İFTARDA BULUŞMA
Çogu uzun zamandır hic görmediğimiz otuz yıllık arkadaslarla iftarda buluştuk.
Elektronik Assubay Okulu'ndan;
Ve 700. Muhabere Ana Tamir Fabrikasından arkadaşımız Fatih Teke ..
O gün Bolu İzzet Baysal Üniversitesi'nde dersi olduğu için iftara yetişmesi fiziken güç olan Dr.Hüseyin Ağca hocamız da koşup gelerek (Ezan’a yetişemedi.) katılarak sürpriz yaptı bize.
Geç vakte kadar oturduk ..
Hüseyin Ağca hocamız; Erciyes Üniversitesi'nde karşılaştığında;
"BEN KİRLİ ELİ SIKMAM” dileyerek devrin en güçlü adamlarından Cavit Çağlar 'ın elini sıkmayan adam gibi adam ..
Dr.Ağca, 2008 yılında meslekte ellinci yılına girecek ..
Arkadaşlara; hic küfretmeyen, küfredeceği zaman "fasulyeler" diyen ... Buram Buram Anadolu kokan ve çokarzu etmesine rağmen o gün sağlığı yanımızda olmasına engel olan Reşat Dereli paşanın selamını ilettik...
Arkadaşlar kendisini acil şifa dilekleri ve dualarla andılar ..
İngilizceci Hikmet Ünsal hocamızı hatırladık. Ramazan sofrasında kendisine ve muhterem eşine güç, kuvvet sabırlar ve uzun ömürler niyaz ettik ..
Aykut Dündar'ı, Yücel Seçkiner'i, Erol Ağagil'i, Türkistan kökenli İngilizce öğretmenimiz Erkan Türkmen'i ..
Bu gün Marmara Ün. İlahiyat Profesörlerinden "Farsak Zade Yahya" mahlaslı Yaşar Fersahoğlu'nu, Yaşar Köse'yi, Orhan Dilmaner'i, Ragıp Gümüşpala'nın damadı Fahri Günhoş paşayı andık.
Hatta Aret Okutan'ı ve Hikmet Karapınar polemiğini ..
Ve şimdilerin sanat adamı Engin Noyan'ın 1974 de (Kıbrıs çıkarması sırasında) bizde (Elektronik Assubay Okulu’nda) misafirliğini hatırladık ..
Ortak hatırları yad ettik ..
Dr.Hüsiyin Ağca, iftar buluşmamıza çok memnun oldu
“Allah'da sizin hatırlayanlarınızı var etsin "duasında bulundu.
Ortak kanaat:
Hoca, hic değişmemiş.
Çalışma azminden ve enerjisinden bir şey kaybetmemiş .. Sadece saçları beyazlaşmış. Saçları dökülmemiş, eski seyrekliğinde .. "Dil olmadan milletler var olamaz" diyen hocamız Ağca, anlatı biz dinledik.
Biz sorduk.
Ağca, hocamız anlattı.
İşte geceden aklımızda kalanlar:
DİL GİTMİŞ
"Beyler dil gitmiş.
37 tane doktora talebem var.
‘Bana üç tane Türk edebiyatçısı, şairi, yazarı sayın’ diyorum sadece 37'den 12'si sayıyor.
Durum korkunç.
O da okuduğundan değil.
İstiklal Marşı'ndan dolayı Mehmet Akif.
İdeolojisinden dolayı Nazım Hikmet ya da Necip Fazıl ...
Tarikat şehliğinden dolayı Sadid-i Nursi ..
Bildikleri birkaç isim ..
Gazi Üniversitesinde ki Türkiye'nin talebe ve hoca sayısı açısından en büyük ikinci üniversitesidir. Orada Edebiyat, Türkçe derslerine giriyorum.
Yunus Emre'nin,
"Derviş Yunus, eğri doğru söyleme
Bir Molla Kasım gelir çeker sigaya "
Şeklindeki beytini işiyoruz.
Gençler; bana, 'Derviş ne demek .... Sigaya çekmek ne, hocam? '
Diye soruyor.
Gençler; üniversite üçüncü sınıftalar.
Bir sene sonra öğretmen olarak talebelerin karşısına dikilecekler ..
" ALMANLAR, YENİ KISTASLAR GETİRİYOR. "
Fransızlar her platformda dilerini konuşuyor.
Yabancıları kendi dilerinde konuşturmaya mecbur ediyor.
Almanya'ya iltica edenlere yeni şartlar getiriyorlar. ‘Almanca bileceksin. Beş Alman yazarı okumuş olacaksın. Alman filozoflarından birinin felsefesini bileceksin ‘ diye şartlar getirmeyi tartışıyorlar ..
Ama bizde nesiller birbirini anlamıyor.
Dil, kısır, birkaç kelime ile sınırlı kalıyor ..
Sadece "süper" kelimesi sözlüğümüzden 81tane kelimeyi götürdü.
Mesela "Müthiş baba" demeyeceksin. Süper baba…
"İyi kalpli" demeyeceksin, süper kalpli ..
Bilgili hoca gider. Süper hoca ..
Güçlü, kuvvetli adam yerine süper adam ..
İnsanlar, "Korkunç zevk aldım "diyor.
'Korkunç'la !zevk 'nasıl yan yana gelir bilmiyorum ...
Şemsettin Sami, Kamus-u Türki'yi yazdığı yıl 1900 ..
Kamus-u Türki'de ki kelime sayısı. 25 bin .
1941'de Türkçe Sözlük çıkıyor.
Kelime sayısı 15 bin .. On bin kelime gidiyor.
Hangi dil üzerinde yanıma kadar tırpanlama var?
Tüm bunlar dilimizi unutmamız, unutturulmamız, bir birimizi almamamız, tarih kopukluğu yaşamamız için Şark meselesinin uygulaması...
Büyük Orta Doğu Projesi'nin adım adım gerçekleştirilmesi çabası...
Zira dilini yitiren milletler her anlamda feda olup gider.
"TÜRKÇE DERSELRİNİ KALDIRSINLAR"
Türkçe, 12 Eylül sonrası üniversitelere mecbur tutuldu. Ancak bu gün kaldırılması gerek. Zira taşra Üniversitelerinde Türkçe dersini Veteriner ekimler okutuyor...
PARA İLE MUTLULUK MÜMKÜN DEĞİL
Gençler; onu şey para değil.. Para ile mutluluk mümkün değil.
Paranız olur. Gider alır, öbürsünü koyarsınız Ama mutlu olamazsınız.
Mutluluk için kanaat lazım. Başka alanlarda tatmin gerek.
Bakin Uzan'lara ...
Televizyonları, gazeteleri, paraları, bankaları, uçakları, Arabaları, hanları, hamamları vardı.
Ne oldu?
Büyük bir ibretlik olay ..
Gidin bakın; mutlular mı?
Ne olduğunu yaptığınız değil , neyi nasıl yaptığınız önemli.
Çöpçü olabilirsiniz Ama iyi süpürürseniz, iyi adımsınız.
Lokantacısınız. İyi yemek yaptığınız zaman iyisiniz ..
İdarecisiniz, işinizi iyi yaptığınızda iyisiniz.
Yoksa iyi meslekler; insanı; iyi etmez ..
KİTAP OKUNMUYOR
Ülkede Kitap okunmuyor.
Bir sonraki nesil eski nesli geçemez ise halimiz ne olacak?
Bizleri yeni nesil geçecek ki ilerleme olsun.
1986 yılında bir anket yaptım.13 bin kişiye "Bes yılda okuduğunuz üç kitap ismi yazın" dedim. Gelen cevap okuyanın oranı binde sadece yedi (% 07).
Evet .. Kitap pahalı deniyor. Ama kristal avizelere para bulunuyor. Salonlara, odalara pahalı kristal avizeler takılıyor ki gözümüz parlayan ışınlardan kör olsun diye.
Çamaşır makineleri, buzdolapları çifter çifter.. Her odaya televizyonlar alınıyor. Ama kitap pahalı diye okunmuyor .. Sivil, asker hepimiz aynıyız.
Eskiden sizler soruyordunuz, biz cevap veriyorduk.
Sizlere teşekkür ediyorum. Şimdiki gençler sormuyor ..
HOCA SAĞMAL İNEK
"Biz Hocalar sağmal ineğiz. İstediğiniz kadar sağın. Sağdıkça süt veririz. Sağmazsanız memeler dolar, ya çatlar ya da sağılmaya sağılmaya süt kesilir ..
Ben yetmiş yaşındayım. Asistanım 28 .. Asansör olmadığı zaman hemen merdivenlerden yürüyorum.
Onun gözü asansörde. Bazen geç kalıyor "neredesin?" dediğimde , “Asansör çalışmıyordu" diyor. Eğer asansör yoksa beyefendi gelmiyor. Birlikte çıkıyoruz bazen de. Kata vardığımızda dili bir karış ağzında ...
Bolu'da üç saatlik dersim var. Gelmişken zamanı değerlendireyim diyorum ve altı saat ders veriyorum. Hiç bir ücret talep etmeden, yeter ki talebeler istesin ..
Gün geçtikçe Türk insanının değerleri paraya feda ediliyor. Halkın gözlerini para ile bürüdüler. Her şey para ile ölçülüyor .. "
... ... ... ... .. 000000000000000000 ... ... ... ... ... ... ... ... ....
zafer çöğürçü,
Hikmet Karapınar,
Mehmet Güngör,
hüseyin ağca,
H.Galip Okay,
musa doğan,
mustafa başçavuş,
orhan dilmaner,
Hakkı Toprak,
fehmi,
mustafa,
ibrahim bozoğlu,
Nedret Keser,
tarık kahraman,
Osman Yapar veselahattin öztekin ile birlikte
ELEKTRONİK’ DEN BAZI HATIRALAR
OKUL; GAZ MASKEDEN MUHABERE OKULUNA TAŞINIYOR..
Assubay okulları,
Askeri Liseler
Ve
Harp okluları “iki yıllık”mış..
İki yıl okul, bir yılda stajyer 3 yılda mezun olunuyormuş.
Oysa sivil
Meslek liseleri
Liseler ve de üniversiteler “üç yıllık”mış
Bizim başladığımız yıl, Askeri okulları da sivile uygun hale getririp MEB müsredatına göre “üçer yıla” çıkarmışlar..
Bizim Elektronik assubay Okulu’na başladığımız 1972 de başlayan bu kararla bilindiğinin aksine 1974 mezunu olan subaylar ve assubaylar haricinde tümü iki yıllık okul mezunları.. Bu durum da sivillere göre daha az okudukları halde özlük hakları açısından iki yıllık Harp Okulu Mezunları hep 3 yıllık fakülte ayarı sayılmış…Ve öyle bilinmiş.Üstü ise staj ve mesleki kurs.
……
Bizden öncekiler ilk yılı Mamak 60 Evler’den Keçikıran tepesi altındaki vadide Mamak Kaymakamlığına ve Mamak çarşıya inen cadde üzerindeki MKE’ın “Gaz-maske” fabrikası yanındaki baraka okulda okumuşlar. Onlardan çncekiler iki yıla tabi oldukları için mezun olmuşlar.
Bizim önümüzdekiler ise 2. Sınıfı bizim okuduğumuz Muhabere Okulu , içindeki binalara taşınınca devam etiler..
Hemen cadde kenarında olduğundan, kolayca gizliden dışarı çıkma imkanları sebebiyle Eski okulları ile ilgili çok hikaye anlatırlar idi.
Yeni okul kışla ortası olduğu için “izin belgesiz” dışarı çıkmak hemen hemen mümkün değildi.
ALİ GÜMÜŞ ve BURHAN AKTEPE
Ortak sigara teklifi..
ELEKTRONİĞİN SESİ ve ORUÇ YASAĞININ SONA ERMESİ
Okula başladığımız yıl, Oruç, er ve erbaşlara, rütbelilere serbest.Ancak HARP OKULU hariç tüm askeri okullarda yasak..
Namazları kaçak göçek kılıyoruz..
Çok kere ders çalışmak için geç vakte kadar sınıfta kalırdım..
El ayak çekilince de
Sınıfın ışıklarını, florasanları söndürüp yansıyan ışık altında sıranın üstünde namaz kılardım.
Koğuşlarımız da o sat yat saati olduğu için millet yattıktan sonra yine bir izbeye geçer, kimseyi rahatsız etmeden sesizce orda kılardık..
…………..
BAYRAM TATİLİ GECESİ..
Birkaç arkadaş sürekli oruç tutardık..
Ancak, okulun çoğunluğu ise istediği halde tutamazdı..
Çünkü YASSAK.
Yemek imkanı yok..
Biz , gündüz öğleyin yiyeceğimiz ekmeği çalar, gizliden okulun özellikle vişne olan gür ağaçlı bahçesi içinde bir kulubede çamaşırhane var idi.
Elbiselerimiz haftada bir orada yıkanırdı.
Orada görevli şişman mı şişman bir namazlı, niyazlı amca vardı..
Ekmeklerimizi ona teslim eder..
Mesai sonrası onun sakladığı yerden alır, gece sahuru çok kere okulun mahzeninde kuru ekmek ve su ile yapar idik.
Akşam yemeğini saat 6 sularında verirlerdi.. Akşam iftarı ise , geciktirerek yemek suretiyle yapardık..
Bazen yemek tümden dağılmış olsa da görevli erler bildiği için oruçlu sayısınca kazan dibinde bırakmaya gayret ederler idi.
Güya ders çalışma, spor vs bahane derek sanki yemeğe gecikmişiz süsü vererek iftar yapardık..
Yemek kalmadığı, nöbetçi amirlerin titizlik göstererek yemekhaneyi erken temizlettiğinde de kaderimize küser idik..
Zira yemekhane aynı zamanda bizlerin istirahat alanı, sonradan Tv salonu olduğu için, yemek saatinden sonra masalar ve ortalık temizletiliyor idi.
………….
Oruç yasaktı ancak…
Bayram tatiline gidildiği gün esniyor idi..
Herkes bayrama gideceği için O gece sahura kalkmak, en azından evine oruçlu varmak isteyen çok oluyordu..
Bizim devrenin sayısı 64 idi. Fakat okulun öğrenci sayısı 240ları bulmuştu..
Sahura kalkanların listesini alıyor, son gece ona göre düzenleme yaparak görevlilere bira erkeden, yani sahurda sabah kahvaltısını vermeleri için yalvarıyorduk.
Sağ olsun, bize yemek getirmek vede servis etmek için görevli er ve erbaşlar yardımcı oluyordu..Hem de severek..
Nede olsa idare LAİK ise de onlar MEHMETÇİK idi.
Bu işler, idare ve de o gün nöbette olanların bilgiis dışında yapılıyordu..
Ha çok sonra Temel karamollağolu kontenjanından FP’den Milletvekili olarak karşımıza çıkacak olan Çankırılı mühendis Hüseyin Karagöz gibi bazı Asteğmenler ise canı gönülden destek verip imkan sağlamaya çalışıyordu..
…..
Bir Ramazan bayramı gidişimiz öncesi öyle talep artı ki sanki okulun yarısından fazlası ORUÇ tutmak istiyor..
Az olunca kolay da..
O kadar insana nasıl yemek verilecek..?
Çözüm ne..
Nasıl olsa tüm arkadaşlar, bayram için izinli.. Ve hemen herkes gidecek.. Kiminin bileti erkene kimin öğleye , kimi akşama yola çıkacak..Memlekete uzaklığına ve oraya giden vasıtaya göre değişiyor.
Gidip yemekçilerle görüştük..
Dedim ki; “arkadaşlar erkenden bayram izinine gidecek..
Bu arkadaşların sabah kahvaltısı erkene alınabilir, erken servis yapılabir mi?
Erkenden yiyip yola çıkacaklar.”
Sağ olsunlar “Ne olacak..zaten biz bu işle görevli olduğumuzdan erken kalkıp geliyoruz..
Kahvaltılıklar zaten depoda hazır..çayı da kazana erken atarız.Servis açarız..Siz bize sayı verin” diye kabul ettiler..
Üç aşağı beş yukarı sayıyı verdik..
Sahurda listede olanları uyandırarak yemek salonuna gittiğimizde kahvaltımız hazır idi.
Güzelce sahur yapıp, yola çıkan çıkıp istirahata çekilen çekilerek herkes gitti.
Kahvaltı saatinde görevli amir ve nöbetçi subayı geldiğinde çok az bir öğrenci ile karşılaşmış..
geri kalan nerde ?
Onlar yedi, gitti denmiş.
Mutfağa koşarak vaziyeti öğrenmişler..
Ve kimin başının altından çıktığını da..
………….
Tabi Nöbetçi Amiri çağırdı..
Epey “orucun yasak olduğunu “..Bunu nasıl yaparsınız.Şimdi yukarıya ne denecek vs” şeklinde nutuk vs den sonra
Dedim ki..
“Biz kimin ne yaptığını..Maksadını bilmeyiz..
Arkadaşlar; erkenden izne gideceğinden sabah kahvaltısını da erken yapalım dediler..
Bizde söyledikleri gibi rica ettik..Onlarda erken servis açtılar..
Zaten yapacakları da bu idi.ha geç ha erken bunda ne var?
Bu Sahura denk gelmişse biz ne bilelim..”
Nöbetçi Amir, işin öyle olmadığı gün gibi açık da… şayet yukarısı bişey derse o zaman görürünüz siz “diye bıraktı..
Hiç de kimseye bişey olmadı.. Geçti, gitti..
…………….
Okul Yönetimi “ Karar vermiş..
Öğrenciler; okula DUVAR GAZETESİ çıkaracak..
Edebiyat Öğretmenimiz sonradan Talim terbiye Kurulu Başkanı ve de İzzet Baysal Ün. Öğtim üyesi de olan Dr. Hüseyin Ağca..
O zaman öğretmen Kd.Bnb. rütbesinde ve zümre başkanı..
Fakat “ELEKTRONİĞİN SESİ “ ismini verdiğimiz DUVAR GAZETESİ’nin sorumluluğu diğer sınflara giren Edebiyat öğretmeni Bnb. Erol Ağagil..
Ağagil; daha sonra Kara Kuvvetleri Dergisi’nin de editörlüğünü yaptı ve de ABD/USA ‘nın “OURBOYS” unvanı verdiği “NETEKİM KENAN “ darbesinden sonra Calp’ın Halkçı Partisinden (1983) ve Erdal İnönü’nün SHP’sinden 1987 de Milletvekili olarak TBMM’de yer aldı.
Bir çok arkadaş kendi istidatlarına göre değişik çalışmalarda yer alırken bize de “GAZETE “ ve “gazetecilik” düştü..!
Bizden önce ki devrenin sürekli sınıf birincisi olarak lideri konumunda ki Yusuf Vehbi Eren 2. Sınıfın..ve ben de 1.sınıflar olan kendi sınıflarımızın sorumlusuyuz.
Bir daktilo verdiler. Onu Yaşar Şahin’e verdik.
Arkadaşların şiir, edebiyat,tarih, teknik, çeşitli spor dalları gibi çeşitli konularda ki el yazısıyla hazırladıkları yazılarını topluyoruz. Gözden geçirip “uygun” bulduklarımızı Yaşar Şahin, daktilo ediyor. Yaşar bu vesile ile daktilo yazmayı öğrendi, biz öğrenemedik.. Taaki gerçek gazeteci olana kadar..Akit’e başladığımda yazıları daktilo ila yazar idik.O zaman daktilo ile yazmayı öğrendim. Sonrada önce MAC sonra PC ye geçtik.
Yaşar’ın daktilo etiklerini toplayıp götürüp Erol Ağagil’e veriyoruz. Ağagil, inceliyor… “Olur “ verdiklerini bize Cuma akşamı, teslim ediyor..
Bizde mizanpaj yaparak, uygun olanı uygun yere yerleştirip, Pazartesi , görülüp okunacak şekilde Pazar gecesi duvara asıyoruz..
Bu gazetede teknikden spora her alanda yazı yazdım.. O yıllarda gece gizlice TV odasına pencereden girip maçlarını seyrettiğimiz Muhammed Ali’den dolayı olsa gerek boks ve teknikleriyle alakalı yazılar yazdığımı da hatırlıyorum..
Yusuf Vehbi Eren; mezun olunca Karahavacılığa gitti.. Assubaylıktan Subay oldu.
Vehbi ağbiyle, ben ayrılıp büro makinaları konusunda iş yapar iken Karahavacılık da karşılaştık.. Çok sonra emekliliğinde de Ahimesud’da yine karşılaştık..
İşe bakın ki
Oğlu, pilot subay iken kazada ŞEHİD oldu..
Bizde Ahimesud Alsancak Mahallesine yerleştik.. Hemen yanımıza yapılan parka belediye “Şehit Vehbi Eren Parkı” diye Yusuf Vehbi ağbinin oğlunun adını verdi..
……………
Yusuf Vehbi Eren, mezun olup gitti. Biz de sınıf atladık.
Gazetenin tüm sorumluluğu bana kaldı..
Eskiden olduğu gibi arkadaşlardan gelen yazı, karikatür, resim ne varsa gözden geçirip bir dosya ile Erol Ağagil’e teslim ediyorum.
İnceliyor..Cuma akşamı mesai biterken “SANSÜR”lenmiş malzemeyi DUVAR GAZETESİ, ELKTRONİĞİN SESİ’ni ete kemiğe büründürmek üzere alıyorum..
Ramazan ayı idi.Yine ORUÇ , yasak..
Gizlice gündüz ki nevalemizi alıp, ağaçların iyice gizlediği mekanda dev makinelerde çamaşır yıkayan amcaya teslim edip , bir avuç arkadaşla diğerlerini rahatsız etmeden gece yatak hane binasının birkaç kat altındaki depo/ mahsenlere inerek sahur yapıyoruz..
Gazete için hazırlık yaparken, yazımı ORUÇ mevzuuna ayırdım.
Milletin içinden çıkan ve milletin emrinde olması gereken ve harpde Allah Allah diye savaşan ordunun neden imanlı olması gerektiği..
Müslüman olan Mensuplarının da ibadetlerini serbestçe yerine getirmesi , engel olunmaması icap ettiğine dolayısıyla ORUCUN yasaklığının anlamsızlığı hata zulüm olduğuna yönelik bir makale yazdım..
O yıllarda asubayların yüksek okul okumaları da YASAK idi..
Hemen hepimizin de herkes gibi yüksek okul okuma daha fazla millete, memlkete katkıda bulunma arzumuz vardı.
Kaçak göçek, azda olsa okuyabilen de oluyordu. Ama yüksek okula giden yollar assubaylar için tıkalı idi..
Bu günlerde iyi bir çizer olan ve sanatını Angara’da Kızılay, OPTİMUM gibi AVM’lerde sergileyip halka arz eden YUSUF TEMİZ, Elektroniğin Sesi’ne karikatür çiziyordu..
Yusuf, A5’den daha küçük bir kağıda Asubayların ünüversite yasağını anlatan bir tarafta astsubay şapkası diğer tarafta sanki kale duvarı gibi kapısı kapalı İstanbul Ünüversitesinin meşhur giriş kapısı işlenmiş bir karikatür çizmişti.
O karükatür hala gözlerimin önünde dir.
Kağıdı ikiye katladığınızda şapka bir tarafta diğer taraf da da İstanbul Üniversitesinin meşhur giriş kapısı, taç kapı vardı..Ve bir tarafı mavi kurşun kalemle çizdiğinden sanki kağıdın iki sayfasına gelen farklı iki resim gibiydi.
Ancak kâğıdı açıp, bakınca olay fark edilerek asubayların ünüvesite yasağını anlatan manzara ortaya çıkıyordu.
Evet bir taraf da asubay Şapkası diğer taraf da sanki arkasındaki ünüveriteye geçmeyi engelleyen assubayları remz eden şapkanın önüne konmuş kale gibi duran sonradan
İstanbul Üniversitesi Beyazıt meydanındaki alnına
Sağda: “İnna fetehna leke fethan
mubina(mubinen).” Muhakkak ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik.” (Fetih Suresi 1. ayet)
Ortadaki büyük yazı da “DAİRE-İ UMUR-U
ASKERİYE.” Yani Erkanı Harbiye veya “Genelkurmay Başkanlığı”
Solda; “Ve yansurekallahu nasran
azîzâ(azîzen).” “Ve Allah, sana azîz bir zaferle yardım etsin.” (Fetih Suresi
3. ayet)
Şeklinde yazı Hak edilmiş, kazınmış
bulunan Osmanlı dönemi Genel Kurmay
başkanlığı olan 1865 yılında Harbiye Nezareti Binası’nın nizamiye kapısı olarak
yaptırıldığını öğreneceğimiz ve . kapıdan ve arkasındaki bahçeden geçilerek
günümüzde İstanbul Üniversitesi olarak kullanılan yapılar grubuna ulaşılan “İstanbul
Üniversitesi Beyazıt meydanı giriş kapısı” ..
Bilmem “Tesadüf” mü dersiniz…?
……………
Evet, benim ORUÇ’la alakalı makalem ve Yusuf Temiz’in beklide binler sayfanın anlatmadığını bir çırpıda beyinlerde uyandıran assubaylara
üniversite yasağını anlatan karikatürü olan duvar gazetesi, yukarıda öğretmenler ve bölüm
başkanlarının odası,aşağıda uzun
koridorun sağına ve soluna sıralanmış sıflarımızın olduğu girişe göre soldaki duvar da her zamanki yerine astığımız ELEKTRONİĞİN SESİ, yayınlandı..
Yayınlandı yayınlanmasına da..
O pazartesi de KKK’lığndan okulu denetlemek üzere heyet geliverdi..
Denetleme heyeti geldi diye sınıflarda çıt yok..
Hocalar; içeri ansızın girecekler
diye daha bir dikkatli.
Biraz sonra sinek vızıldasa duyulacak sesizliğin hakim olduğu sınflara
koridora hakim olan ayak sesleri duyulmaya başladı..
Ancak ayak sesleri ELEKTRONİĞİN SESİ hizasında birden kesildi..
Epeyce vakit geçtikten sonra bir
Tuğgeneral başkanlığında okulu denetleyen
heyet, sınıflara nice sonra girmeye başladı.
Sonradan öğreniyoruz ki Tuğ General başkanlığındaki heyet önce Okul
Komutanı Albay Orhan Dilmener’e uğramış.
Okul komutanı mihmandarlığında okulu denetleyen heyet, yatakhane, yemek
hane ve sınıfları gezmeye başlamış.
Sınıfların olduğu binaya gelince de Okul komutanı alb Orhan .Dilmaner. “
öğrencilerimiz Gazete çıkarıyor, becerilerini geliştiriyor, bilgi sahibi
oluyorlar vs” diye övünerek sınıflardan önce heyeti doğruca ELEKTRONİĞİN SESİ
gazetesi başına getirmiş.
O sıra da okulun Bağlı olduğu komutanlık olan Muhabere Okulu’na 1960 gece baskını sonrası Cumhurbaşkanlığına
adaylığı zorla engellenen 1 cihan ve
İstiklal harbi gören komutanlardan Orgeneral
Ragıp Gümüşpala’nın damadı Tuğ.General Fahri GÜNHOŞ, komutanlık ediyor..
Sınıf subayı (Bölük Komutanı”) da sonradan
Karadayı döneminde Tuğ General
olarak Muhabere Okul Komutanı ve KKK MEBS daire başkanı olan Çankırılı Yz. Reşat Derelli.
Denetleme heyeti bizim Duvar Gazetesi Elektroniğin Sesi, karşısına geçerek
gazeteyi inceleyip benim yazıyı heyet
başkanı general okumaya başlayınca okul
komutanı ve de okulun öğretim üyeleri renkden renge girmişler..
Az kalsın sektei kalpden gidecekler..
Heyet Başkanı general, yazımı baştan sona okumuş, bitince kimseye hiçbir
şey söylemeden gazeteden ayrılarak rutin denetleme için sınıflara girmiş..
Bizim sınıfa da girip, rast gele sorular sordu.
Heyet kalabalık dı..Heyet başkanı, Okul komutanı ve birkaç kişi sınıfa
girerken diğerleri açık kapıda ve koridorda olanları izleyip not alıyorlardı.
…….
BURASI, DİYANET DERGİSİMİ…? “MIZRAKLI İLMUHAL Mİ.. SENİ “ASKERİ MAHKEMEYE”
VERECEĞİM
Heyet, okuldan ayrılır ayrılmaz Bnb. Erol Ağagil, sınıflarımızın olduğu
binanın üst katındaki odasına çağırdı.
Belli ki bir olumsuluk var..
Giitim ..Adam kıp kırmızı..Her zamanki yılışık ifade yerine en ciddi
tavırla selamımı verdim.
Selama bakan kim?
Bnb.Erol Ağagil;
“
BURASI, DİYANET DERGİSİMİ…? “
MIZRAKLI İLMUHAL Mİ..
Nasıl yazı?.. Nasıl yazarsın.Birde
gazeteye koymuşsun..
Sana güvendik…Güveni kötüye kullandın.. “
Vs diye kükrüyor..açık kapıdan
koridorlar, çınlıyor..
Anladım benim yazıdan rahatsız olmuş..
Diyaneti anladım da Mısraklı ilmuhal de ne..? sonradan ne olduğunu öğrenmeme karşılık hayatımda
hiç de okumadığım “Mızraklı İlmuhal’i o
gün bir askeri okulda İlk defa Erol
Ağagil’den duydum..
Dedim; “Yanlış bişey yok..Doğru olanı yazdım. Ordu bu milletin
ordusu.Millet imanlı millet askeri ve
ona kumanda eden heyet de öyle olmalı..
Bunda yanlış ne?” şakinde konuşunca
SENİ “ASKERİ MAHKEMEYE” VERECEĞİM dedi.
Doğrusu Askeri Mahkeme’yi de o gün iyi bilmiyorum
Artık bun noktadan sonra ne olacaksa o olacak..Hiç de bozuntuya vermeden
savunmaya hatta direnişe geçerek “ Veriversen
ver. Ne isterseniz yapın..
Gider orada da aynısını
Malazgirt’i… Niğbolu, Plevne’yi Çanakkale’yi… İstiklal harbini yapan orduyu
ve onun düşman karşısında duran imanlı askeri
…. anlatırım.” dedim..
Sertçe “çık dışarı” demesiyle koridorda kendimi bulup merdivenlerden
koşarak indim.
Merakla arkadaşlar, “bundan sonra ne olacağını” soruyor.
Doğrusu, “veda edeceğimi, etmek zorunda kalacağımı “ ima ederek
endişelerini ifade ediyorlar.
Ben ise çoktan teslim olmuşum. Olacak
olacaktır.
“meraklanmayın bişey olmaz” diyorum..
Kimileri de “ağca seni sever..Ona bırakmaz.. Taban tabana zıtlar” diyerek Zümre başkanının beni koruyacağını
söylüyorlar..
Mesele okulda olay oldu.Herkesin ağzında..
Hocalardan bile sevenler, çaktırmadan
daha bir yakınlık hiis veriyor.
Zıt fikirde olanlar da “görürsün” gibi tavır alıyor.
O haftamız,böyle geçti..
Bir hafta sonra tüm kıtalara bir
emir ”Silahlı küvetlerde ORUÇ SERBEST”
Hemen gece kendi elleri ile sahur hazırlatıp, tutan tutmayan için akşam yemeği saati İFTARA uygun hale getirildi.
Okulun çoğunluğu serbestçe ORUÇUNU tutmaya başladı..
Şükür kü bu hadiseden sonraki Tüm Ramazanlarda bir daha ORUÇ yasağı
uygulanmadı..
…………….
Meğer, denetleme heyeti başkanı meseleyi yukarı arz edip işi çözmüşler..
Ve displin cezası az gelir mahkeme
ile mahkum etmek gerek diye tavır alanlar dahil okulda bize karşı bir olumsuzluk da olmadı..
MÜKELLEFİYETİNİ EN İSBAT ET:
HAK VERİLMEZ SEMN ARA
FAHRİ GÜNHOŞ , ASKERE ÇAĞRILIYOR..
Okulun terzi işini yapan askerler vardı..
Bir tanesi yaşlı mı yaşlı.. Saçları ağarmış..
Bitlis/Besni’den olduğunu, orada terzilik yaptığını , evli ve çocukları bulunduğunu anlatırdı.
Dediler ki bir gün elinde resmi evrak görevli memur “İlla Fahri Günhoş’u göreceğim zira , evrak var kendisine vermem gerekir..”
Ne yaptılarsa olmuyor..
Adam Fahri Günhoş diyor, başka bir şey demiyor.
Komutana durumu söylüyorlar.. gelsin hele diye makama alıyor..
Görevli, Fahri Günhoş’a getirdiği evrağı imza karşılığı teslim ediyor.
Meğer “Tuğ general rütbesindeki insanı askerlik şubesi asker kaçağı olarak bulunması için arama,yazıyor.ilgililerde evrak düzenliyor..
AMAN ÖĞRETMEYİN, KAÇARLAR
Okulun kaliteli hocaları vardı.
Dr. Hüseyin Ağca..
Matematikçi sonradan kıızılay da ve ORAN da ki Yüce Fen Okulları sahibi Yücel Kalınyazgan.
Ve onun da hocası olan Amarika da Doç olmuş Samsunlu matematikçi..
Şimdilerde Selçuk Üniversitesi poflarından Erkan Türkmen.
Marmara üniversitesi ilahiyat Fak poflarından edebiyat hocası Farsakzade Yahya mahlaslı Yaşar Fersahoğlu..
ASELSAN kurucu heyetinden vede genel Müdür Yardımcılığı yapan..
Mıknatısı , elektromanyetik dalgayı anlatmasıyla haberi olmadan benim “taklidi imandan” “tahkiki imana” geçmeme sebeb olan Ermeni hocamız Aret OKUTAN,
Kıbrıs barış harekatında gayri Müslim olduğu için “koruma”ile gezen sonradan sosyetik Müslüman Engin NOYAN
Elektronik hocalarımızdan biri Almanya’ da işçi imiş.
Önceleri anlamıyormuş ..Sonra dil öğrendikçe çalıştığı fabrikada ki Alaman şef, müdür vs yetkililer; bizimkilere hakaret ifade eden kelimeler kullanıyor.
Buna çok içerlemiş. Ve okumuş. üniversiteyi bitirip aynı fabrikada onlara amir olmuş.
Ve askerlik için Türkiye’ye gelmiş.
Bize elektronik derlerde hoca olarak verdiler.
Çok güzel öğretiyor.
İşin sadece teorisi değil pratiğini de veriyor..
Güçlü donamıma sahip atölyelerimizde elinden geleni yapmakla kalmayıp daha ilerisine gidiyor.
Diyor du ki…
“Alaman resmi kurumları, dikkate almaz.Kişiye önem verir..
Onun için elektronikle ilgili alaman firmalarından, okul, kurum yada ben istesem ilgilenmezler vermezler.Ama siz ferden isterseniz verirler “
Diyerek örnek istek mektubu yazarak bizim fert olarak materyal istememizi sağladı.
Mesela philips fabrikası o gün üretimde olan televizyon şemalarını -bizim ülkede fotokopi bilinmediği bir zamanda şemaların fotokopilerini- göndermişti..
Hocamızın bu çabalarını haber alan Muhabere okul Komutanı Tuğ General Fahri Günhoş, hocamız asteğmeni çağırtarak” Bu çocuklara böyle şeyler öğretme.Fazla bilgi verme ..Yoksa kaçarlar” diyerek yüzeysel oyalanmamız sağlık vermiş.
Adamcağız gelmiş, “ben neler yaşadım..İnsanımız bilsin, öğrensin diye ben ne yapıyorum bunlar neler söylüyor” diye adeta ağlıyordu..
…………….
Erkan Türkmen..
Türkistanlı baba ile Pakistanlı anadan doğma.. İngiltere de okumuş.. Orada yaşıyorken “ben TÜRKÜM..
Türkiye’ye hizmet vermeliyim “diye Türkiye vatandaşlığını tercih ettiğinden askere asteğmen olarak alıp bize İngilizce hocası yaptılar.
Erkan hoca, gramerle kalmıyor. Çok güzel İngilizce bilgisi ve konuşması yanında işin pratiğini veriyor.
Nerelerden buluyorsa yansı makinesiyle ders de filimler izleterek hayatta nasıl konuşulur, nasıl davranılır onları izleterk kulak, göz ve ruha hitapla öğretiyor..
Mesela bir bakkalda, ticarethanede nasıl alışveriş yapılır..neler konuşulur, onu film olarak izletiyor.
Tuğ.general Fahri Günhoş, Erkan hocamızı da çağırarak fazla bişey öğretmemesi konusunda kulağını çekmiş..
O da olanlara kızarak anlam vermediğini, ülkenin bu şekildeki tavırlarla, insanların öünün kesilmesiyle ileri gidemeyeceğini söylüyordu.
…………..
Amerika dan gelen matematikçi doçent de ha keza.. “Biz yaban elleri , imkanları teperek ülkeye hizmete geldik..Gördüğümüz mualameye bak” diye dert yanardı.
Matematik hocamız..Yzb. Yücel Kalınyazgan, rütbece asteğmenden üste olmasına rağmen Amerikan dan gelen o doçente , hocam diye koluna girerek çok saygı gösterirdi.
Hoca , bazen matametik dersinde coşar giderdi.. Hiçbir şey anlamazdık.
Sonra da unuttuğu Türkçe aksanı ile “ Ha..siz lise talebesisiniz değil mi. Ben üniversite ütü diye dalıp gitmişim”der Tahtadakileri silip seviyeyi düşürerek bize göre ayarlar idi.
Tuğ.Genera Fahri Günhoş:“HASAN SEN BU İŞİ İYİ BİLİN.BEN DE KİMİN NE BİLDİĞİNİ BİLİRİM”
Okulu bitirdik, bir yıllık mesleki kurs anlamında SINIF okuluna geçtik.
Sınıf Okulu, Muhabere Okul Komutanlığının olduğu hizada “PAVYON “ denilen üçer katlı binalardan oluşan bloklardan biri..
Ders verenler muhabere subayları. Atölye de malzeme vs sorumlusu veya hoca yardımcısı ise astsubay.
Çok kere astsubaylar ders veren subaylardan bilgili. Ama yetkileri yok.
Bir gün Muhabere Okul komutanı Tuğ.General Fahri Günhoş, hocamız ders işlerken geldi.
Hoacadan dersin konusunu sordu..
Bizlere sordu..
Sonra en arkada duran Hasan başçavuşa ;
“Hasan sen anlat”dedi.
Hasan başçavuş, “ben bilmiyorum..”deyip Hocayı kast ederek “o bilir”dedi.
Fahri Günhoş irar ver emir verircesine “ Hasan, bunu sen iyi bilirsin” dedi.
Hasan başçavuş ise “adama makam, unvan veriyor, benden onun işini istiyorsunuz “edasıyla “unutmuşumdur” deyince Fahri Günhoş,
“Hasan , sen unutmuşsun öyle mi?
Hasan, sen bu işi iyi bilin…Ben de kimin neyi iyi bildiğini bilirim..”diyerek bize de bu konuyu “Hasan çok iyi bilir.. Çünkü yıllar önce bunun kursunu beraber gördük” diyerek dersi veren hocdan bilgi açısından Hasan Başçavuşun ilerde olduğunu söylemek istedi.
Fakat..
Sistem öyle kurulmuş ki.
Bilgiye değil rütbeye önem veriyor.
Beraber aynı bilgiyi alan biri yükselip general olmuş.Komutanlık yapıyor.Diğeri ise hep yerinde sayarak , o konuda az bilenin malzemesine koruyuculuk yaptırılıyor.
Arkadaşlardan on kişi yasak olmasına rağmen üniversite sınavına girerek hepsi de bir üniversiteye kayıt yaptıracak kadar yüksek puan alıyor..
Tabii… Fahri Günhoş, bunu duyuyor..Ve okula damlıyor..
Sınıfları toplayıp, “Ne kadar sevindiğini..Gurur duyduğunu” söyleyerek kolaylık için ünüverisyete gidip gelinmesi için servis ayarlayacağından dem vurarak sınava girenleri tavlıyor..
Ve yardımcı olmak içende elerlinden sınav kazandı belgelerini alıyor..
Sonrada tüm okulun önünde bunları yırtarak “ağzınıza.. ede…. Var mı asubayın okuması diye bir şey.. Okuyacaktınız niye buraya geldiniz.. siiz astsubay okuluna zorlamı getirdik.İsteğinizle seçtiniz..Herkes işine”deyip çekip gidiyor..
Muhabere okulu içinde çok küçük bir baraka da Cuma günleri namaz kılınıyor, kıldırılıyor.. Çok kere dışarıda kalınan mescide erler, isteyen öğrenci ve subay, astsubay sivil memurlar geliyor..
Rütbeliler içinde den kıdemlisi bizim edebiyat öğretmenimiz meşhur Erzincan depreminde sağ kurtulan çocuklardan Kd.Öğretmen Bnb Hüseyin ağca..
Ağca’yı devlet , MSB adına sivil fakültede okutmuş.Öğretmen subay olmuş…Daha sonra Diyar-ı Bekir’de- ı 70. Piyade Tug. Gurup Komutanlığı karargahında - Albay Lütfi Başyiğit ile birlik de sadece üç rütbeli olarak çalıştığımız Piyade kd.Başçavuş Mete Evrensel’den yakın akrabası olduğunu öğreniyorum.
O sırada hükümet , CHP- MSP koalisyonu ..
Bayındırlık Bakanı MSP’li Fehim Adak. Adak okulu ziyeret ediyor.. Okul komutanı fahri Günhoşla dolaşıyorlar.. okulun yolları ve ve bazı alanlarının asvaltlanmasını istiyor..
Mesela 60 evler Nizamiyesine yakın tören alanı ham toprak idi.
Fehim Adak, tamam diye asvalt sözü veriyor. Fakat, komutana “gezerken gördüm ki burada Kışla camisi yok.. Siz yer gösterin tüm masraflar bizden camiyi yaptıralım” diye minareli bir camii cami teklifinde bulunuyor.
Ancak ,Fahri Günhoş; “Biz yerini zaten ayarladık Yakında yaptıracağız “şeklinde konuşarak kibarca Bakan’ın teklifini ret ediyor.Ama , döşenecek asvalt hatırına da cami sözü vermiş oluyor..
Cuma namazını vazifelendirilen erlerden biri kıldırıyor. Bir Cuma günü er İmamımız, hutbede cami yaptırılacağı için yardım tolanacağını, hazırlıklı gelmemizi duyuruyor.
Önsaflarda olan edebiyat hocamız Bnb .hüseyin ağca, ayağa kalkarak “ Cami yapılacak Ancak yardıma ihtiyaç yok.Camiyi komutanlık kendi yaptıracak”dedi..
….
Kısa zamanda ilerde hak-İş Başkanı ve AKPden milletvekili olacak olan ,
Biz orta okulda ilen Alaca ‘nın tek okumuş muhasebecisi Ali Osman Akdağ’ın yanında çalışırken memkeketten tanıdığım Salim Uslu’nun askerlik yaptığı ve de eğitim çavuşu olarak eğitim yaptıkları alanın kuzey doğusuna gelen ve yol ile ayrılan sahanın üstündeki kocaman çatısı bombeli hangar gibi barakalardan biri camii olarak tanzim edildi
Kıblesi biraz dönük olsa da eskiye göre çok daha büyük ve farah.. Yeni döşenmiş müşrafatı, minber ve mihrabı alçıdan ama mermer görüntüsü verimiş bir camii. Fakat tek eksik minare.
Galiba , minareli camii olmasın diye Bakan’ın teklifi ret edilerek dışarıdan camii olduğu bilinmeyen bir yer ibadete açılmış oldu.
Dolayısıyla MSPli Bakan, Kışlaya cami yapımına vesile oldu..
İSYAN
ve..
30
Ocak 2021 Cumartesi akşamı Elektronik’de sıra arkadaşım Mümtaz Altınay, aradı.
Hoş
beş vs’den sonra “ Bu günlerde ne yapıyorsun ?”diye sordu..
“Bir
vesile ile Elektronik deki hatıralarımızdan bazılarını arkadaşlarla paylaşınca
ağbi bunları yaz.Unutulmasın ..dediler.
Onun
üzerine zaten sivil hayattan da bazı hatıraları zaman zaman
yazıyor, bazılarını da yazmayı düşündüğümden Elektronikle alakalı olan
bazılarını yazdım. Bu günlerde de “İSYAN”la akalalı olanını devam
ettirecektim..
İyi
aradın..
Bazılarını
unutmuşum..
Bazılarını
da eksik yazmış olabilirim.Mesela o günkü üsteğmenin adı Murat idi. Ama
soyadını unuttum ” deyince Mümtaz, “Muart Özveren’ idi..
O
gün Ben B blok giriş nizamiyesinde nöbetçi idim..Olayı çok yakından
gördüm.. Sen yaz, bizde bakar eksikleri gideririz” dedi.
Ve
biz gelelim daha evvel başladığımız “İSYAN “hatırasını yazmaya ..
Muhabere
Okulu’nun Mamak tarafında 60 Evler
semti girişine yakın bizim bulunduğumuz alana hayli uzakta bir
yazlık sineması vardı..
Daha
çok er ve erbaşlara gece genelde çıplak/ porno filmlerden oluşan sinema seyrettirilirdi..
Öğrencilere
ise bazen topluca seyre özel izin verilirdi.
Şimdi
bilmiyorum ama o yıllarda askeri kurumların normal devlet bütçesinden aktarılan
kaynak dışında kayda girmeyen ve sadece komutanın inisiyatifinde harcanan
önemli bir kaynak da Kantin gelirleri ve sinema, yine porno ağırlıklı bar –
pavyon kızlarının gösterilerinden oluşan moral geceleri gibi
şeylerdi.
Hizmeti,
ihtiyaç maddesi ürünleri ayağa getirmek gibi görülse de
Asker
, yani müşteri hazır..
Mekan,
elektrik, işleten personel vs diğer giderler bedava..
Yapılan
kar net..
Onun
içinde daha çok ahlaka uygun olmayan filmlerin oynatıldığı sinemeye
gitmeyi, götürmeyi
Hayatında
“yarinin” bir telini bile görememiş gencecik masum Anadolu
çocuklarına her edepsizliğin sergilendiği “AÇ AÇ”denilen güya
moral geceleri tertiplenerek müşteri çekilip para toplanırdı..
Ders
çalışmak vs peşinde olan arkadaşlar haricinde bazı arkadaşlar da bu sinemeye
gitmeye hevesli olup, kaçak göçek erlerimizle sinema izlerlerdi.
Burada
yakalanmak, öğrenci için ayrıca cezaya da tabii idi.
Artık
okulun sonları, mezuniyete az kalmış.. Bir cumartesi günü gecesi ..
Bizim
çoğunluğumuz ya istirahatta yada haftalık ders çalışması yapar iken bazı
arkadaşlar, yazlık sinemada oynatılan filme gidiyor..
O
gün nöbetçi amir olan Angara Merkez komutanının oğlu olduğu söylenen
Üsteğmen Murat Özveren, sinemada arkadaşları yakalıyor..
Kendisinden
izinsiz gidildi ya bunu bir kendisine karşı yapılmış “ONUR”
meselesi sayarak arkadaşlara askerler içinde saldırıyor..
Bazıları
da kaçıyor..
Yakalanmıyor..
O
hırsla koğuşlara gelip sen sen diyerek “aslında sinemaya gitmemiş
olanlar dan da seçtiği “ arkadaşları bina dışına çıkarıyor..
Bizlerin
kaldığı “B blok “ denilen yerin önünde okul Komutanının girip çıktığı Kuzey
nizamiyesinden Mamak nizamiyesine giden yolun karşısı asfalt
ve “Tören alanı olarak ayrılan yer”.. Onun hemen altı bol ağaçlı
bahçe.
Götürdüğü
ağaçların arasında arkadaşları dövüyor..
Arkadaşlar
da Üsteğmen Murat Özveren’in bu tutuma “ Vereceksen idareye ver. Onlar
gereken cezayı verir.Senin, ceza verme hakkın yok “diye karşı
çıkıyor..
Bazıları
da “zaten sinemada değildik, istersen fiancalara sor” diye şahit göstermek
istiyor.Ama nafile..
Üsteğmen
Murat Özveren..
Hem
kolluk kuvveti.
Hem
savcı hem de hakim konumunda hissiyle kendisi dayak ve küfürle ceza
kesmeye başlıyor.
Buna
dayanamayan arkadaşlardan bazıları, Nöbetçi Amiri üsteğmen Murat’a ağaçları
siper ederek fiilen karşı duruyor.
Bunu
üzerine Murat Özveren, tabancasına mermi sürüp ateşliyor..
Ancak
tabanca tutukluk yapınca arkadaşlar, üzerine abanıp tabancayı almak isterken
hırpalıyorlar.
Bu
hengamede ne oluyor diye olay yerine gelenlerin artmasıyla Üsteğmen Murat
Özveren kurtuluyor..
O
doğruca Muhabere Okul Komutanlığının en yetkili o günkü Amire koşarken bizlerde
hepimiz aynı noktada buluşarak kısa bir “Durum Değerlendirmesi.”
yaptık..
Ve
demokratik oylama ile
“Bu hadise bazı arkadaşların atılmasına
yol açacak.. Buna mahal veremeden hep beraber OKULU TERK edelim.. Sonra
hepimizi ya geri çağırılar yada toptan atarlar..” diye benim gibi
sinemaya ayak basmammış olanı, sinema da olanlar, Üsteğmen Murat
Özveren’in çağırıp bahçede olaya karışanlar hep bir vücut olarak
mezun olup rütbe takmaya “ 64 gün kala 64 arkadaş “
Evet
çok da kararlıyız..
Mezuniyete
“64 gün kala 64 arkadaş”, okulu terk etme kararı alıyoruz.
Koğuşlara
gidip kısa bir hazırlıkla bavulları alıp gece yarısı Muhabere Okulu
; “Mamak Nizamiyesi” yolunu tutuk..
Nizamiyen
kolayca çıktık.. Kimse de bişey demedi.
Ancak
dışarıda ne dolmuş var. Ne otobüs..
Belki
Gülveren de bulunur, bulunmaz ise Ulus, Kızılay yada nere gidilecekse tabana Kuvvet..
Bir
an için Okul ve askeri bölgeden uzaklaşmak gerek
Kışlanın
üç dört yüz metre ötesi yolun solunda Muhabere okul Komutanı
Tuğ.Genaral Fahri Günhoş’un lojmanı.
Oradakilerde
belli etmemek , yakalanmamak gerek..
Sesizliğin
hakim olduğu hangi meçhule yol alındığının bilinmediği gece karanlığında
ilerlerken ulus istikametinde 60 Evlerden gelerek önümüze Tuğ Fahri Günhoş’un aracı durdu.
O
sırada Kavaklıdere de sinamada olan TuğGeneral Fahri Günhoş, olayı haber
alıp acele gelerek babacan tavırla;
“Evlatlarım..!.. nereye …
“diye bizi durduruyor..
“Kılınıza
zarar gelmeyecek.. “ gibi güzel sözlerle tavlayıp “nizamiyeye “ den içeri
sokunca da çevremiz askerle sararak adeta esir alıyor..
Ve
“Sizi mezun etmeden…”diye başlayan
hakaretlerle bizi silahlı
askerlerin eşliğinde her yanımızı
sardırıp, yemekhane de “ muhasara altına” aldırdı..
Tam
bir esaret.
Dışarıda
silahlı asker… Kuş uçurtmuyor.
Ne
içeri girebiliyor nede dışarı çıkılabiliyor.
Aslında
bu işimize de yaradı.
Yarın
olacakları biliyoruz..
Sinemaya
giden ya da üsteğmenin seçtikleri bilindiğinden onlar;
cezalandırılacak hatta bizden koparılacak..!
O
halde “ya hep beraber Ya hiç”..
Yeni
vaziyete göre yeni strateji..
“Sinemaya
hepimiz gittik” diyeceğiz..
Ama
sinemaya gitmeyen var..Hiç gidip de görmeyen var .
Çare..
Çare
bulundu..
Sinemanın,
koltuk düzen. Koltuk sayısı.. ne
nerede hepsi bilenler tarafından çizildi..
Her
birimize nerede oturduğumuz numaralar belirlendi.
Kim
ne sorsa “o numaralı koltuk da oturuyordum” diyecek.
Hem
kendi yerimizi, hem de özellikle sinemaya gidenler ve Üsteğmen Murat Özveren’e
yakalananlar olmak üzere arkadaşların yerini ezberledik..
“Yanımız
da şu vardı” diye de şahitlikler..
Ertesi
gün.
Ders
filan yok..
Hemen
idarecilerden “sorgulamak için” bir “komite” teşkil edilmiş.
Komite,
derhal faaliyete başlayarak arkadaşları tek tek sorguya çekti.
Bereket
sorgu yapılan yer, dershane..
Orada
da kara tahta var.
Kara
tahtaya çizilen krokide herkes ezberlediği yeri göstererek “Ben de vardım”
diyor..
Tehditlerle
“sen yoktun.. sana bişey olmayacak.. Yaşın yanında kuru da yanmasın. Kim var
ise nu söyle, kurtul” diyorlar..
Ancak
tüm sorguya çekilenler aynı şeyi söylüyor..
“Üsteğmene
kim vurdu..*”
“Ben”..
“Orada
kimler vardı..?
“hepimiz”..
Bir
sonuç alamayınca..
Bu
defa da tavlayarak” Aslında sen, sinemaya da gitmezsin..
Sen şöyle iyisin böylesin.. Bunu içinizden kendini bilmez birileri
yaptı.. Bak, kendini ve aileni yakma.. Askeri okuldan,
askeriyeden atılanlara toplum hiç de iyi bakmaz.. Sivilde de perişan olursun” vs diye
güya “bizden çok bizi düşünen” bir metotla sorguladılar..
Cevap
yine aynı..
Herkes
aynı konuşuyor..
Baktılar
olmayacak..
Mesut
Kepsutlu gibi bazı arkadaşları gözdağı için suçlu suçsuz bakmadan
“hapsettiler.”
Bizleri
de sıkı takiple derslere devam ettirerek mezun ettiler..
Evet,
toptan ayrılmaya ramak kalmıştı ama kimseyi ayırmadan, fire vermeden mezun
olduk..
Fakat..
Kıt’alara
gidince on kişiye yakın arkadaş Halil verim gibi isteği dışında şu
veya bu sebeple çoğumuz kendi isteğimizle ayrıldık.
Ayrılmak
için firar eden Yaşar Şahin’i yıllar sonra yakalayarak vazifeye devam
ettirdiler..
Kendi
isteğimle ve kırmadan dökmeden ayrıldığımdan Yüksekova’da askeri kışlada
tüm subay ve assubayların katılımı ile
benim için veda gecesi toplantısı yapılan ve - hala evimizde bulunan resim albümü ve kaliteli kalem seti- hediyeler verilerek ertesi
gün de “tören mangasıyla “ yolculanan belki silahlı kuvetler tarihinde tek Res’en emekli edilen asker olsam gerek..
İbrahim
Saraç gibi bazı arkadaşlar da yıllarca çalıştıktan sonra emekliği
beklemeden ayrılıp, sivil hayata karışarak millete hizmete devam etti..
///////////////////////
……………….
Biz FARUK GÜRLER dayatmasına karşı Fahri Korutürk’ün Cuhurbaşkanlığına getirilmesini de Elektronik’de yaşadık..
O günlerde Elektronik Astsubay Okulu’nda öğrenci iken şahit olduğumuz olaylara “Siyaset Çayırında Solan Gül; Ali Hersek” kitabında şöyle yer vermişiz.
“
4-29: FARUK GÜRLEDİ
1971 yılının 12 Mart’tın da milletin iradesiyle oluşturulan
hükümeti beğenmeyen kimi çeteler kıpırdadığı için o dönemin altını tutamayan
generalleri, aşağıdaki alt kademe darbe yapmasın diye milletin namuslarına
emanet ettiği silahı seçilmişlere dayayarak, yürütme “erkini biz tayin
edeceğiz”, siz destekleyeceksiniz diyerek mevcut hükümeti yıkmaları yetmiyormuş
gibi Cumhurbaşkanı seçimine de müdahaleyi en tabii“hakları” bildiler.
Darbenin başına geçirilerek önce Devlet başkanı sıfatını
kullanan sonra Ali Fuat Başgil’in zorla geri çektirilmesiyle Cumhurbaşkanı
seçtirilen Cemal Gürsel’in yerine 30 Mart 1966’da Cumhurbaşkanı yapılan o
dönemin Genel kurmay başkanı Cevdet Sunay’ın görevi dolmak üzere idi. Başbakan
Ferit Melen, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Sekreteri Kamil
Kırıkoğlu ile görüşerek;Cumhurbaşkanı eski genelkurmay başkanı olan Cevdet
Sunay’ın görevinin iki yıl daha uzatılması için değişiklik yapılmasın
ister.Ancak olmaz. Azda olsa madem cumhurbaşkanlığı görev süresinin uzaması
için anayasa değişikliği yapılacak, seçimi halka bırakalım bu problem bitsin diyenlerde
çıkacaktır.Fakat parlamento o gün böyle bir değişikliği yapamaz,
yaptırmazlar.Cumhurbaşkanlığı konusunda baskı ve gerilimler artar.
Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde, ulus civarına çıkmanın
serbest olduğu erlerin ortada görülmemesi, Ali Herseklere elbet bir ip ucu
veriyordur.
Ancak biz içerden seyrettik.
O yıllar bizim kışla yıllarımız..
Kışlada lise okuyoruz.
Hocalarımız gündüz üniformalı ancak gece “müteala” nöbetini
bitirip evlerine gidiyorlar.
Cumhurbaşkanlığı seçimine çok vakit var.Ama bir hareket bir
hareket..Koskoca koğuştu yanan tek lambanın loş ışığından dışarıyı rahat
izliyoruz ve birazda 2. katta olmanın verdiği avantajla geceleri yaşanan
hareketleri olduğu gibi görme imkanımız oluyor.
Cemseler gidiyor, jeepler geliyor.
Bir gün pijamaları ile hocaların bile toptan mecburi
yatakhanelere misafir olduğunu görünce cidden şaşırdık.
Haydi biri ikisi nöbet!...
Ama hayır.
Hepsine eve gidiş, yasak..
Bu durum günlerce sürdü.
Cumhurbaşkanı adaylığını Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler
açıklar.Ve bu gaye ile 5 Mart 1973’de Genelkurmay başkanlığından istifa
etti.Ferit Melen’in hükümetinde savunma bakanı olan Mehmet İzmir aynı gün
Gürlere yer açmak üzere kontenjan senatörlüğünden çekildi.
12 Mart Muhtırası veren ekibin içindeki General Faruk Gürler,
cumhurbaşkanlığına yolu açılmak üzere mevcut Cumhurbaşkanını Cevdet Sunay’ın kontenjanından,
kontenjan senatörü yapıldı.7 Mart 1973’de Senato’da yemin metnini okuyarak,
parlamento üyesi sıfatını kazandı.
O zaman adet öyle idi.
Millete gitmeyen, hesap vermeyen, burnundan kıl aldırmayan
arpalık sahipleri vardı.
Bir ihtilal aparak milli iradeyi katleden çeteciler vardı,
tabii senatör olarak.
Birde bunlara ilaveten asker ve sivil sözde derin devleti
temsilen Cumhurbaşkanın atadığı kontenjan senatörleri..
En büyük partilerin liderleri Demirel ve Ecevit renk vermedi.
CHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararı alması, 1960 da başlayan
“Asker cumhurbaşkanı” geleneğini kırmak için CHP’nin özellikle Ecevit’in tavrı
ve ilk defa CHP ile ordunun karşı karşıya geldiği şeklinde değerlendirildi.
Bir taraftan Faruk Gürler, “cumhurbaşkanı oldum” edasıyla
dolaşa dursun ..
Askeri kışlaların “Her türlü emre hazır” tutulduğu bir
dönemde, Demirel’in “Cumhurbaşkanlığına tayin değil, seçim yapılacaktır”diyerek
demokratik bir tavır sergilediğine şahit olduk.
AP, Senato Başkanı eski hava kuvvetleri komutanı- bu gün
meclisde halkla ilişkiler kütüphanesinde çalışan gerçekten beyefendi, işine
aşık “Bintuğ” beyin babası - Tekin Arıburun’u..
Demokratik Parti, kendi genel başkanı efsane meclis eski
başkanı Ferruh Bozbeyli’yi aday göstermişti.CHP, 2007’de olduğu gibi aday
göstermedi ve meclise girmedi.
Demirel,Ecevit ve Turhan Fevzioğlu aralarında anlaşarak, her
türlü dayatmayı ellerinin tersi ile itmek suretiyle Gürler gibi yeni kontenjan
senatörü yapılmış bahriye amirali Fahri Sabit Korutürk’ü 6 NİSAN 1973’de
Cumhurbaşkanı seçiverdiler.
Askerse asker.
Ama diplomatlık yaptığı için biraz sivilleşmiş birini ehveni
şer olarak Çankaya’ya oturturlar.
Millette oh dedi.
Bizim anlı şanlı hocalarımız karıları ve çocuklarına kavuşur
oldular.
Ve Ecevit, darbelere, dayatmalara dayanacak, milletin
haklarını savunacak yeni tip olarak “Karaoğlan “ sanıyla belleklere kazındı.
Eski general, çiçeği burnunda yeni senatör Faruk Gürler o
dert ile Gür-ledi, gitti..
Burnundan kıl aldırmayan kendini devletin asli sahibi sayarak
millete uzaklaşmış olan CHP anlayışının aksine kafasına geçirdiği kasketi ile
köylülere yaklaşıyor, mavi gömleği ile şehirlilere yakışıyordu.Yani CHP’nin
sadece bürokrasiye ve elitlere dayalı iktidar arayışından Ecevit’in artık
herkesin siyasal ortaklığına dayalı “birlikte yönetim, birlikte üretim ve
birlikte paylaşım” anlayışına geçildiği hissediyordu.
En azından kimilerine öyle geliyordu.
Yani “Devletçi ve seçkinci CHP’nin” milleti terbiye etmek ve
şekle sokmak anlayışından “Halkçı Ecevit’” sloganıyla köylü-şehirli bir bütün
halkın temsilciğine soyunuluyor, milletle yakın durmak yolunda adım atılıyordu.
https://siyasetcayirindasolangulalihersek.blogspot.com/
…………
Süleyman Demirel'in Dillere Dolanan
Meşhur Sözü ''Dün Dündür Bugün Bugündür''ün Hikayesi
https://necaticavdar.blogspot.com/2019/01/suleyman-demirelin-dillere-dolanan.html
…………………
EVRENSEL TİRİKO
Elbiseler Cebeci Dikimevinden ..
Oraya Evrensel Başçavuş götürdüğü için “Evrensel Trikodan giyiniyoruz” diyoruz..
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ ve FARUK GÜRLER’İN GÜRLEMESİ
…………….
KIBRIS HARAKATI ve KAMP
………………
ARET OKUTAN ve HİKMET KARAPINAR
Hikemet Karapınar, zekimi zeki.
Hep şen şakrak..
Elektronik Astsubay okulu sınavını kazanarak gelen tek İmam-Hatipli.
O yüzden okuldaki lakabı “Hoca”..
Hocalarımızdan biri Ermeni vatandaşlarımızdan Asteğmen Aret Okutan..
Dersin birinde nedense sınıfa” sen ne olmak isterdin…” diye soruyor.
Herkes bişey söylüyor..
Hikmet Karapınar’a sıra gelince “Çoban” diye cevaplıyor..
Aret Okutan ısrarla hep aynı soruyu soruyor.Hikmet Karapınar da her defasında “çoban olmak isterdim” diyor.
Hikmet Karapınarı’ın güya saçma bulduğu cevabına karşı bu defa
Aret Okutan, “o aman niye okuyorsun Bunca masrafa, emeğe ne gerek var” açıklamalarla sorusunu devam ettirince.
Hikmet Karapınar;
“bu memleketin çobanınında eğtime, okumaya ihtiyacı var.Okuyup, bilen çoban çok daha ülkeye verimli olur..memkelete katkı sunar” diye açıklayınca Aret Okutan, cevap vermeden derse dönerek o günkü konuyu işemeye başladı.
…………
Bir gün Aret Okutan’ın dersinden sınav olacağız.
Sınava çalışmak için sabaha kadar, dershanede kalarak uyumadım..
Ve gün içinde yazılı olduk..
Fakat uykusuzluktan sarhoş gibiyim.. Yazılı da bildiğim soruları bile cevaplayamadım..
Saçma sapan bir şey oldu..
…….
Birkaç gün sonra Aret Okutan, dersde yazılı sonuçlarını okudu..
Zayıf almışım..
Aret Okutan’ın benden hiç beklemediği sonuç…
Zira özellikle Aret hocanın dersinden hep iyi alıyorum.. Onun için sonuç sürpriz..
Bir süre ders işledikten sonra , beni kaldırıp yazılıda zayıf almamın sebebini sordu, ne diyebilirdim ki..
Kızarıp yerime oturdum.
Arkadaşlar; “Sabaha kadar ders çalıştığımı dolayısıyla uykusuz kaldığımdan yazılıda başarısız olduğumu “ söylediler..
Aret Hoca, hemen not defterini çıkararak “bence de öyledir..Yoksa bunları yapamayacak öğrenci değil Kanaat notu kullanıyorum” diye en yüksek notu verdi.
Sınıf da üç sıra halinde doturuyoruz..
Ben orta sıranın önlerdeyim..
Hemen son yanda pencere kenarındaki sırada oturan Hikmet Karapınar, hareketlendi
“seninle ilgiis yok.Takma gibi işaret ederek” ayağa kalktı ve Aret Okutan2a bende yüksek kanaat notu isterim. O’na verdin bana da vermelisin”dedi.
Aret Okutan, “ Benim kanaatim, bu.Kime istersem kullanırım vs “dediyse de “ Ya ona vermemeliydin ya da illa bana da iyi not verceksin” direten Hikmet Karapınar’a diye dinletemedi.
Ve sen zayıf aldın vs deyince
Hikmet Karapınar, “şayet konuyu anlatsaydın Yazardım..Yazsaydım mutlaka soruya cevap verirdim..” diyerek “Anlatmadığınız soruyu sormuşsun yüzden cevaplayamadım”diye neden “ kendisinin de iyi kanat notu istediğini” savundu.
Aret Okutanise “gerçekten defterde yazdıklarını aynen söyleyebilir misin?”diye sordu..
Himet Karapınar, “Evet.. İşte defter..ne anlatmışsanız yazdım..Ve ne sorarsanız da ben anlatırım”dedi.
Aret Okutan, Himet Karapınar’ı ne de olsa iddiasını ispatlayamaz diye tahtaya kaldırdı..
Bir yandan da Hikmetin desrle ilgili defterini kontrol ederek soruları soruyor..
Hikmet ,takır takır cevaplıyor..
Ve sayfada ne yazılmışsa onu adeta okuyor sayfa bitince de “sayfayı çevirin diyor..
Aret Okutan, buna rağmen Hikmet Karapınar’ın istediği kanat notunu kullanmayıp zil çalınca çekip gitti..
Hakikaten çok zeki olan, dinlediği dersle yetinerek çok çalışmadığı halde iyi not alan Hikmet bu ezber olayını şöyle açıklıyordu:
“Biz imam-hatip deyken surelerin, duaların ezberine çok önem verdiler.. O yüzden ezberimiz gelişti. Hocalar anlatırken yazıyorum.Yazarken de ezber ediyorum..O yüzden ayrıca çalışmaya gerek de duymuyorum.O bana yetiyor..
“ET TEKRARU AHSEN VELEV KANE 180”
“TEKRAR YÜZSESEN KREDE OLSA FAYDALIDIR”
Sınıf okulundayız.
Atölye hocası;
radyonun alıcı, osilatör, geliştirme
,ses yükseltme ve çıkış bölümleri gibi anlatarak bir de uygulama için sınıfı üçerli
guruba ayırarak devre kurarak radyo
yapma vazifesi verdi.
Her gurubun yaptığı radyonun çalışması halinde üç kişiye de iyi not vercek.
Çalışmaz ise üç kişide zayıf alacak..
Radyoyu çalıştırmak için günlerce çaba sarf ediyoruz..
Ya bir direnç eksik kalıyor..Ya kondansatörün ayağı tam lehimlenip boşta kaldığından iş görmüyor. Ya da çevrede var olan radyo vericiisnin aydığı elektro manyetik dalgayı almak için mıknatıs – kömür- üzerine sarılan bobinler, dalgayı almaya uygun olmuyor.
Hakikat zor bi iş.
Yapılır ise hiç yoktan kendi radyomuzu yapmış olacak, teoride bildiklerimiz pratiğe geçecek.
Hepimiz ortakca yapmaya çalışıyoruz.
Çalıştıkları tezgahta gurubunda gayret eden Halit Baydar’ın önüne Hikmet Karapınar, ““ET TEKRARU AHSEN VELEV
KANE 180” diye bir yazı asmış..
Kendi keyf ediyor..
Yazıyı o güne kadar hiç duymadığımız bir şey..
Hikmete soruyoruz bu ne?
Diyor ki, sürekli yapıp çalışmayınca bozarak tekrar başlayan Halit Baydar’ın morali bozulmasın ve motive olsun diye yazdım..
“Tekrar yüz seksen kere de olsa faydalıdır..”
…………….
Okulumuz da sonradan ANAP’da Bakan olan ve 2019 senesi yazında (17 Temmuz 2019) cenazesini Ahmet Hamdi Akseki camiinden yolcu ettiğimiz Yücel Seçkiner, spor hocamız..
Benim spar, müzik gibi becerilerim hep zayıf olmuştur.
Yücel hoca, sen bu notu hak etmedin ama Ağca’ya dua et diye iyi not verirdi.
Demek, öğretmenler kurulunda durumumuz görüşülürken notlarımın iyi olması etkileyip not ortalamasını düşürmemek için zayıfı hak etiğim halde iyi not veriyormuş.
Bnb.Yücel Seçkiner, “KKK bünyesinde spor müsabakaları var.Buna hazırlanmamız gerek diyerek arkadaşları gruplara ayırdı..
Kimi atletizm.
Kimi koşu..
Kimi güreş..
Beni de bıçak atma (hedefe bıçak saplama” gibi basit bir şeye ayırdı..
Başarılı olanlarımız KKK ‘nin çeşitli okullarından gelenlerle yarışacak..
Başarılı olanlar hem kendilerine hem de okula madalya kazandıracaklar..
Eskişehirli Halit, içimizde en ir ve babayiğitlerden.
Onu güreşe ayırdı.
Ama Halit, hiç güreş bilmiyor.
Yücel Seçkiner, “Olsun…. Kilosunda güreşen çıkarsa yenilir gelir …Çıkmaz ise madalya alır “dedi
Ve gerçektende Halit Baydar, yarışmalara katılarak okullararası güreş şampiyonasında ikincilik madalyasıyla döndü..
Zira tüm elemelerde aynı kiloda rakip çıkmayıp, finale kadar gitmiş.
…….
ALİ Yılmaz ve YAZILI ÖNCESİ KOPYA OPARASYONU
Aret Okutan
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10210980571363976&set=gm.1447614525260712&type=3&theater&ifg=1
adresinden aldım..
Aret okutan
ve
elektronik hocası"Ali KAMBUROĞLU"
asteğmenler
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
1963-1964 8. Sınıf Mezunlarımız - Özel Feriköy Ermeni İlk ve Orta Okulu
1967 - Özel Getronagan Ermeni Lisesi
Spor hocamız Yücel Seçkiner bey vefat etmiş.. 24 haziran 2019
Spor hocamız Yücel Seçkiner bey vefat etmiş..
Allah,cümle müminlere rahmet eyleye
..........
24 Haziran 2019 Pazartesi
https://cavdarahimesudda.blogspot.com/2019/06/spor-hocamz-yucel-seckiner-bey-vefat.html
83 yaşında vefat eden Seçkiner için 26 Haziran Çarşamba günü saat 11.00'de Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) tören düzenlenecek.
Öğle vakti Ahmet Hamdi Akseki Cami'sinde askeri törenin ardından cenaze namazı kılınacak Seçkiner, Karşıyaka'daki şehitlikte toprağa verilecek.
:::::::::::::::::::::::::::::::
Okulda iki dersim hiç iyi değildi.
Müzik ve spor...
orta okul da müzik dersi hocamız AYDIN CAN; müzikteki vaziyetimi
" Ebemin sesi bile senin sesinden iyi " diye özetlerdi.
...
Lise döneminde spor hocamız olan Yücel Seçkiner de her defasında sınıf ortalamamın düşürmeyecek bir not verirdi..
Ancak " Bu not senin değil..Bunu biliyorsun.. Sırf Ağca'dan - Edebiyat hocamız Dr. Hüseyin Ağca- korktuğumdan veriyorum.." der idi..
Hakikaten de gerçekten spor yeteneğine göre hak ettiğim notu verse kesin zayıf olmalı idi. O da diğer derslerden iyi olan vaziyeti aşağı çekecek..
Nasıl olsa yazılısı vs yok.
Kanaat notu veriliyor.
Hoca da kaanatını bol kepçe kullanır idi.
Halbu ki diğer dersleri zaten zayıf olanlara HAK ne ise onu vermekten de çekinmezdi..
...
Sonra yolar ayrıldı..
Millete dayatılan deli gömleklerine, darbelere özellikle NATO ve ABD kafasındakilere karşı oldum.. Külfete talip olduk..
Yücel beyde onun nimetlerinden istifade tarafını seçti..
16 Şubat, 2019
İki Talebe albümü: şair Mehmet Ragıp Karcı ve Necati Çavdar
İki Talebe albümü:
https://www.facebook.com/necati.cavdar/media_set?set=a.10150605674702700&type=3
Çok iyi dost, ağbi -kardeş ilişkisini o gün bu gün sürdürürler.
Meğer ortak yönleri de var imiş.
Her ikisi de ayrı dönemlerde Dr. Hüseyin Ağca'nın talebesidir.
Ragıp Karcı, Erzincen Askeri Lisesinden.. Necati Çavdar da Mamak'daki Elektronik'ten talebe..
Bu defa Ragıp Karcı, bizim "kışlık mod" benzeri tam bir "pamuk dede" hüviyeti ile arzı endam eder.
Karcı, hocasını arayarak hatır sormamızı sağlar..
Ve talebelerle "hoca"nın buluşma arzusu, her iki tarafca dile getirilir.
Ya nasip..
https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150605677277700&set=a.10150605674702700
Necati Çavdar
Sütçü İmma'ın torunu , Yaşar Türkkorur
Ve
Şair Ragıp Karcı
Dünya mahpusluğundan kurtuldu.
Allah, cümle müminlere rahmet eylesin.
Mekânları Cennet olsun..
....
Muhabere okulunda iken abimiz
Arkadaşımız..
Yarenimiz di..
TBMM dostumuz arkadaşımız oldu.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder