete Tunçay'ın yapacağı konferansın konuşmacılarını, mandacılar cephesinin “her marka-her eğilim”den sözcüleri oluşturuyor: Mithat Sancar, Ahmet İnsel, Ülkü Azrak, Osman Doğru, Serap Yazıcı, Turgut Tarhanlı, Ergun Özbudun, Murat Belge, Levent Köker, Tarık Ziya Ekinci, Sezgin Tanrıkulu, İpek Çalışlar, Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Nadire Mater
*Bu konuda bkz: Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, 4. Basım, Ağustos 2006, İstanbul.

** 27 Mayıs’ın devirdiği DP Hükümetlerinin Genelkurmay Başkanı R.Erdelhun’u MBK üyesi Şefik Soyuyüce şöyle anlatıyor: “Düşünün ki o zamanın Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, o zaman [1954 yılında] 51. Tümende Tümen Komutanı idi. Biz de Ataları Orta Asya’dan, Avrupa’nın ortalarına, Viyanalara kadar at üstünde gitmiş olan bir neslin çocukları olarak, bize Amerika’dan gönderilen katırların nallanmasını öğrenmek üzere kursa tabi tutulmak üzere 51. Tümene çağrıldık. Ağrımıza gitmekle beraber kalktık gittik. Orada çok enteresan bir şey oldu. Bizim oraya gidişimiz öğleyi buldu. Askeri mahfelde –Orduevi demek mümkün- öğlen yemeği yiyeceğiz. Tümen komutanını bekliyoruz. Kumandan masasına oturacak, biz de diğer subaylar yemeğimizi yiyeceğiz. Benim rütbem daha üsteğmen. Biraz sonra Tümen komutanı geldi. Yanında parkalı bir kişi var. Bu bize katırların nallanması kursu gösterecek Amerikalı çavuş.

Bizim Tümen Kumandanı ile beraber kapıdan girdi, bir vestiyer vardı girişte. Tümen Komutanı Amerikalı çavuşun parkasını aldı ve vestiyere kendisi koydu. Bu bi-zi son derece yaraladı. Bununla da kalmadı, Amerikalı çavuşla beraber General aynı masayı paylaşarak yemek yedi. Bu da bizi son derece yaraladı. Amerikan ordusunda da böyle bir kural, böyle bir gelenek yok. Bir çavuş bir generalle oturamaz. Subayla bile oturamaz. Bizim generalimiz hem de bir nalbant çavuşu ile -nalbantlığı hor gördüğüm için söylemiyorum- kendini aynı düzeyde tutuyor, ama bizde bir hiyerarşi var. Yemek yendi. Ama kendi aramızda ‘Ne biçim mantık?’ diye söylenmeye başladık. Yemek bitti, kumandan kalktı, biz de kumandana saygı için hep beraber ayağa kalktık. Gitti vestiyerden parkayı aldı, tuttu bizim General Amerikalı çavuşa giydirdi. Anladık ki biz, generallerimiz bizsiz haklarımızı savunacak mertebede insanlar değilmiş. Büyük üzüntüye kapıldık.” (Gazeteci N. Çavdar’ın, 7-8 Nisan 2001 günü Ankara’da İP’nin düzenlediği “Halkçı-Devletçi Ekonomi Kurultayı”na katılan Şefik Soyuyüce ile kurultay salonunda yaptığı söyleşiden; bkz: Necati Çavdar’la Ufuk Turu 1 içinde “Beyaz İhtilal’den Darbeye: 27 Mayıs”; kendi yayını, 2003, Ankara) 

Bu konuda geniş bilgi için bkz: Naim Tirali, Karanlığa Işık Tutmak, Yön Yayıncılık, Birinci Baskı, Temmuz 2000, İstanbul. Vatan gazetesinin ortaklarından ve yazarlarından olan edebiyatçı (öykücü, denemeci), CHP eski Giresun Milletvekili Naim Tirali, 1959 yılında Vatan’da Başbakan A. Menderes’le ilgili Amerikalı bir gazetecinin yolsuzluk ima eden bir haberini yayımlamak nedeniyle cezaya çarptırılıp hapse atılır. N. Tirali ile birlikte gazetenin Yazı İşleri Müdürü Selami Akpınar da cezaya çarptırılır ve tutuklanır. 2000 yılında, 27 Mayıs’ın 40. yılında, kendisi ile Ulusal Kanal’da yaptığımız söyleşiye Tirali şöyle başlamıştı: “Bugünlerde basında 27 Mayıs’la 12 Mart ve 12 Eylül’ü bir tutan çok sayıda yazıya rastlıyorum. Bu büyük bir yanılgı ve yanlıştır. Bu yanlışı gazetecilerin yapması ise, vahimdir. 27 Mayıs, başta ben olmak üzere, gazetecileri hapishaneden çıkardı; 12 Mart ve 12 Eylül ise, sayısız gazeteciyi hapse attı. Bir tek bu bile 27 Mayıs’la 12 Mart ve 12 Eylül’ün birbirine zıt hareketler olduğunu ispatlamaya yeter. Her üç askeri hareketi de yaşamış bir gazeteci olarak şunu söyleyeyim ki, hiç kimse bana, cezaevine atılmış bütün gazetecileri hem de ihtilal sabahı hapishaneden çıkaran 27 Mayıs ile gazetecileri cezaevine dolduran 12 Mart ve 12 Eylül’ü aynı kefeye koyduramaz. 27 Mayıs’ın basın mesleğine sağladığı diğer hak ve hürriyetleri ise, hiç saymıyorum. İsteyenlere o günlerde bu konuda yazdığım makaleleri gönderebilirim”.
Arslan Kılıç
Teori Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
Odatv.com

///////////////////////
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazı

///////////////////////////////////

https://www.facebook.com/photo?fbid=10150193425087700&set=a.10150193344812700
Cemal Ağa'nın cesedini darbeciler "Anıt Kabir"e koymuşlardı..
"Netekim " başka bir darbeci Kenna Evren, oradan çıkarıp kendi icadı olan "Devlet Mezarlığı"na koydu.
İlginç ki, oradan gelince Etimesgut'ta başka bir "Gürsel" ile karşılaştım.
"Şimdi, Cemal Gürsel'in mezarından geliyorum" dediğimde.. "Ben doğduğum sırada Cemal Gürsel ölmüş. Doğumla ilgilenen ebe-doktor bana bu ismi vermiş"diyor.
Böyle bir şeyi Hidayet amcamın büyük oğlu içinde yaşamıştık. Ailemizde o yüzden bir tane "devlet" baskısıyla "gürsel" isimli yeğenimiz var.





https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150193425177700&set=a.10150193344812700

Cemal Ağa'nın cesedini darbeciler "Anıt Kabir"e koymuşlardı..
"Netekim " başka bir darbeci Kenna Evren, oradan çıkarıp kendi icadı olan "Devlet Mezarlığı"na koydu.
İlginç ki, oradan gelince Etimesgut'ta başka bir "Gürsel" ile karşılaştım.
"Şimdi, Cemal Gürsel'in mezarından geliyorum" dediğimde.. "Ben doğduğum sırada Cemal Gürsel ölmüş. Doğumla ilgilenen ebe-doktor bana bu ismi vermiş"diyor.
Böyle bir şeyi Hidayet amcamın büyük oğlu içinde yaşamıştık. Ailemizde o yüzden bir tane "devlet" baskısıyla "gürsel" isimli yeğenimiz var.
...........................
Cemal ağa daha bir kaç ay evel ,menderese övgüler düzen mektup yazmıştı..
Emeklilik için İzmire geçmişti.
Hakikikaten darbe günü olaylardan haberi yoktu..
Ancak 3 ordu kumandanı , darbecilere " Başınız da kim var" diye soruyordu..
Aksi halde ordusuyla Angaraya yürürse..
En rütbelimiz Albay, diyemediler..
Kullanıma en elverişli isim olarak Cemal aganın ismini verdiler..
Onu başa geçirip sahne önüne sürmekten başka çareleri yoktu..
.........................

Bilal Sürgeç
25 Mayıs, 19:53 ·
CEMAL GÜRSELİN 27 MAYIS'IN LİDERİ OLMASI


CEMAL GÜRSELİN 27 MAYIS'IN LİDERİ OLMASI
26 27 Mayıs gecesi General biriç partisinden sonra odasına çekildi. Yalnızlığın insanı dertleri sürükleyen havası içinde yeni satın aldığı evin borcunu ne zaman emekliye sevk edileceğini düşünmeye başladı bu düşünceler içinde uyudu. Türkiye'de o saatlerde olup bitenlerden habersiz rahat bir gece geçirdi.
Sabah erkenden kapısı çalındı; etrafta gürültüler vardı. Dışarıdan sesler geliyordu. Bir ara kendisini tutuklamaya geldiklerini sandı ve derin bir pişmanlık duydu "Kumandan mevkiinde iken çocukların dediklerini dinlemedik, Şimdi onlar bizi götürecekler' dedi İçinden. Bir ay kadar evvel Kara Kuvvetleri kumandanlarından mecburi izinde ayrılmıştı. Emeklilik emrini bekliyordu.
Biraz sonra genç yakışıklı ve mahçup Bakışlı bir üsteğmen karşısında esas duruşta idi
"Paşam ihtilal oldu. Demokrat Parti iktidarı devrindi Silahlı kuvvetler idareyi ele aldı. Ben İstanbul komitesinden Muzaffer Özdağ arkadaşlar sizi Ankara'da bekliyorlar uçak hazır..."
Yaşlı ve tecrübeli General bu heyecanlı üsteğmene baktı ve söylediklerini bir daha tekrarlattı Bu sıada ne yapacağını düşünüyordu. Bu nasıl olurdu koca iktidar 34 saatte çöker miydi? yoksa kendisine bir oyun mu oynanıyordu, geçmişte bu teşkilat ile ilişki kurmuş ve bir ara manevi başkanları olmuştu. Ama çoktan ilgisini kesmiş; hatta birkaç gün evvel kendisi ile görüşmek üzere İzmir'e gelen gizli örgütün temsilcisi olan albayı kabul etmemişti. Takip edildiğini evin gözetlendiğini sanıyor ve başına dert açmak istemiyordu. İzmir'de yeniden hayatını düzenlemekle meşguldü artık bu gibi işler ondan geçmişti. Demek bir zamanlar hayal ettiği müdahale gerçekleşmişti. Paşa Bunları aklından geçirirken şaşırmak sırası üsteğmene gelmişti. Çünkü generalin hakiki durumunu ve tutumunu o da bilmiyordu. Daha önce kendisine general bizim başımızdır, ihtilal başarıya ulaşırsa kendisini Başkan yapacağız, istihbarat halindeyiz, demişlerdi. Halbuki karşısında rüya görmüş gibi gözlerini tavana dikmiş düşünen
ne yapacağını bilmeyen bir insan vardı. Bir daha izahat vermek lüzumunu duydu
"paşam ben İstanbul'dan geliyorum sizi Ankara'ya götürmeye memur edildim Ankara'da komite arkadaşları sizi bekliyorlar Türkiye'nin her yerinde duruma hakimiz hareket saat 02'de başladı.
Birkaç yere telefon edildi. Ankara ve İstanbul radyoları dinlendi her iki radyoda ihtilal Kuvvetleri adına bildiriler yayınlanıyordu. Emirler veriliyordu. Paşa biraz ferahladı ve kendine geldi zaten bölgedeki kumanda onlardan bazıları da eve gelmişlerdi kararını verdi Ankara'ya gidecekti. Hava alanında toplanan subaylara hitap ederken sesinden hıçkırıklar vardı. 27 Mayıs günü saat 10.20 de İzmir Askeri havaalanından kalkan uçak ihtilalin başını Türk devletinin yeni başkanını Ankara'ya götürüyordu.
Masallarda geçen Devlet Kuşu hiç ümit etmediği tersine bütün ümitlerini kestiği bir anda generalin başına konmuştu. Siyasi tarihte padişahlık krallık dönemi dahil hiç kimsenin başına Devlet Kuşu bu kadar tehlikesiz zahmetsiz Emeksiz bu ölçüde şerefli bir şekilde konmamıştır veliahtlar bile yıllarca Korkular içinde beklemişler ve hiç değilse taç giyme törenleri zahmet erine katlanmamışlardır. General ise İzmir'den Türk devletinin başına geçmek üzere Ankara'ya giderken günlük elbisesini bile değiştirmek gözüm lüzumunu duymamıştı.
Uçakta üsteğmene devamlı sualler soruyor, hikayeyi başından sonuna kadar öğrenmek istiyordu. Üsteğmen bildiklerini anlattıkça bilhassa komiteyi teşkil eden subayların isimlerini sıralarken Paşa'nın hayreti atıyordu. Tanıdığı ve ümitli olduğu bazı generallerin isimleri geçmeyince, kendisine üç sene önce ilk defa durumu açan albayın söylediği isimleri hatırlamaya çalışıyordu. Konuşmalar kesildikçe Paşa Ankara'da ne yapacağını üsteğmen de bu Generalle ne ne yapacaklarını düşünüyordu. Paşanın hiçbir şeyden haberi yoktu. Bu Generalle mi Türkiye'de devrimler yapacağız? diyordu. Paşa'yı ilk defa görüyordu kendisine anlatılan ve hayalinde yaşayan General ile ihtilalin lideri ile bu muhterem babacan tavırlı Paşa arasında hiçbir münasebet yoktu. ihtilalin lideri ile en genç üyesi böyle tanıştılar ve uçak 11.20 de Ankara Havaalanı'na indi.
Önce Örfi idare karargahına sonra da Genelkurmay Başkanlığı'na gidildi. Askeri Şura odasında komite denilen kalabalıkla generaller tanıştırdı ve oturum başladı.
Ekserisi 'i Albay Yarbay subayları dinleyince bu defa Eyvah demek sırası Generale gelmişti. kudreti Demokrat Parti iktidarını şu bir avuç subayla mı yıkmışlardı? bunlarla devlet nasıl idare edilecek, dedi Birkaç saat sonra generalin içli ve kalın sesi Türkiye radyolarında duyuldu
" idare el koydum" evet General İzmir'deki evinden gelip idareye el koymuştu. (Orhan Erkanlı Anılar sorunlar sorumlular s 394, 94, 95)
Sen, Sami Gören, Veli Kaya ve 15 diğer kişi
4 Yorum
1 Paylaşım
Kızgın
Kızgın
Yorum Yap
Paylaş

4 Yorum

  • Necati Çavdar
    Cemal ağa daha bir kaç ay evel ,menderese övgüler düzen mektup yazmıştı..
    Emeklilik için İzmire geçmişti.
    Hakikikaten darbe günü olaylardan haberi yoktu..
    Ancak 3 ordu kumandanı , darbecilere " Başınız da kim var" diye soruyordu..
    Aksi halde ordusuyla Angaraya yürürse..
    En rütbelimiz Albay, diyemediler..
    Kullanıma en elverişli isim olarak Cemal aganın ismini verdiler..
    Onu başa geçirip sahne önüne sürmekten başka çareleri yoktu..
    .............................. “CEMAL GÜRSEL PİYON”
    Madanoğlu aynen Cemal Gürsel gibi 27 Mayıs’ın sadece omuzlarından istifade için öne sürülmüş piyonlardır. Madanoğlu’nnu 27 Mayıs hakkında konuşmaya dahi hakkı yoktur.
    “RÜTBELERİNİZ GEÇERLİ DEĞİL. OMUZLAR DEĞİL. KAFALAR KONUŞUR”
    “- Bir gün komite toplantısına o zamanki Maliye bakanı yaptığımız Ekrem Alican,ticaret bakanı Prof Cihat İren ve Cemal Gürsel geldi.
    - Bizim toplantımıza siviller giremez.Biz tabi bu durumu yadırgadık.O samanki başkanlık yapan üsteğmen rütsbesindeki Muzafer Özdağ,Özdağa bu sivillerin buraya girmesi kurallara, çıkardığımız yasaya aykırı.Cemal Gürsel sadece bir izahat verip çıkacaklar dedi.Dirnleyelim dedik.Onlar ahde vefadan.siyasi arenedan mali bağlantılardan vs. bahsettikten sonra borçların kabulü yönünde fikir beyan etiler.Ve onlar çıktıktan sonara Cemal Gürsel, biri Amerikan sefirini baskı altına alıyormuş dedi.Aşağı yukarı yan yana oturuyorduk.Aramızda sadece Cemal Madanoğlu vardı.Ben dedim ki hocam “Niye böyle kapalı konuşuyorsunuz.Şefik soyuyüce neden demilorsunuz.ben mali konularda sorumlu bir insanım.bunun bir alt yapısını 0hazırlayıp arkadaşlarıma öye açmak istiyordum.siz emri vaki şeklinde gelip, hazır olmayan bir konuyu burda müzakereye açıyorsunuz..Buna hakınız yok” dedim. Hakım vardedi.Ve garip bir laf söyledi ve “ben orgeneralim “ dedi. Dedim ki “ Paşam bir numaralı kanuna göre sizin rütbeleriniz geçerli değil.Omuzlar değil.kafalar konuşur.Sizde bizimle eşitsiniz.bir üstünlük taslayamazsınız.Müzakere edelim dedi.Müzakere oylandı.maalesef 17/16
    kaybettik.Arkasından borçları kabul edelim mi etmeyelim mi müzakerisi, ov gün otuz üç kişilik toplantı vardı maalesef yine 17/16 tekrar kaybettik.
    - Şunu anlatmak için anlatım bu konuyu General, padişah gibi “şunu yapalım” diyor. Bizde el kaldırıyoruz.yok öyle bir şey.Biz parmakçı evetçi insanlar değildik.
    Şefik Soyuyüce ve 27 mayıs ............ BEYAZ İHTİLALDEN DARBE ye, 27 MAYIS
    NECATİCAVDAR.BLOGSPOT.COM
    Şefik Soyuyüce ve 27 mayıs ............ BEYAZ İHTİLALDEN DARBE ye, 27 MAYIS
    Şefik Soyuyüce ve 27 mayıs ............ BEYAZ İHTİLALDEN DARBE ye, 27 MAYIS
    1
    • Beğen
    • Yanıtla
    • Önizlemeyi Kaldır
    • 1g
    • Düzenlendi
  • Necdet Özgür
    "Devrim" arabaları konusunda ülkenin önünün de kesen oydu. "Türkler batılı gibi araç yapar, doğulu gibi benzin koymayı unutur" sözü onundur. O da günahkardır bana göre. Bu yönetimler Türk halkının şansızlığıdır maalesef. Ayrıca albaylar onu zorla 27 Mayısın lideri yapmışlardır. Ş.Süreyya Aydemir'in "Menderesin Dramı" kitabını okumayanlar muhakkak okumalı.
    1
    • Beğen
    • Yanıtla
    • 1g
  • Abdurahman Zeynel
    Bu hatırayı paylaştığın için teşekkür ederim. Evet Tarihi objektif, suçlamalardan uzak, ders çıkararak yapmak gerekir. Bu yapıldığı takdirde tedbirler öne çıkarken, hatalarda bir daha yapmamak üzere gözler önüne serilmelidir. Eğer böyle yapılsaydı elli yılda hiç bu kadar bu millet acı çekermiydi?

.
////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////77777777


27 Mayıs'ı gerçekleştiren Milli Birlik komitesi üyesi Orhan Erkanlı nın hatıralarını ikinci kez okumaya başladım. Bazı tarihçiler Eğer Menderes seçim kararı alsaydı 27 Mayıs askeri darbesi olmazdı diyorlar; ancak seçimin yapılmasına zaten 1 yıl kalmıştı.
Orhan Erkanlı ise anılarında 1955 senesinde gizli ihtilal teşkilatına katıldığını söylüyor. Yine giriş kısmındaki şu tespiterinin altını çiziyorum "son yıllarda vatanı kurtarmak veya vatana ihanet etmek fiilleri kahramanlık veya hainlik sıfatları o derece yersiz ve gereksiz, sık sık ve çok kötü şekillerde kullanıldığı ki artık bu kavramlara kimse inanmaz oldu. Bir süre kahraman olarak alkışladığımız başımızda taşıdığımız izinde gittiğimiz kişiyi veya kişileri bir günde ayaklar altına almaktan hain diye damgalamatan, sürgüne göndermekten, asmaktan çekinmedik. Değer ölçülerimiz yargılarımız değişti. Aslında ortaya kurtarılmaya muhtaç batmış bir vatan ve zorla yaşatılacak bir demokratik düzen olmadığını Kahraman veya hain olarak nitelendirdiğimiz kişilerin iktidar mücadelesinin galipleri veya mağlupların dan ibaret bulunduğunu bir türlü anlamadık.
Memleketimizin en ciddi en önemli ve hayati sorununun vatanı kurtarıcılardan kurtarmak olduğunu bildiğimiz halde açıklamadık. Bu yolda samimi gayretler harcamadık )Orhan Erkanlı Anılar Sorunlar, giriş kısmı)
Veli Kaya, Çetin Fırat Malatya ve 16 diğer kişi
1 Yorum
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

1 Yorum

  • Necati Çavdar
    Adamlar, 1953-54 de hücre faaliyetine başlamış..
    1958 de hemen hemen işlem tamamdı..
    Zira ırak darbesi, akabinde İnönü' ün "sizi ben bile kurtaramaz" sözü bir çok şeyi özetler..
    Nasıl ki Osmanlıya son veriliş İran Türk hakanlığının izmihlalinden ayrı tutulamaz ise
    Irak darbesi de 1960 NATO çetelerin GECE Baskınından ayrı tutulamaz
    • Beğen



////////////////////////////////////////////////////////////
8 yıl önce

Hiç yorum yok:

kim nerde görmüş ise öyle bilir....... Necati Çavdar

  https://www.facebook.com/photo/?fbid=10155049048712700&set=a.10153847261797700 https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150497860737700&...