Şerif Ebu Nümey, Osmanlı Padişahı Sultan Selim Han tarafından da kabul edildi. Şerif Ebu Nümey'e hil'at giydirilerek, padişahın elini öptü. Şerif Berekat'a Mekke emirliği menşuru yazılıp, oğluna verilen hediyelerle Mekke'ye gönderildi. Mısır hazinesinden Mekke emirine maaş bağlandı. Ayrıca Şerif Ebu Nümey ile beraber Mekke ve Medine ahalisine dağıtılmak üzere, padişah tarafından 200.000 altınla bol miktarda zahire gönderildi. Bunları Emir Muslihiddin ile Mısır'dan iki kadı götürüp, mahallerinde dağıtmaya memur edildiler.
1517 yılından itibaren Mekke ve Medine'deki camilerdeki hutbelerde, Osmanlı padişahlarının adları okundu.
Emir tayinleri de Osmanlı padişahlarınca yapılırdı. Mekke emiri olan şerif vefat eder veya azil yahut istifa ile makamı boşaldığı zaman, yerine tayin olunacak yeni emir, şeriflerin seçimleri Mekke kadısıyla Mısır, Şam ve Cidde valilerinin arz ve inhaları üzerine padişah tarafından tayin edilirdi. Emir tayini, dört yüz yıldan fazla bu usulle yapıldı.
1517-1918 yılları arasında Osmanlılar bölgeyi imtiyazlı halde tutarak özel ilgi gösterdiler.
1737 yılında Abdülvehhab oğlu Muhammed'in yaymaya başladığı Vehhabilik düşüncesi, Arabistan'daki sükuneti bozdu.
Vahabilik hareketinin öncüsü Muhammed ibni Abdilvehhab çeşitli yerleri gezdikten sonra Riyad yakınlarındaki Der'iyye kasabasına gelerek SUUD kabilesini yanına çektiDeri’yeye yerleşerek orada b kabilenin başkanı olan Muhammedu'bnu Suud ile işbirliği yaptı.ve O’na damad oldu. Bu işbirliğinden Vehhabi isyanları doğdu. Başını SUUD kabile reisinin çektiği İsyancılar, Osmanlılardan bağımsız olarak kendi inançlarına ve düşüncelerine göre şekillenen bir devlet kurmak istiyorlardı.
SUUDlar;
Osmanlıya karşı siyasi ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek için bölgede adeta mavivela bulan İNGİLİZ desteği ve arkasına sığındıkları VAHABİ akidesiyle siyaseten güç kazandılar.
Vahabilik bir siyasi akım halini de alınca “yağma”, “kelle kesme” ve “toplu kıyım” gibi anarşi ve teröre başvurarak Osmanlı Devletine karşı bölgedeki Bedevilerin desteğinde1744 yılında Muhammed Bin Suud liderliğinde ilk defa isyan ettiler.
Bölgesel güç kazanan Suudiler, liderlerine İMAM ismi vererek onun etrafında aşiret hüviyetinden devlet gibi davranan yapı oluşturmaya çalıştılar.
İlk “İmam” sıfatını alan kişi Muhammed Bin Suud’u oldu. Sonra en yaşlı oğlu Abdülaziz 1765 yılında “İmam” sıfatı alarak başa geçti.
SUUD terörünün artması sonucu 1780 de Osmanlı Kabe’nin korunması için Ecyad kalesini inşaa etti
SUUDlar, 13 Mayıs 1802 de Kerbela’ya 10,000 kişiyle saldırıp, Hz. Hüseyin’in türbesini tahrip edip, 2,000 kişiyi öldürüp ve şehri yağmaladı.
Kerbela saldırısı; Osmanlıları ve oamanlıya bağlı özerk yönetimdeki Mısırlıları, Suudilerin bölgenin barış ortamını tehdit ettiğine ikna eden en önemli olay oldu.
SUUDlar, Yemen dağlarına kaçtılar. Kaçarken çok zulüm, soygun yaptılar. Şerif Galib Efendinin tavsiyesiyle Beni Sakif Kabilesi de Taif'teki Vehhabileri şehirden kaçırttılar.
Abdülaziz, Kerbala’nın intikamını almak için bir şii tarafından 4 Ekim 1803 de suikast ile öldürülünce yerine SUUD gegçti.
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ın müdahalesi.
İmam – emir SUUD 1814 yılında öldü.
Başa geçen Abdullah Bin Suud, kaybettiği toprakları tekrar geri almk için tam bir terör faliyeti yürüttü.Buna karşı lI. Mahmud döneminde Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa, Vehhabilerin merkezi Deriyye'yi 1818'de fethedip, Vehhabi Emiri Abdullah ibni Suud yakalanarak dört oğlu ve ileri gelenlerini esir alıp, İstanbul'a gönderince, Abdullah ibni Suud dört oğlu 17 Aralık 1819'da . idam edildi ve kafaları kesilerek boğazın sularına atıldılar. Başlarının bir topa konulup havan topu gibi fırlatıldığı anlatılır...Bunun üzerine İstanbul’da üç gün bayram ilan edildi. Abdullah b. Suud'un ninesi de idam edildikten sonra İstanbul'un girişinde bir yerde üç gün boyunca asılı bırakıldı ve cesedin üzerinde ‘'Osmanlı hilafetine ihanet edenlerin cezasıdır'' yazısı asıldı. Suudiler bunu hiç unutmadı ve her zaman intikam duygusu ile yaşadılar.Abdullah bin Suud’un aile üyeleri ise Mısır ve İstanbul’da hapsedilip ve Diriyah şehri bu anarşit guruptan temizlendi.
İkinci Mahmud'un Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile arasının açılmasından sonra Mısır kuvvetleri Hicaz'dan çekilince bölge tekrar Suudîlerin eline geçmeye başladı.
Türki Bin Abdullah, kuzeni Mishari Bin Abdülrahman tarafından 1834 yılında öldürüldü.Ancak kendisi de Riyad bölgesinde kuşatılarak, Türki Bin Abdullah’ın oğlu Faysal tarafından öldürüldü.
İngiltere bölgede fitne çıkarıp, Osmanlı Devleti içinde isyan başlatmak istediyse de 1857'de barışla etkisiz hale getirildi. 1860 yılında bütün emirler devletin itaatı ve terbiyesi altına sokuldu.
::::::::::::::::::
1897'de El-Mühenne köyünde bulunan veSuudilerin lideri olan.Abdülaziz bin Suud bin Faysal ile Riyad, Kasim, Büreyde şeyhleri, anlaştılar.
Abdül-Rahman Bin Faysal’ın oğlu Abdülaziz bin Suud, bölge aşiretlerden topladığı 12.000 hecin devesine sahip kuvetleri ile Kuveyt'ten Riyad'a geldi. 1902'de bir gece Riyad'a girdi. Abdülaziz ibnür-Reşid'in İbn Raşid ‘in atadığı Riyad Valisi Aclan'ı bir ziyafette öldürerek yönetimi ele aldı
Zulümden yılmış olan halk, bunu emir yaptı. Üç sene çeşitli muharebeler yapıldı. Abdülaziz ibnür-Reşid,öldürüldü.
1908 de Osmanlı Ayan üyesi Şerif Hüseyin Mekke Şerifi olarak atandı..
Bir süre sonra niyetlerini sezen Abdulhamit, onu hep istanbulda tutarak adeta bölgeden tecrit edildi.
Fakat.. Abdulhamid’i deviren İT yönetimi, şerif Hüseyin’in Mekke’ye gitmesine izin verdi..
1915'te 1. Dünya savaşında sıkışan Osmanlılar; (yani İT yönetimi) ile Abdülaziz bin Suud, Riyad kaymakamı olmak üzere barış yapıldı. “İbn Suud” olarak da anılan Abdülaziz, sonrasında Osmanlı Sultanı’nın egemenliğini kabul ederek “Paşa” ünvanı alarak Osmanlı emrine girmiş oldu
İngilizler o anlaşmadan sonra Abdülaziz'e William Şekspir isminde savaşları ve askeri hamleleri planlayan bir subay gönderdiler. Ngiliz yardımı karşılığında Abdülaziz el-Suud Sultanlığı, Osmanlı'ya bağlılık bildirmiş olan Reşid Ailesi ve emirliğine darbe vuracaktı Çatışmalar 1919 yılına kadar sürdü.
Reşidiler ile Suudiler arasında Kasim'de harp olup, Abdülaziz bin Suud mağlup oldu.
Şekspir, Osmanlı'ya bağlı kalmış olan Reşid ailesi ile 1918-1919 yıllarında süren çatışmalarda öldü. Abdülaziz İngilizlerle ilişkileri ve yazışmaları İngilizlerin Körfez'deki temsilcisi ve o zaman İran'da olan Barsy Coks üzerinden devam ettirdi.
Tüm Arabistan
Suriye
IRAK başta olmak üzere “İngiltere himayesindeOrtadoğu hükümdarlığı”ARABİSTAN İMPARATORLUĞU ve İSLAM HALİFELİĞİ sözü vermişti.
1918'de Abdülaziz bin Suud, İngilizlerin teşviki ile bir beyanname yayınladı. Mekke'ye ve Taif'e saldırdı. Fakat, bu şehirleri Şerif Hüseyin Paşadan alamadı.
İngiliz’e daha yakın duran SUUD’lar; bölge Osmanlıdan çıkıp 1921 gelindiğinde Taif,Mekke,Medine,Cidde ve Hail şehirlerine hakim oldular. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e hakimiyetindeki Mekke, Medineye sahip çıkmayarak gücü zayıflayan Şerif Hüseyi’i gözden çıkardılar.
Bölgede yeni yeni adlarla kendi içinde de çatışcak. devletçikler icad ettiler.
Bu günkü Arabistanı üçe bölerek Şerif Hüseyin’e sadece “HİCAZ emirlği”ni uygun buldular.
Bir oğlunu IRAK’a..
Bir oğlunu da Ürdün diye devlet oluşturup . ÜRDÜN Kralı yaptılar.
MekkeEmiri Şerif Hüseyin bin Ali Paşayı yakalayıp, Kıbrıs'a götürdü. Böylece Şerif Hüseyin Osmalıya karşı durma ve İngiliz OYUNUna malzeme olmanın bedelini çok geçmeden anladı.
İngilizler, Hicaz'dan çıkan Şerif Hüseyin'in ailesine Irak ve Ürdün'de birer krallık verdiler; Faysal ve Abdullah'a, Şerif Hüseyin'in çocuklarına. Faysal Irak'ın krallığını yaparken Abdullah da Ürdün kralı oldu.
1927 de İngilizler, Necid ve Hicaz Krallığını DEVLET statüsüne çıkardılar.
Daha öncesinde kendisini “Necid Sultanı”, “Hicaz, Necid ve çevresinin Kralı” ve “İmam” olarak adlandıran Abdülaziz bin Suud,HER HAL VE ŞART da İNGİLİZ le birlikte olmak İNGİLİZ siyasetine uygun davranmak ŞARTI iledevletin adı "Suudi Arabistan Krallığı" olarak değiştirildi. Abdulaziz, 1932 yılında kendisini resmen “Suudi Arabistan Kralı” ilan etti.
İngiliz desteği ile bölge hakimiyetini ele geçiren SUUDlar, açıkça diyemese de İNGİLİZİN döfakto bölgeye yerleştirdikleri SİYONİT oluşumun hep arkasında durmuşlardır.
Osmanlı Devletinden sonra halifelik makamına sahip olmak istedilerse de başaramadılar.
Büyük yokluk içinde kıvranan Suud Ailesi ve devleti 1937 yılında Amerikan araştırmacıların; Dammam bölgesinde zengin petrol kaynakları bulunduğunu tespit etmesiyle dünya enerji piyasasında adıgeçen ülke oldu.
ABD; HAKİMİYETİ BAŞLIYOR
Amerikalılar, ilk kuyuyu Dammam bölgesinde 1937'de açtılar. Daha sonra ARAMCO olarak ismi değişecek olan Oil of California şirketi ilk kuyuyu açtıktan sonra Abdülaziz'in Amerikalılarla ilişkisi gelişmeye başladı. İngilizlerle ilişkiler sürerken Amerikalılar ile ittifak, 1945 yılının 15 Şubat'ında zirveye çıktı ve Suudi Kralı Abdülaziz Amerikan Başkanı Roosevelt ile bir araya geldi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Abdülaziz, Amerika ve müttefiklere petrol veriyordu. Abdülaziz'in pozisyonu açıktı, Nazi Almanyasına ve Japonya'ya karşı İngilizlerin ve müttefiklerin yanındaydı. Bir Amerikan savaş gemisi üzerinde gerçekleşen görüşmede bir anlaşmaya imza atıldı. Buna müttefiklik anlaşması deseler de pratikte bağlılığı İngilizlerden Amerikalılara taşıyan bir anlaşmaydı: Petrol karşılığında Amerikan himayesi. Yani petrol karşılığında güvenlik.
1979 da İsrail ile Arap dünyasının arasındaki savaşlar nedeniyle gergin olan ilişkilere son verilip İsrail ile barış anlaşması imzalanarak ardından da Mısır ile diplomatik ilişkiler kesildi.(1987 de Mübarek döneminde Mısır ile diplomatik ilişkilere tekrar başlandı)
Kral Halit, 1982 yılında kalp krizinden ölünce ..Tahta, dönemin en güçlü prenslerinden “Sudayri Yedilisi” kardeşlerden en yaşlısı Fahd geçti
Bu yedi kardeşe “Sudayri Yedilisi” denilmesinin sebebi İbn Suud’un en gözde eşi olan Hassa Bint Ahmad El-Sudayri’den doğmalarıydı. “Sudayri Yedilisi” olarak adlandırılmış olan bu prenslerin isimleri Fahd, Sultan, Abdul Rahman, Nayef, Türki, Salman ve Ahmed’dir. Fahd 1986 yılında kendisine “İki Kutsal Mescidin Koruyucusu” ünvanını verdi.
Ve sonrasında prens Selman, ipleri ele alarak çevredeki küçük devletçik denen yapılarla itifak halinde tümüyle Siyonist plan ve Amerikan projelerine uygun politika izlemeye başladı.
2006’da yayınlanan Kraliyet Kararnamesi uyarınca Suudi Kralları, Suudi Prenslerin oluşturduğu komite tarafından seçiliyor.
////////////////////////////////////////////////////////
Riyad'da gizli bir İngiliz askeri üssü
https://www.facebook.com/YeniSafakDunya/videos/745732109227315/UzpfSTY4OTYxNzY5OToxMDE1Nzc4NDAwMDYwMjcwMA/
Kadim monarşi ve Suud hanedanı yönetimi
İlk Suudi devleti başkent Diriye’de kuruldu ve yüzölçümü olarak Abbasi devletinden sonra en büyük İslam devleti olarak, kuzeyde Fırat'tan güneyde Yemen ve Umman'a, Basra Körfezi'nden Kızıldeniz'e kadar uzandı. Gücünün zirvesinde Osmanlı İmparatorluğu ile arasında çatışmalar yaşandı ve Necd bölgesi Muhammed Ali’nin Mısır'dan gönderdiği ve bölge sakinlerinin bilmediği gelişmiş silahlarla donatılmış askeri birlikler tarafından yürütülen büyük askeri operasyonlara sahne oldu. Gelişmiş silah üstünlüğüne rağmen ilk kurucunun torunları, bölge halkından süvarilerin katılımıyla topraklarını savunmak için şiddetli mücadeleler verdiler, ancak sonunda zafer Osmanlıların oldu ve İbrahim Paşa'nın Diriye'yi ele geçirmesiyle ilk devlet sona erdi.
Muhammed bin Suud'un torunları kaybettikleri emirliklerini unutmadılar ve büyükbabalarının yönetimini yeniden kurmak için güçlenecekleri zamanı beklediler. İkinci Suudi devletinin (1824) kurucusu olan Turki bin Abdullah, Muhammed bin Suud'un torunu ve cesur bir süvariydi, aynı zamanda sağgörülü ve sabırlıydı. Üyeleri ona son derece saygılı ve sadık olan orduyu yeniden birleştirdi ve yeni bir yönetim inşa etme, ilk devletin egemenliği altındaki alanları geri alma savaşı devresi başladı. Turki, Diriye'nin uğradığı zarar nedeniyle devletinin başkenti olarak Riyad'ı seçti. Prens Türki'nin ardından devletin başına üstün bir kişiliğe sahip oğlu Faysal geçti. Ancak oğulları arasındaki anlaşmazlıklar ve güçlerini zayıflatan çatışmalar devletin sonunu getirdi.
Kral Abdulaziz, ikinci Suudi devletinin sona ermesinin ardından babasıyla birlikte bulunduğu Kuveyt'ten döndüğünde, Necd ve Riyad burnunda tütüyordu, yanında üçüncü devleti kurma (1902'de kuruldu) projesini taşıyordu. Vatan sevgisiyle dolu ve zenginleşmiş bir vicdanla dönmüştü. Buna karşılık, Matir, el-Acman, Anza, Uteybe, Harb ve diğer çeşitli kabilelerin mensuplarından oluşan büyük bir ordunun komutanı olmasını sağlayan insanların sevgisiyle karşılaştı.
Çölün çocukları Necdlilerin özellikleri cüretkâr ve atılgan süvariler olmaları, Muhammed bin Suud ailesine duydukları sadakat, dış saldırılara karşı koymaları, canla başla kabile ve kasabaları birleştirme çabalarıdır. Bu orduya Müslümanları birleştirmek maksadıyla tevhid sancağının altında toplandıklarının bir göstergesi olarak ‘Allah’a itaat eden kardeşler’ adı verildi. Abdulaziz'in ordusunun, üçüncü devletin kuruluşundan 20 yıl sonra, 1928'de Mısır'da ortaya çıkan ve bugün Müslüman Kardeşler olarak bilinen grupla hiçbir ilgisi, tarihsel, ideolojik, siyasi bir ilişkisi yoktur. Buna kanıt olarak grubun kurucusu Hasan el-Benna, Suudi Arabistan'da Müslüman Kardeşler’in bir ofisini açmayı teklif ettiğinde, Kral Abdulaziz'in söylediği ünlü sözü hatırlatabiliriz. Kral “Hepimiz kardeşiz ve hepimiz Müslümanız” diye cevap vermişti. Bu söz aynı zamanda, İslam dünyasında durumun yatıştığına, yeryüzündeki bütün insanların Müslüman olduğuna, onları taraflaştırma ve sınıflandırmaya gerek olmadığına dair açık bir işaret de taşıyordu.
Kral Abdulaziz aşiretlerle olan münasebetlerinde büyük bir hikmet, itibar ve prestij sahibiydi. Allah'ın yardımıyla ünü bölgenin tamamına yayılan büyük bir ordu kurmayı başarmıştı. ‘Allah’a itaat eden kardeşler’ ordusu, Hicaz ve bilhassa Arap Yarımadası halkının geri kazandığı Mekke ve Medine dahil olmak üzere bölgeyi Kral Abdulaziz'in yönetimi altında birleştirmek için Arap Yarımadası’nın dört bir yanını dolaştı. Ardından Kral Abdulaziz, Necd ve Hicaz Sultanı, 23 Eylül 1932'de de (Suudi Arabistan Ulusal Günü) Suudi Arabistan Kralı ilan edildi.
Üç Suudi devleti, tek bir yönetim altında toplanması imkansız değilse de zor, parçalanmış ve birbiriyle savaşan bir çevrede Allah’ın şeriatını uygulayan sivil devletler olarak kuruldular. Bugün Prens Muhammed bin Suud'un ilk Suudi devletini kurduğu gün olan 22 Şubat’ı her yıl kutlanacak bir yıldönümü, anılacak bir ‘Kuruluş Günü’ belirleyerek devletin tarihini canlandıran Suudi Arabistan yönetimi çok iyi yaptı.
Suudi Arabistan, tarihi zenginlikler açısından zengin, hem de halkının hayal ettiğinden çok daha zengin bir ülkedir. Arkeolojik hazinelerin, binlerce yıllık antik krallıkların, taşıdığı tarihi anlatan Suudi Arabistan topraklarının, tüm sosyal, politik ve kültürel tezahürleriyle insanlık tarihini yaşayan geçmiş zamanların eserlerini çocuklarının ve dünyanın önüne serecek bir sese ihtiyacı vardı.
Suûdi Arabistan’ı kuran bilge İmam Muhammed bin Suûd
Arabistan Yarımadası tarihindeki büyük dönüşümün ve güçlü bir devletin doğuşuna yol açan ilk birliğin gerçekleşmesinin sırrı, benimsenen şu birkaç ilkede saklıdır: Siyasi istikrarı gerçekleştirme, meşru yönetime karşı ayaklanmama, hükümdarın orduyu yönetmesi, bölgeleri aşamalı olarak birleştirmeye başlama, kendisi için sıkıntılı bir zamanda düşmanlarının birleşmesini önleme çabası, siyasi veya askeri bir karar almadan önce kanaat önderleriyle istişare etme, adaleti sağlamak adına devlet için bir yönetim biçimi belirleme ve sistemi uygulama, herhangi bir dış saldırıya karşı koruma sağlayarak ülkeyi korunaklı hale getirme, düzeni sağlamak ve tebaanın haklarına yönelik tecavüzü ve zulmü önlemek adına yönetim için yasalar ve ilkeler belirleme, belirgin bir ekonomik sistem benimseme, bilim ve eğitimi geniş çapta yayma.
İlk Suûdi devletinin kurucusu İmam Muhammed bin Suûd’un hikayesi, ismi tarihe altın harflerle yazılan büyüklerin trajedilerine benziyor. O bir kahraman, devrimci, mağrur bir atlı, adil bir hükümdar, deneyimli bir politikacı ve yönetici olmak için doğmuş bir adam. Adamlarından oluşan bir toplulukla birlikte suikast ve tasfiye komplosundan sağ çıktıktan sonra Arap Yarımadasının ortasındaki memleketi Diriye’de güçlü ve dayanıklı bir merkezî devlet kurarak orada güvenlik ve emniyet tesis etti, adalet ve eşitliği sağladı ve orayı, camilerin ve okulların ilim talebesiyle dolup taştığı bir kültür minaresi haline getirdi. Dahası, Diriye’den doğan ve başkent haline gelen genç devletini savunmak için efsane niteliğinde dikkat çekici bir kahramanlık destanı yazdı. Oluşumlar, krallıklar, imparatorluklar ve kutuplar bu aşamayı tehdit olarak algıladı ve yeni devletin yolları, söz konusu devletlerin siyasi, ekonomik vd. çıkarlarıyla kesişti. Oğulları ve torunları, babalarının bu büyük varlığı ve devletin üzerine kurulduğu direkleri koruma konusunda yazdıklarını takip etti. Gelgelelim dönemin sömürgeci işgalcileri, bu yeni doğan güçlü devlete saldırıp onu işgal etti; şiddetli çatışmalar yaşandı ve yöneticiler bu uğurda canlarını verdi ve devlet iki kez düştü. İlk önce dışarıdan bir hareketle düşen devlet tekrar ayağa kalktıktan sonra ikinci kez, oğullar arasındaki bir iç çekişme ile tekrar düştü. Daha sonra Kral Abdülaziz, babalarının ve atalarının mülkünü geri almayı başararak devleti ayağa kaldırdı ve büyük bir destanla uzun bir mücadelenin ardından devleti yeniden kurdu. Bu yapı bugün, Suûdi Arabistan Krallığı adıyla biliniyor.
Diriye’den çıkan ilk Suûdi devletinin ilk zamanlarındaki yayılma haritası – Ok, yayılma yönünü, dairelerse devlete katılan bazı şehir ve köyleri gösteriyor (Şarku’l-Avsat)
Hicri 1090 yılında doğan İmam Muhammed bin Suûd bin Muhammed bin Mukrin bin Merhan bin İbrahim bin Musa bin Rebia bin Mâni el-Meridî’nin hikayesi erken yaşlarda, h. 850-1139 (MS 1446-1727) arasında hüküm süren Diriye Emirliği dönemindeki olayların gidişatına olan etkisi ve katılımıyla başladı. Şöyle ki Diriye Emirliği’nin kuruluşunda ve Necd şehirleri arasında öne çıkmasında rolü olan birkaç emir, Diriye’yi peş peşe yönetti, ancak Diriyye, İmam Muhammed bin Suûd’un hükümdarlığından önceki dönemde bazı bölünmeler ve siyasi sıkıntılara sahne oldu. İmam Muhammed de bunların uzağında kalamadı, hatta Dir’iye’de siyasi istikrarı sağlamak için meşru hükümdara destek olma siyaseti izledi ve şahsi çıkarlar peşinde veya üzerinde anlaşmaya varılan sözleşmeleri ihlal yoluyla hükümdara karşı ayaklanmayı kabul etmedi. Bu yüzden Muhammed bin Mukrin kendisine isyan edip tüm tarafları Diriye’yi yönetme politikası konusunda bir araya getiren anlaşmayı ihlal ettiğinde İmam Muhammed, Emir Zeyd bin Merhan’ın destekçilerinden biri oldu ve böylece Zeyd bin Merhan’ı öldürerek onu yenme girişimini bilfiil engelledi ve iktidarı onun lehine yeniden ele geçirdi.
Askerî açıdan da İmam Muhammed bin Suûd, Diriye’nin yiğit atlılarından biri olarak Diriye’nin savunmasına ve seferlerine katıldı. Zeyd bin Merhan ile el-Uyeyne’ye doğru yola çıkarak, Diriye ordusunun galip geldiği bir askeri operasyonda yer aldı. el-Uyeyne Emiri, görüşme ve barışçıl bir müzakere teklif edince Zeyd bin Merhan bunu kabul ederek Muhammed bin Suûd ile el-Uyeyne’ye girdi. Ancak el-Uyeyne Emiri, bu ikisine ihanet etti ve öldürülmeleri için suikast planı hazırladı. İbn Muammer, Emir Zeyd bin Merhan’ı öldürürken Muhammed bin Suûd, kurtulmayı başararak saraydaki müstahkem yerlerden birine sığınabildi. El-Uyeyne Emiri’nin halası Cevhere binti Abdullah bin Muammer ona eman verince inmeyi kabul etti ve Diriye’ye döndü. Muhammed bin Suûd burada iktidarı devraldı ve böylece ilk Suûdi devletini kurdu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde Diriye, her düzeyde istikrar ve refaha tanık oldu. Daha sonra gitgide gücünü artırarak kendi imkânlarına ve yetkin iktidar siyasetine dayalı bir şehir devleti olarak temayüz etti. Ve nihayet, Arap Yarımadasının büyük bir bölümünü içine alacak bir devletin kurulması için en münasip şehir halini aldı. Bu aşamaya gelirken de İmam Muhammed bin Suûd’un şehir devletinden kapsamlı bir devlete dönüşüm vizyonu ve tüm Arap Yarımadasını birleştirme çabası ateşleyici oldu.
İmam, Arap Yarımadasının kalbi mesabesindeki Necd’de birlik projesi başlattı, Yarımada o dönemde aynı şehrin insanları arasındaki siyasi bölünmeler ve büyük çözülmelerle boğuşuyordu ve bu durum, birliği gerçekleştirmeyi, birleştirme ameliyesinin en zorlu aşamalarından biri haline getirerek uzun bir zaman aldı.
İmam Muhammed bin Suûd, devletin askerî işleriyle ilgileniyor ve denetliyordu. Birliğin gerçekleşmesindeki önemini göz önünde bulundurarak, askerleri eğitip silahlandırmak suretiyle güçlü bir ordu kurmak istedi. Orduya verdiği büyük manevi destekten ötürü bazı muharebelere bizzat kumandanlık etti, kendisi olmadığında da yerine oğlu Abdülaziz’i geçirdi.
İmam, başkenti Diriye’den, toplumun farklı tayflarını etkileyerek birlik fikrine ikna etti ve bu da onları, bunun gerçekleşmesi uğrunda ortak ve omuz omuza çalışmaya sevk etti. İmam Muhammed bin Suûd, Diriye’den kendisine bağlı ülke ve kabilelere birleştirme harekâtına katılmaları için davet gönderiyor, onlar da kararlaştırılan zamanda savaş meydanına atlı ve askerlerden oluşan bir topluluk gönderiyordu.
İmam Muhammed bin Suûd’un rüyasını gerçekleştirmenin bedeli hafif değildi. Kuruluş aşaması, her devletin tarihinde en zorlu aşamadır, özellikle de Arap Yarımadasının o dönemdeki haline bakıldığında. Nitekim bazı ülkeler, şahsi çıkarları ile birlik projesi arasında daimî bir tereddüt içindeydi. Bu, devletin güvenliği sağlamak için girmeye devam ettiği savaşlarda kaynaklarının ve çabasının çoğunu tüketen bir etken oldu. İki oğlu Faysal ve Suûd bu sürece kurban gitse de İmam Muhammed bin Suûd, birliği gerçekleştirme ve bölgeyi kalkındırma konusundaki kararlılığını bozmadı.
Necd’in birleştirilmesi 40 yıl alarak İmam Abdülaziz devrine kadar sürdü. Diriye’nin şanının artması ve el-Uyeyne, Huraymila ve Menfuha gibi Necd ahalisi arasında ilkeleri, fikirleri ve vizyonunun revaç bulmasının ardından birkaç ülke erkenden ve barışçıl bir şekilde İmam Muhammed bin Suûd’a biat etse de Necd’in bazı bölgelerinde güçlü bir muhalefet varlığını sürdürüyordu. Bunlardan en önemlisi de Dir’iye’nin 27 yıl boyunca çatışma yaşadığı Emir Deham bin Devas liderliğindeki Riyad kasabasıydı. İmam Abdülaziz nihayet h. 1187 (MS 1773) yılında bu kasabayı da birliğe dahil edebildi.
Birleştirme operasyonları ilk etapta Necd’in birliğine odaklansa da artan gücü ve nüfuzu sebebiyle komşu bölgelerden düşmanlar, Diriye’ye karşı birlik oldu. H. 1172 yılında el-Ahsa hükümdarı, Necd’in bazı bölgelerinin de desteğiyle Diriye’ye karşı büyük bir sefer başlattı, ancak İmam Muhammed bin Suûd’un iyi idaresi ve Diriye’nin koruma gücü sayesinde bu akın, hedefine ulaşamadan geri döndü.
İmam Muhammed bin Suûd’un idareciliği, sıkıntılı bir zamanda düşmanlarının kendisine karşı birlik olmasını engellemesinde tezahür ediyor. Diriye’nin birtakım zorluklarla boğuştuğu bir zamanda Necran hükümdarıyla müzakere ederek Diriye’de esir olan bazı bağlılarını ona teslim etti, bunun karşılığında da onun, el-Ahsa ve Riyad hükümdarı ile Dir’iye’ye karşı kurdukları ittifakını önledi. Böylece diplomatik çözüm, devleti o dönemde eşitsiz olacak bir savaştan kurtarmış oldu.
Bu noktada şunu da muhakkak kaydedelim ki İmam Muhammed bin Suûd iktidarda siyasi sistemin temellerini, şura ilkesinin, temel direklerden biri olarak kabul edildiği İslami nizama uygun şekilde attı. Nitekim siyasi ve askerî kararlar almadan önce aile içindeki ve dışındaki kanaat önderleri ve alimlerle istişare ediyordu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde kuruluş aşaması sadece askerî harekâta bağlı kılınmamış, devletin inşasındaki önemine binaen medeniyet alanındaki faaliyetler askerî faaliyetlerle uygun adım ilerlemişti. Yeni devletin kuruluşunun en önemli esaslarından biri, kamusal ve özel işleri düzenleyen nizamname ve kanunların çıkarılmasıdır. İmam Muhammed bin Suûd da devletin nizamını, İslam şeriatı ile soylu Arap ahlakına dayalı olarak kurdu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde güvenlik alanında meydana gelen büyük değişime bakınca, sistem uygulamasının ne kadar tavizsiz ve adil olduğunu anlarız. Yargı sisteminin nizamname çıkarma ve onu uygulamadaki başarısının bir sonucu olarak rejim, toplumun bireylerini suç işlemekten caydıran bir unsur haline gelmişti. Devlet, kasabalara ve kabilelere yönelik saldırı ve yağmaları önleyenleri ödüllendiriyor, bunu önlemek elindeyken önlemeyenleri de cezalandırıyordu. Kadılar, bilgi ve deneyimlerine göre atanıyor ve çekişmeli taraflardan para almalarını engellemek adına beytülmalden, yani devlet hazinesinden kendilerine maaş tahsis ediliyordu. Daha önce yaygın olduğu halinde kadı, sistemi uygulayabilmesi için yürütme erki tarafından destekleniyordu.
İmam Muhammed bin Suûd güvenliğin önemini de göz ardı etmeyerek kasabaları tahkim edip güvence altına alma istedi. Bunun için korunaklı yerlere kaleler inşa ediyor ve buraları, “emin” adı verilen ve kendilerine erzak ve cephane temin edilen askerlerle donatıyor, böylece kasaba herhangi bir dış saldırıya karşı korumaya alınıyordu.
İmam Muhammed bin Suûd, tüm devlet işlerinin genel denetimini üzerine aldı. İstikrarın sürdüğünden ve tebaaya, haklarına tecavüz edilmeden yönetim için konan ilke ve kanunlara uygun olarak adil muamele yapıldığından emin olmak için Dir’iye’ye bağlı kasaba emirleri ile sürekli temas halindeydi.
İmam Muhammed bin Suûd, ekonomik sistemi de İslam şeriatını esas alarak kurdu. Nitekim paralar, şeriatın belirlediği kaynaklara göre beytülmalde toplanıp sayılır, sonra da hak sahiplerine dağıtılırdı. İmam Muhammed, kasaba yöneticileri tarafından halkına rastgele dayatılan vergileri de iptal etti ve bölge, onun döneminde ekonomik bakımdan büyüme ve gelişmeye tanıklık etti.
İmam Muhammed bin Suûd’un ilgisinden en büyük pay ilme ve alimlere düştü. İmam, ilmin, bölgenin vaziyetini büyük ölçüde değiştirebileceğine inanmıştı. Dir’iye onun döneminde, özel olarak Necd ve genel olarak Arap Yarımadasındaki ilim hayatının aktif bir merkezi haline geldi. Tüm kasabalardan alimler ve ilim talipleri buraya geliyordu. Bu yüzden Dir’iye, h. 1157 (MS 1745) yılında el-Uyeyne’den ayrılan Şeyh Muhammed bin Abdülvehhab için de en uygun seçenek oldu.
İmam Muhammed bin Suûd ilim talebesini koruyup gözetme, haklarını muhafaza etme ve yeni ilmi kalkınmaya muhalefet edenlere karşı onları savunma sorumluluğunu üstlendi. Birliği barışçıl yollarla gerçekleştirme girişimiyle de komşu ülkeler ve bölgelere ilmi heyetler ve mektuplar gönderiyordu. Bu doğrultuda, bakış açılarını yaklaştırma ve anlaşmazlığı çözme çabası göstererek, Suûdilerin hac engeline de Mekke’ye ilmi bir heyet göndererek karşılık verdi.
Arap Yarımadası tarihindeki bu büyük dönüşüm, Kurucu İmam Muhammed bin Suûd sayesindedir. İmam, devleti kurmak ve direklerini sabitlemek için kırk yıl harcadıktan sonra h. 1179 (MS 1765) yılında vefat edince ilk Suûdi devleti hükümdarı olarak yerine, kurucu babasının yönetim tarzını ve yaklaşımını benimseyen oğlu Abdülaziz bin Muhammed geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder