Burada Necati ÇAVDAR'ın Şiirlerini, Yazılarını Röportajlarını ve Fotoğraftan yansıyanları Kısaca; Necati ÇAVDAR'ı bulacaksınız ... NOT: Devamı www.codaroglu.blogspot.com Necati ÇAVDAR 'IN Obası: 2 de
28 Ekim, 2005
EMİN ŞİRİN NEREYE KOŞUYOR
Necati Çavdar’la ufuk turu:
EMİN ŞİRİN NEREYE KOŞUYOR?
Emin Şirin, AK partide lidere yakın ve onun ekibinden biliniyordu.Bir çok milletvekilinin parlamentoya girmesine destek oluğu hala söyleniyor.
Ancak kısa süre sonra AK Parti’den daha doğrusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan koptu.Bu arada hükümete yakın olduğu iddia edilen eski eşi ünlü gazeteci Nazlı Ilıcak’tan da ayrıldı.Besim Tibuk’tan boşlan Liberal Demokrat Parti Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu. Oradan da istifa etti. Parlamentoda denetim konusunda en önde gelen biri ve İstanbul bağımsız milletvekili olarak görevini sürdürüyor.
Bazı partilere gideceği konusunda çeşitli spekülasyon yapılan Emin Şirin’e Anayurt (www.anayurtgazetesi.com)sordu İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin tüm içtenliği ile cevapladı
.............
SPOTLAR:
· Türkiye’de; Başbakanlık, ÖRTÜLÜ BAŞKANLIK sistemi var... Türkiye’de dejenere bir başkanlık sistemi, denetimsiz bir başkanlık sistemi söz konusu.
· Ak parti; yolsuzluğu, yoksulluğu bitirmek. Hasiyetli bir dış politika yürütmek ve parti içi demokrasi sözü verdi.Sözünde durmadı. Bu prensipleri savunan benim, yoldan çıkan, raydan çıkan, Pamukova’daki gibi hızlandırılmış bir şekilde raydan çıkan Recep Tayyip Erdoğan’dır
· 1991 den 2005’e kadar kurulan hükümetlerin toplamına baktığımız zaman en başarılı hükümet olarak REFAH -YOL hükümetini görürüm
· Geldiklerinden beri Türkiye’nin 92 milyar dolar borcu artı. Tayyip Erdoğan’ın efeliği zavallı müstahsili ve emeklileri azarlamaya tutuyor. IMFnin önüne gelince el pençe divan duruyor, hiç çıtı çıkmıyor.
· Geldiler bir takım aracılar etkisiyle yaptıkları pazarlıkla bazı mukaveleleri iptal ediyoruz diye göz boyayaraktan Türkiye’yi o günkü petrol fiyatlarından altı milyar dolar civarında zarara sokacak işlem yaptılar.
· Bazıları hukuk devleti varken, “aman askere dokunmayalım” diye sahte bir demokratlığa girerlerse hukuk devleti ve demokrasi oturmaz. Hukuk devleti ve demokrasi her alanda işlemesi lazım.
· AB anayasası bizim anayasamızın belirli öğelerini ortadan kaldıracak.. Ben eminim ki; Milli Güvenlik Kurulu’nun parçası olan Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı da okumadı. O kadar iddialı konuşuyorum. (AB anayasasını ) Okumadılar...
· Devlet kavramı, devlet ahlakı ve hukuka saygınlık Necmettin Erbakan’da daha yüksek.Milliyetçi duygular, milli duygular.Necmettin Erbakan’da çok daha yüksek. Necmettin Erbakan’ın üstünlükleri bunlar. Tayyip Erdoğan’ın üstünlüğü ise; geniş kitlelerle , halkla münasebetlerde siyasi pazarlama açısından çok ustaca ilişkiler kurabilmesi ve müthiş bir karizma ile ve iyi bir halkla ilişkiler uzmanı olması.. Bu konularda çok üstün.
· Bütçe konuşmasında Deniz Baykal, mükemmel bir konuşma yaptı .Ama geçen sene Kemal Derviş konuştu.. Şimdi.. Hangisi halk partisi? Eğer Kemal Derviş konuşuyorsa, benim o halk partisinde hiçbir işim olamaz. Bu günkü Deniz Baykal’ı konuşuyorsak; tenkitleri çok güzel ama teklifli ne onu bilmiyorum
· CHP’nin militan laikliğine karşıyım.
· Tayyip beyin karşısına çıkacak lider en fazla 45 yaşlarında biri olmalı
· 27 Mayıs,12Mart 12 Eylül ve 28 şubat Türk demokrasi tarihinin kara günleridir.Ve bu gün şikayet ettiğimiz durumlar ortaya çıkıyorsa, dışardan askeri ve sivil bürokrasinin , İstanbul’daki patronların el ele vererek hazırladıkları sonrada alkışladıkları bu askeri müdahaleler yüzünden olmuştur Askeri müdahalelere, partilere dışardan müdahalelere karşıyım.
· Benim çalışma süratime Başbakan filan yetişemez.
· Nazlı hanım fevkalade çalışkan bir insandır.Objektif araştırmacı olarak davrandığı zaman , münakaşasız Türkiyenin en iyi gazetecilerinden, en iyi aydınlarından biridir.İşin içine his karıştırdığı zaman aynı sonuca vardığı kanaatinde değilim.
· Ben 3 Kasım önceki Tayyip Erdoğan’ın mazlum durumda olmasına destek çıkarken gözerinin içinin samimi bakmasını seviyordum.Çünkü samimi bakarak, IMF yanlıştır.Hasiyetli bir dış politika lazımdır.Yolsuzluklarla hakikaten mücadele etmek gerekir diyen gözünün içi samimi bakan bir Tayyip Erdoğan vardı. Ben bu fikirleri sevdim. Tayyip Erdoıoğan’ı sevmedim.
· Şimdi Tayyip Erdoğan yine gözeri sempatik bakıyor, çok karizmatik.Ama fikirler aynı fikirler değil. Ben fikirler nerdeyse ordayım bir santim oynamadım.
· Tayyip Erdoğan, AB Anayasası’nı imza ederken içini okumadı bile..Bir anayasa hazırlanıyor siz imza atıyorsunuz.Bu neye benzer biliyor musunuz? Sevr Anlaşmasına.
· Türkiye dış politikasını tamamen özgün olarak kendisi hazırlaması gerekir. Bu etkin ve özgün politika istiyor. Biz, bu gün esiriz.
· Ecevit delirdi mi?.. Ecevit’i anlamama imkan yok.
· İsrail elçiliğinde bana hediye geldi.İsrail Elçiliği ile konuştum, Meclise yazı yazmış.Hata varsa özür dileriz diliyorlar...
· Mclisin Denetim mekanizması iyi çalşmıyor, sonuç alınmıyor.. Bülent Arınç,bu konuya en büyük hassasiyeti göstermesi gereken şahıs iken en az hassasiyeti o gösteriyor.Ve bu konuda benim şahsen en rahatsız olduğum, tatmin olmadığım kişi Bülent Arınç’ın makamı.
· Daha seçimlerden hemen sonra hükümet kurulurken güya İçtüzük değişecekti.TBMM’de Komisyonlar daha fazla çalışacaktı. Milletvekilleri daha fazla katkı yapacaktı.Denetim mekanizması daha fazla işleyecekti.İ ktidara geldiler. Bütün sözleri unuttular.
· Kanun devleti olmak hukuk devleti olmayı sağlamıyor.Türkiye’de, Fırat nehrinden geçecek eşeklerden alınacak ücreti tespit etme kanunu var.
· Dışarı kaçanların ölüsünü dirisini getirtiriz sözü nasıl bir söz? Adalet Bakanı kaçanları öldürtecek mi? Böyle bir sözü söyleyen bakan, hukuk devletinde derhal istifa ettirilir.
· Anayurt, güzel gazete.
.....................00000000000000000.................
- Siz milletvekili seçilmeden öncede ülke sorunları ile ilgileniyor, kimi meselleri sık sık parlamento gündemine getirilmesi için milletvekilleri ile dirsek temasında idiniz. Bu anlamda onlara lojistik destek sağladığınızı yakından biliyorum. Şimdi parlamentersiniz.Parlamento dışında iken ne umuyordunuz, ne buldunuz?
- Beklediğimi buldum ama görmek istediğimi bulamadım.Yani benim için sürpriz değil.Çünkü parlamentonun çalışması hakkında benim açımdan bir sürpriz yok.parlamentonun böyle çalıştığını biliyordum.Görmek istediğim bu değildi.
İki sebepten bu değildi.
Birincisi: Ben AK partinin milletvekili olarak parlamentoya girdim.Ak Parti’nin verdiği sözlerle parlamentoyu çalıştırmak istediği tarz, şu andaki tarz değildir.Yani sözle fiiliyat birbirine tutmadı.
İkincisi: Parlamentonun yüzde yetmişinin yenilendiği bir dönemde yasama faaliyetlerine parlamento üyelerinin katkılarının, gerekse denetleme faaliyetinin sıhhatinin daha iyi olmasını bekliyordum.Olmadı.
Bu parlamento çok kanun çıkardı ama, bunlar hükümetin kanunları parlamentonun değil.Bu parlamentonun ağırlık koyduğu zaman; “bir Mart teskeresi”dir. Burada parlamentonun hür iradesi yansımıştır.Onun haricindeki parlamento karaları %90 mertebesinin üstünde hükümetin kararlarıdır.
-Sizce meclisten çıkan kararlara, genelde hükümetin istediğinin hakim olmasının sebebi nedir?
-Bu durumun sebebi Türkiye’nin sistemidir
TÜRKİYEDE BAŞBKANLIK, ÖRTÜLÜ BAŞKANLIK SİSTEMİ VAR
-Yani sadece bu hükümetin problemi, bakışı değildir?
-Hayır. Bu hükümetin bakışı değil... Bu hükümetin kabahati şudur.Bu hükümet, bunları değiştireceğiz sözü ile geldi değiştirmedi.Onun için kabahatli. Ancak, Bu hadise tamamen Türkiye’deki sistemin sonucu. Yani sisteme, parlamenter sistem demekle beraber bu sistem esasında başbakanlık sistemidir. Türkiye’de Başbakanlık sistemi var
-Buna örtülü başkanlık sistemi diyebilir miyiz?
Diyebilirsiniz.tabii. Başbakanlık sistemine örtülü başkanlık sistemi diyebiliriz..
-Bu noktaya gelmişken sormak istiyorum.Bu günlerde başkanlık sistemi tartışılıyor.Siz başkanlık sistemine karşı mısınız?
- Değilim.
-Şu anda örtülü bir başkanlık sistemi varsa , adı da konması daha iyi değil mi?
-Başkanlık sistemine doğru dürüst geçmek gerek. Adı konmamış başkanlık sistemi derken, dejenere bir başkanlık sistemi, denetimsiz bir başkanlık sistemi söz konusu. Çok özetle anlatayım: Yasama organının içinden yürütme organı çıkınca hükümet aynı zamanda parlamento çoğunluğuna sahip olduğu için parlamento denetleme görevini yapamıyor.
-Denetim noksanlığı söz konusu?
-Denetim imkanı yok, olmaz. Öyle oluyor zaten. Dolayısıyla adı başkanlık sistemi olarak konurken Başka bir şeyin daha yapılması gerekir. Kuvvetler ayrılığının tam olarak oturması gerekir. Yani yürütme, yasama ve denetim ve yargının bir birinden tamamen ayrılması gerekir. Denetim organı olarak ortaya konacak olan meclis seçim sistemi itibari ile yürütmeden tam olarak ayrılırsa; o zaman başbakana , cumhurbaşkanına tabi olmayacağından hem yasa işini hem denetim işini daha özgür yapar.
-Siz başkanla parlamenterlerin ayrı seçimini mi kast ediyorsunuz?
-Ben başkanla parlamenterlerin kesin olarak ayrı seçilmesini kast ediyorum.Benim için başkan, halk tarafından seçilmeli, yürütme organın başı olmalı.İki turu seçimle gelmeli. Birinci turda en fazla oy alan iki kişi ikinci turda yarışmalı.Böyle seçilen başkan geldiği zaman yürütme organını başı olmalı ve hem halka hem parlamentoya hesap verebilmeli.Özeti bu. Buna mukabil parlamento en fazla yüzde üç barajla seçilmeli.İstikrar unsuru başkana geçmiş olduğundan temsilde adalet sağlanmalı, istikrarlı bir şekilde yürüyecek ve aynı zamanda denetim görevini de başkandan bağımsız olduğu için layıkı ile yapacak bir organ olması gerekir.
-Bu konuda şöyle bir düşünce var:O tür bir sistemde başkanın görevlerini parlamento tıkayabilir, başkanın istediği yasaları parlamento geçirmez gibi endişeler ileri sürülüyor.Bu tür endişeleri giderecek pratik çözüm sizce nelerdir?
-Bunun iki çözümü var.
-Türkiye milletvekilliği gibi bir şey mi?
-Hayır hayır. Öyle saçma sapan bir şey olamaz.Türkiye milletvekilliği düşüncesi saçma sapan bir şey. Pratik çarelerini söylüyorum.Ya padişahlığa geçeceğiz.Ya demokrasiyi içimize sindireceğiz.İkisi bir olmaz.sadece istikrar istiyorsanız padişahlığa geçeceksiniz, bitecek iş.
-Siz parlamentoya Ak Parti milletvekili olarak geldiniz.Düşünceniz, AK Parti’nin vizyonu misyonu ne idi ve ayrılmanızın gerekçesi ne idi? Birlikte geldiniz, neden ayrıldınız?
-Beraber geldik de onların yolu kaydı.Bu gün Ak parti, kurulan Ak parti değil. Ak parti meydanlarda ne söz verdi?
Ak partinin verdiği sözler: Yolsuzluğu, yoksulluğu bitirmek. Hasiyetli bir dış politika yürütmek ve parti içi demokrasidir.
Bu dört konuda söz vermiştir. AK Parti bu konuların hiç birinde sözünü tutmadı.Tutmadığı için bir müddet parti içinde mücadele ettim.Sonra partiden ayrıldım Mücadeleye devam ediyorum. Bu prensipleri savunan benim yoldan çıkan, raydan çıkan, Pamuk ovadaki gibi hızlandırılmış bir şekilde raydan çıkan Recep Tayyip Erdoğan’dır.
-Siz hükümetin yolsuzlukla mücadele sözünde durmadığını söylüyorsunuz.Ancak eski başbakanlar, bakanlar bu hükümet döneminde yolsuzluk yaptı iddiasıyla Yüce Divan önüne getirilmedi mi, bu konuda Hükümete haksızlık etmiyor musunuz?
-Hayır. Hükümet, halka ve verdiği sözleri tutmadı.Halka haksızlık ediyor. Bu gün Yüce Divan’a yollanan insanlar 3 Kasım seçimlerinden evvel bilinen hadiselerle ilgili yollanmıştır. Bu hükümetin kurduğu yolsuzluk komisyonu Bir senelik çalışmadan sonra komisyon başkanının kendi ağzından, Azmi Ateş’in ağzından ‘’işlerin %50sine bile bakamadık’’ beyanını vermiştir. Artı bu %50 sine bakılanlardan komisyon raporunda söylenenlerin %10 bile yapılmamıştır. Bu konudaki çalışmaları sıfıra yakın buluyorum.
Ortaya çıkan Star hadisesi, Uzanlar meselesi de tamamen tesadüfen Çukurova, Kepez’e el konduktan sonra tesadüfen ortaya çıkan bir kazadır.
-Bu konuda Hükümetin bir katkısı yoktur mu diyorsunuz?
-Efendim.Abdullah Gül’ün kendisi bizzat, “ biz 600 milyon zannediyorduk, 6 katrilyon olduğunu bilseydik el koymazdık” demedi mi? Başka ne delili istiyorsunuz... Yoksullukla mücadelede bir adım yol gidildi mi?..
-Fakirlere kömür yardımı yapılıyor, öğrencilere kitap dağıtılıyor.Fak-fuk fonu çalıştırılıyor.. Bunlar dışında farklı ne yapabilirdi?
-İşsizliği azaltacak tetbirler alırdı.
-Mesela ne gibi?
- Bu anlatılanlar popülist politikalardır...Bunlar üretime dayanmayan , Devlet kesesinden dağıtılan ulufe dağıtmaktır. Fakirin çocuğuna da kitap veriyor, zengin çocuğuna da kitap veriyor.Bunlar, bu kaynağı nerden buluyor?
-Demek ki kaynağı temin etti?
-Nerden temin etti? Gökten filan mı yağıyor? Bu dağıtılan şeylerin karşılığını nerden veriyor?..Vergilerden, bütçeden veriyor. Borçlanarak çıkarıyor.Onun için bunları realist olarak görmek lazım. ... Bunlar yapılması gereken işlerdir.Ancak bu yapılanlar üretime dayanan, Türkiye’nin üretiminin artmasına dayanan hadiseler değildir.
-Bu konuda ne yapılabilir?
-İşsizliği azaltmak için IMF ile doğru dürüst pazarlık etmek gerekir. Geldiklerinden beri Türkiye’nin 92 milyar dolar borcu artı. Geldiklerinden beri ödenen faiz azalmadı arttı.Vergilerin tamamı nerdeyse faize gidiyor.Hani öteleyecekti? Tayyip Erdoğan’ın efeliği zavallı müstahsili ve emeklileri azarlamaya tutuyor.IMFnin önüne gelince el pençe divan duruyor böyle hiç çıtı çıkmıyor.
-Seçimlerde ne söz vermiştiniz?
-Seçimlerde IMF ile mücadele edeceğiz, bu faizleri indireceğiz,bu faizlerin asgari yarısı yatırımlara gidecek sözü vermişti.
-Faizler indi?
-Nereye indi?.. Reel faizlerde bir kuruşluk iniş var mı?..
-Borçların rahatça çevrilmesini neye bağlıyorsunuz?
-Sıcak para... Sıcak para ve döviz olmasa bu ülke battı. Para dışardan geliyor. Enflasyon %10lar civarında deniyor.
Faiz kaç?
Faiz, %22. Reel faiz ne oluyor o zaman, %12 oluyor.Eskiden enflasyon %80 iken faiz %90 idi.Burada da reel faiz %10 demek. Şimdi daha kötü oldu.Eskiden reel faiz, toplam faizin %10’u kadardı.
Şimdi reel faiz, enflasyonun yüzde yüz yirmisi kadar. Şu anda döviz ucuz tutuldukça ve sıcak para Amerika’dan pompalandığı mürtetçe borçlar gayet rahatlıkla çevrilebilir. Faizle rantiyenin cebine giren.Halka inmiyor.devletin borçlarını çevirmesi için rantiyeye verdiği yüksek faizin halka yansıması sıfırdır.
-Faizden vatandaş istifade etmediğe göre kim istifade ediyor?
-Vatandaş etmiyor. Hala rantiye ve yurt dışı istifade ediyor.
- Değişen hiçbir şey yok mu?
- Hayır değişen hiçbir şey yok.Değişen şu var: Ben bu hükümet için çok basit bir formül veriyorum. 1991 den 2005’e kadar kurulan hükümetlerin toplamına baktığımız zaman en başarılı hükümet olarak REFAH -YOL hükümetini görürüm. En başarılı hükümet, Necmettin Erbakan’ın Başbakanlık yaptığı REFAH YOL hükümetidir.
- REFAH-YOL’dan sonraki bütün hükümetlere bakarsak; Mesut Yılmaz, Ecevit hükümetlerinden Tayyip Erdoğan Hükümeti daha iyidir.Ama sıfırdan iyi olmak çok zor bir iş değil.Mesele birindeki milletvekili sayısı ve halkın teveccühüne göre olması gerekenin üçte biri, dörtte biridir.
- Hükümet yolsuzlukla mücadele ediyorum diyor.Ancak siz diyorsunuz ki Mavi Akımda bu hükümet yolsuzluk yapıyor?
-Aynen öyle.
Bu nasıl bir şey?
-Onu bana sormayacaksınız.Gidip Tayyip Erdoğan’a soracaksınız.
-Ben gazeteciyim...Ama yolsuzluk yapıyor diye iddia eden sizsiniz.
-Söyleyeyim... İddia eden benim. Ama ben, belgelerle koyuyorum ortaya. Kendisi.. Nazlı Ilıcak daha geçen ne yazdı? Hilmi Güler kendisi demiş ki “Mavi Akım’da gazın birim fiyatı 109 dolardan 123 dolara çıktı” demiş. Bende bir şey iddia ediyorum.Geldiler bir takım aracılar etkisiyle yaptıkları pazarlıkla bazı mukaveleleri iptal ediyoruz diye göz boyayaraktan Türkiye’yi o günkü petrol fiyatlarından altı milyar dolar civarında zarara sokacak işlem yaptılar.
-Ben sizin Başbakan’a yazdığınız ve Mavi Akım’da Başbakanı’ da Yüce Divan’a götürecek şeklindeki uyarı ve iddialarınızı okudum. Oradan anladığım kadarı ile Türkiye, gaz alımında toplamda indirim yapmış karşılığında birim feiyatını artırmış.
-Evet.
- Bir taraftan baktığımızda ülkeni faydasına diğer yönden zararına görülüyor.
- Faydasına olan ünite üç, zararına olan ünite on. Bunun terazisi ne?.. Eksi yedidir. E.... Genel olarak hikaye ile bu iş yürümez ki..Bu matematik meselesi..Yaptıkları işlemin içinde faydası olan işle zararı olan işi karşılaştırdığınız zaman zarar altı milyar dolar çıkıyor.
- Bir gazeteci arkadaş yazdığı yazıda size hitaben;”AB’ye muhalif olmak elbette bir düşünce yansımasıdır; ancak Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’na mektup yazmak, ara rejimlere zemin hazırlamak isteyen bir falanca, falanca kişilerin (Coşkun Kırca, Mümtaz Soysal, Vural Savaş, Yekta Güngör Özden) rolüne soyunmak değilse, nedir?” diye soruyor.
- Hangi gazeteci...
- Sizde diyorsunuz ki..
- Bir dakika hangi gazeteci.
- Gazetecinin adı önemli değil,soru önemli.
- Senin fikrin mi, onun fikrimi.
- -Benim fikrim değil ama soru önemli.
- Senin fikrin değilse sorma.Kendi fikrini sor.Onun fikirlerini bana sorma..
- Hayır.. Bir şey soracağım.
- Sen sor.O, benden randevu bile alamaz..
- O yazılanlara rağmen ben iliyorum ki, siz Genel kurmay Başkanlığına ve askeri mahkemeye yazı yazarak bir eski komutan hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz.
- İşin başında duralım.Senin fikirlerinse sor. Başkasının fikri ise o, .... benden randevu bile alalamaz. Bunu yazabilirsiniz: O paçavra benden randevu bile alamaz.
- Ben sorumu soruyorum.Siz Genelkurmay Başkanlığı’na ve askeri mahkemeye suç duyurusunda bulunuyorsunuz.
- -Bulundum... Tabii...
- Parlamenter sıfatınızla ve demokratlık adına mı yapıyorsunuz.Bu başvuruda kastınız nedir?
- Hangi konuda ? ...
- Genelkurmay’a mektup yazıyor, askeri savcılığa başvuruyorsunuz.Konu nedir?
ANAYASA İHLALİ:
-İki konu bir birinden ayrı.Askeri mahkemeye başvurmamın sebebi emekli korgeneralin bir tanesi çıktı dedi ki: “28 Şubatta tankları ben yürüttüm.Çünkü postmodem bir darbe yapılması lazımdı. Bizde bu postmodem darbeyi yaptık” dedi .Bu davranış Anayasayı ihlaldir.Bir korgeneral çıkıp kendi ağzından “postmodem darbe yaptım, bunun parçası oldum” diyor ise hukuk devleti bunun hesabını sormak mecburiyetindedir.
Bazıları hukuk devleti varken, “aman askere dokunmayalım” diye sahte bir demokratlığa girerlerse hukuk devleti ve demokrasi oturmaz. Hukuk devleti ve demokrasi her alanda işlemesi lazım.
Dolayısıyla ben bunu bildirdim.Bu işin birinci parçası. İkinci parçası o kendini gazeteci zanneden, paralı paçavranın anlamadığı konu...Onunda sebebini sana söyleyeyim.O, bir İnternet sitesinde çalışıyormuş. Ben o yazıyı okumadım.O İnternet sitesinin sahibi Fethullah Gülen cemaatine kendini beğendirmeye çalışan bir da.... O, dan....Satar gazetesinde çalışıyor.Star gazetesinin başına da Fethullah Gülen Cemaatinden adamlar geldi.Onlara yaranmak için o yazıyı yazıyor.
-Star, şu anda Devletin gazetesi midir?
-TMSF’nin gazetesidir. Star’ın yayın politikası da değişti tabii.
Mektup meselesine gelince bu Türkiye bir komedi halinde Anlamadıkları mesele o.
Anayasa ‘nın ikinci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçililiğine bağlı başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” diyor. Bu anayasa, gelecek olan AB anayasası bizim anayasamızın belirli öğelerini ortadan kaldıracak.Atatürk Milliyetçiliği ortadan kalkacak.Laiklik tamamen değişecek.Sosyal devlette değişecek. Anayasanın niteliklerini bu kadar önemli bir şekilde değişiyor.
Aklı sıra o gazetede yazı yazanların hiç biri okumadı.Ben eminim ki Milli Güvenlik Kurulu’nun parçası olan Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı da okumadı. O kadar iddialı konuşuyorum. (AB anayasasını ) Okumadılar...
Okudukları takdirde AB Anayasası’nın kabul edilemez olduğunu göreceklerdir.Çıksınlar desinler ki : Evet okuduk.. O anayasadaki her şeyi biz kabul ediyoruz..Ulus devletin ortadan kalkacağını, ordunun ortadan kaldırılıp paralı ordu haline geleceğini.. Bunların hepsinin kabul ettiklerini beyan etsinler.
Niçin? Ben milletvekili miyim arkadaş?
Ben milletvekili olarak Türkiye’deki kurum ve kuruluşların görüşlerini bilmek mecburiyetindeyim. Karar vermeden.. AB anayasası hakkında hanginiz Cumhurbaşkanı ne düşünüyor..Milli Güvenlik Kurulu ne düşünüyor..İktidar ne düşünüyor..Muhalefet ne düşünüyor.. Hanginiz ne biliyorsunuz? Hiç biriniz hiçbir şey bilmiyorsunuz, sıfır..bizde bilmiyoruz...Hiçbir şey bilmiyoruz. Birazdan bu gün Ertuğrul Özkök’e yazdığım mektubu da vereceğim (mektubu veriyor)..Bu adamlar aciz. Sen geç onları. Kendi sorularını sor.
-Türkiye Avrupa Birliğine girme iradesini ortaya koydu.
-Kim?
-Devlet olarak müracaat ettik. Yıllardan beri süren bir olay...
-Hükümet koydu. Meclis daha bir karar vermedi. Dikkatinizi çekerim.Avrupa Birliği meselesi sadece ve sadece hükümetlerin yürüttüğü bir politikadır.Hükümetler de MGK’dan görüş alıyorlar.
Bu konu katiyen.. TBMM’de görüşülmedi ve karar alınmadı.
-Meclise gelsin diyorsunuz.
-Nasıl gelir?.. Gelmesin mi?... Biz, tezkere konusunda bile kararı Meclis vermedi mi? Meclis’te ne yazıyor “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyor.Milleti Meclis temsil ediyor. Niçin başkanlık sistemini istiyorum.Başkanlık sistemine geçilse , başkan bu kararı verse bile Meclis, “dur bakalım , bir görüşelim” der.
-Hükümet, Meclis içinden ve onayı ile teşekkül ediyor. Dolayısıyla meşruiyeti olan bir organ. Gidip irade koyuyor. “Meclis güvenine sahip Hükümet karar verir” diye düşünemez miyiz.?
-Tabii düşünürüz.Tezkerede o zaman çıkabilirdi.Sistem ondan çalışmıyor diyorum.Bu günkü sistemin bu olduğunu anlatıyorum.Doğru.. Burada gayri meşru , gayri hukuki bir durum yok. Gayri siyasi ve gayri ahlaki bir durum var.Onu anlatıyorum.
ERBAKAN; MİLLİYETÇİ, ERDOĞAN; KARİZMATİK
-Siz AK parti ile meclise geldiniz ve ayrıldınız. Ayrılma sebebini anlattınız.
Size çeşitli teklifler geliyor mu?
-Var var.Oluyor.
-Kimler teklif etti mesela, açıkça söyleyebileceğiniz partiler var mı?
-Mevcut parlamento içinde zaten iki tane parti var.İki partiden bir tanesinden teklif geldi.Parlamento dışında da en aşağı dört tane partiden. Teklif geldi.
- Hoca’da (Erbakan) teklif etti mi?
-Etti. İlk teklif eden oydu... Saadet Partisi..
-Hoca sizin lideriniz olmadı ama Tayyip Erdoğan ile Erbakan arasında ne fark var?
-İkisi arasında mı?
-Evet ikisi arasında.
-Her konu hakkında farklı farklı bakmak lazım.. Tayyip Erdoğan...
-Özelleri değil, kamu oyunu ilgilendiren tarafları?
-Devlet kavramı, devlet ahlakı ve hukuka saygınlık Necmettin Erbakan’da daha yüksek.Milliyetçi duygular, milli duygular. Necmettin Erbakan’da çok daha yüksek. Necmettin Erbakan’ın üstünlükleri bunlar.
Tayyip Erdoğan’ın üstünlüğü ise; geniş kitlelerle , halkla münasebetlerde siyasi pazarlama açısından çok ustaca ilişkiler kurabilmesi ve müthiş bir karizma ile ve iyi bir halkla ilişkiler uzmanı olması.. Bu konularda çok üstün.
CHP’YE GEÇMEM, HANGİSİ CHP?
-CHP’ye gideceğiniz konuşuluyor, doğru mu?
-CHP’ye gitmek gibi hiçbir fikrim yok.. Niyetim de yok yani. Cumhuriyet halk partisi ile benim bazı konularda uzlaşmama imkan yok.CHP’nin bu günkü yapısını, insan hakları ve demokrasi açısından özellikle militan laiklik açısından fevkalade yetersiz buluyorum.
-Açar mısınız?
-Somut bir örnekle açayım.Basit iki konuda örek vereyim.Başörtüsü meselsi:
Ben başörtüsü konusunun, bireysel özgürlük ve haklar kapsamında başörtülü kızların üniversiteye gitmemeleri gerektiğini savunan bir partide benim olabilmeme hiç bir imkan yok.
-Yani kadınların bir kısmını bazı sebeplerle sosyal hayattan uzaklaştırılmasını..
-Kadınların sosyal hayattan uzaklaştırılmasını katiyen kabul etmiyorum.
Dindarlarla dincileri devamlı aynı kefe içinde gören bir anlayışa iştirak emme imkan yok.
Ayrıca iktisadi politikalarda da bilemiyorum. Çünkü bu sene bütçe konuşmasında Deniz Baykal, mükemmel bir konuşma yaptı .Ama geçen sene Kemal Derviş konuştu.. Şimdi.. Hangisi halk partisi?
Eğer Kemal Derviş konuşuyorsa, benim o halk partisinde hiçbir işim olamaz.
Bu günkü Deniz Baykal’ı konuşuyorsak; tenkitleri çok güzel ama teklifli ne onu bilmiyorum.Ben böyle bir partide nasıl çalışacağım? CHP ile ilgili tavrım çok açık değil mi?
DYP’ye gidip gitmem ile ilgili konuyu ben açayım.
Herkes diyor ki; merkezde sağ toplanmalı.Bunlar geçti.Merkez denilen hareket, snop kendini beğeniş bir hareket olmaması lazım. Ve çevreyi, Anadolu’yu varoşları İstanbul’u 70 milyon insanı tamamen kucaklayan bir hareket olması gerekir.Bunu anlayan insanlar bu işi toparlayabilirler.Bu gün farzımuhal benim DYP’ye gitmem başka bir sağdaki partiye gitmem söz konusu olacaksa o partinin kongre yapması, hakikaten bir plan ve program ortaya koyması ve bir ekip çalışmasını yapabileceğini ortaya koyması gerekir.
Bu teklifler var, ben hangisinin kongre yapacağını bekliyorum. Bu da açık değil mi?
-Anladığım kadarı ile lider değil ekip diyorsunuz?
-Liderde mühim, ekipte mühim.Ama benim liderlikte gözüm yok.Ben orta sağda bulunan liderler arasında bu lider iyidir bu kötüdür diye bir münakaşaya girmeyeceğim. Şahsen farzımuhal DYP lideri Mehmet Ağar’ın hak ederek geldiğini ve asgari bir genel seçim denenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben elli altı yaşındayım.bundan sonra AK Partinin başındaki karizmatik liderle başa çıkacak olan liderin Türkiye’nin %60’nı da temsil eden genç nüfusa hitap eden 45 yaşlarından daha genç bir insan olması gerektiğini düşünüyorum.Bize bu saatten sonra belki bir teknik menajerlik veya bir koçluk düşer.Bize liderlik düşmez.
-Deniyor ki bu AK parti ve lideri ile baş edemeyiz..
-Sevsinler.
-Yerleşik oligarşi denen ya da başka isim verilen bir kesim; AK Partiyi bölelim, mevcut CHP yapısı ile de olmuyor. Yeni bir oluşum oluşturalım.Ve iktidarı el değiştirelim.Emin Şirin böyle bir oluşumda yer alır mı?
-Halt etmişler diyorum. Ben Ak Partiden ayrıldıktan sonra Ak Partinin geriye alan 360 milletvekillinden bir tanesiyle konuşmuyorum. Git sor. Partileri bölmeye kalkmak, bunun için teşebbüste bulunmak siyaseten ahlaksızlıktır. 368 milletvekilinin her biri kendi iradeleri ile karar verirler veya partilerinden ayrılırlarsa o zaman müşterek zeminimiz varsa beraber hareket edip etmeyeceğimize bakarız.
Ben siyasete dışardan yapılan müdahalelerin siyaseti perişan ettiği kanaatindeyim.
27 Mayıs,12Mart 12 Eylül ve 28 şubat Türk demokrasi tarihinin kara günleridir.Ve bu gün şikayet ettiğimiz durumlar ortaya çıkıyorsa, dışardan askeri ve sivil bürokrasinin , İstanbul’daki patronların el ele vererek hazırladıkları sonrada alkışladıkları bu askeri müdahaleler yüzünden olmuştur.Askeri müdahalelere kesinlikle karşısındayım.
Bırakın onu, “28 Şubat’ı yaptım” diyen kişiyi askeri savcılığa şikayet ettim.
Türkiye’de bunu yapan başka siyasi kişi var mı?
Buna bunları yakıştırmaya kalkanılar evvela beni tanısınlar. Beni tanımak da kolay değildir?
-Kamuoyu tanısın diye soruyorum?
-Allah razı olsun Zaten sizler olmasanız hiç tanımayacaklar.Çünkü benim çalışma süratime Başbakan filan yetişemez.
-Çalışma sürati deyince, hakikaten hızınızı ve sarf ettiğiniz eforu biliyoruz.Ama çok özel bir şey ise konuşup konuşmamak size ait. Eskiden sizi kamuoyu bilmiyordu.Ben bilmiyordum.Eski eşiniz araştırmacı gazeteci idi. ünlü bir insan, eski parlamenter.Dolayısıyla onun çalışma temposundan etkilendiniz mi?
-Tabi bilinmiyordum.. Nazlı Hanım’la biz bir birimizi tanıdığımız zaman ikimizde 45’ li yaşların üzerinde insanlardık. 45’li yaşlara ulaşmış insanların her halde karakterleri ve çalışma tempoları ortaya çıkmıştır.
Size bir şey söyleyeyim..Milletvekili seçildikten sonra bizle ilk röportaj yapan Zaman gazetesi oldu. Onlara “beni çok ararsınız” demiştim.
Nazlı Hanım fevkalade çalışkan bir insandır. Objektif araştırmacı olarak davrandığı zaman , münakaşasız Türkiye’nin en iyi gazetecilerinden, en iyi aydınlarından biridir.İşin içine his karıştırdığı zaman aynı sonuca vardığı kanaatinde değilim.
-Birlikte olduğunuz ekip ya da hareket iktidar oldu.Ve siz oradan bir süre sonra koptunuz.Bunda gerçekten aklınız, bilginiz ve gördükleriniz mi daha önde yoksa hisleriniz mi? Hislerinizin rolü var mı?
-Benim hislerim fikirlere bağlıdır, insanlara bağlı değildir.Belki nazlı hanımla en büyük farkımız o.ben Necmettin Erbakan’ın şahsını sevmiyorum. Necmettin Erbakan’ın ahlakını, fikriyatını destekliyorum. Ben 3 Kasım önceki Tayyip Erdoğan’ın mazlum durumda olmasına destek çıkarken gözerinin içinin samimi bakmasını seviyordum.Çünkü samimi bakarak, IMF yanlıştır.Hasiyetli bir dış politika lazımdır.Yolsuzluklarla hakikaten mücadele etmek gerekir diyen gözünün içi samimi bakan bir Tayyip Erdoğan vardı. Ben bu fikirleri sevdim. Tayyip Erdoıoğan’ı sevmedim.
Şimdi Tayyip Erdoğan yine gözeri sempatik bakıyor, çok karizmatik.Ama fikirler aynı fikirler değil.Ben fikirler nerdeyse ordayım bir santim oynamadım.
DIŞ POLİTİKADA EDİLGEN KONUMDAYIZ
-Şu anda AB sürecini yaşıyoruz.
-Dur bakalım..
-Büyük Ortadoğu projesi var.Kuzeyimizde hakikaten kabul etmek gerekir ki Putin gibi güçlü bir lider var ve Rusya onun liderliğinde güçleniyor
-Çok..
-Çın dünya devi oluyor.Türkiye’nin rolü nedir, ne olması gerekir,şu anda uygulanan dış politikada varsa sizce gördüğünüz eksiklik nelerdir?
-Biz Rusya ve Çin’i bir tarafa bırakalım. Biz ki başlı bir mengenenin içinde sıkıştırılıyoruz.
Bunlardan birisi; Avrupa Birliği, Mengenenin diğer ayağı yeni Osmanlı projesi, dolayısıyla Büyük Ortadoğu projesidir. Bizim problemimiz; bunlar arasında edilgen pozisyondayız. Bunlar bizim tercihimiz değil.
-Bunlara katkıda bulunmuyor muyuz?
-Sıfır katkıda bulunuyoruz. Şu Avrupa Anayasa’sı; yarın, öbür gün belki bizim anayasamız olacak. O anayasanın hazırlanmasında ne katkı yaptık.
-İmza attık.
-Bu katkımıdır? Önünüze Hazırlanmış bir evraka imza atmak katkımıdır?
-Peki, hazırlanmış bile olsa imza irade değil midir?
-Tayyip Erdoğan, bunu imza ederken içini okumadı bile..Bir anayasa hazırlanıyor siz imiza atıyorsunuz.Bu neye benzer biliyor musunuz.Sevr Anlaşmasına. Sevr anlaşmasına da imza attı Vahdettin’in adamları.Bu katkımıdır? Böyle şey olur mu?
Bir işe katkı demek, işin kavram sürecinden hazırlanış sürecinin içinde fiilen işin oluşumuna katkı yapmak demektir.bitmiş işe imza atmak yemeği yemeye benzer.bu yemeğin yapılışına katkı mıdır?
-Zevksiz ise yemezsiniz?..
-Ben öyle diyorum. Zevksiz bulduğum için yememeniz lazım diyorum. Avrupa anayasasına sıfır katkı yaptık.
-Dış politikada Türkiye ne yapması gerekir.?
-Türkiye dış politikasını tamamen özgün olarak kendisi hazırlaması gerekir. Türkiye’nin dış politikasının ayakları gerek Avrupa ile gerek kuzey komşusu Rusya Federasyonu ile gerek Amerika ile İsrail ile gerek komşularımız..Irak’la gerek İran-Pakistan aksı ile gerek kuzey Afrika ile her biri ile fevkalade dengeli ve ticaretimizi artırıcı ve insan haklarını da koruyucu bir sistem içinde geliştirmek lazım.Bu etkin ve özgün politika istiyor. Biz, bu gün esiriz.
“ECEVİT DELİRDİ Mİ?”
-Irak bizi etkiliyor,Kuzey Irk daha fazla etkiliyor. Eski başbakan Ecevit, Cumhurbaşkanına “Irak’a girmemiz, Musul’u almamız gerek. Bu vasiyettir” demiş
-Emretsinler.
-Türkiye vasiyetlerden uzak durarak reel politik de Türkiye ne yapabilir?
-Ben size bir şey söyleyeyim: Bu vasiyetlerinde ötesinde Ecevit’in söylediği siyasi ahlaksızlıktır.biz Türkiye’nin, komşularımızın toprak bütünlüğü diyoruz.Bizim oraya müdahale etmemiz için,bizim orada hakkımıza hukukumuza bir tecavüz olması lazım.Ya da Irak devleti bize saldırması gerekir ki müdahale hakkımız doğsun.
-Ecevit delirdi mi?
-Ama bizi orada rahatız eden unsurlar var, PKK vs var deniyor?
-Güzel..Bizi Jivkof’da rahatsız ediyordu.Sofaya’ya gittik mi?... Bizi Gümülcine de rahatsız ediyor. Biz gidip Batı Trakya’yı işgal mi edeceğiz?..Bu tür müdahaleler uluslar arası hukukta sana fiili ve ciddi saldırılar olduğu zaman ortaya çıkıyor.
Biz iki şekilde müdahale edebiliriz.Bir: Yolun korunması.Türk şoförlerinin gidip- geldiği yolun güvenlik açısından korunması bizim meşru hakkımızdır.İki:. Bizim Irak’a fili müdahalemiz sadece ve sadece Kandil Dağı’nda bulunan PKK, en ufak bir kıpırdamaya girerse o PKK unsurlarını orada imha etmek bizim meşru hakkımızdır.
Bu iki meşru hak haricinde bana Atatürk vasiyet etti, O’da İnönü’ye vasiyet etti.Gidip Musul’u alayım. Laf.Atatürk, Selanik’i de vasiyet etti...Ecevit’i anlamama imkan yok.Hakikaten artık susunda hatıramızı saklayalım.Bir devlet adamının dünyada en etmeyecek lafı ediyor.Necdet Sezer’de de onu nasıl dinledi.Anlamama imkan yok.
Stalinde Karsı Ardahan’ı almayı Putin’e vasiyet etmişti.Putin’de gelip istesin mi onları.Laf mı şimdi o.
ANAYURT’U TEKZİP EDENİ, İSRAİL ELÇİLİĞİ VE ŞİRİN TEKZİP ETİ.
-Geçen günlerde Anayurt Gazetesinde; Meclise Amerika, Almanya,Fransa ve bu arada İsrail’ elçiliklerinden onların belirlediği sayıdaki parlamenterlere, onların takdir ettiği yılbaşı hediyelerin gönderildiği haberi yer almıştı.Ancak Anayurt Gazetesi ayrıca İsrail Elçiliği’nden gönderilen hediyelerin dağıtılmasıyla ilgili yazılan yazıda, İsrail Elçiliğinden her hangi bir kişinin, TBMM Başkanlığı’na hitap ederek ile hediyelerin yazıda belirtilen 15 kişiye dağıtımının sağlanmasını “rica”edilmesine dikkat çekilerek bunun diplomatik skandal olduğunu haber yaparak kamuoyuna duyurdu. Bu haber üzerine, TBMM görevlisinin gazeteye geçtiği bir faxla , “hayır böyle bir ‘rica’ kelimesi içeren yazı yok ve milletvekillerinin isimleri hayal mahsulü” gibisinden haber tekzip edildi. Bu haberde; İsrail elçiliğinden hediye gönderilen şahıslardan biri olarak sizinde isminiz geçti. Fakat TBMM Görevlisinin tekzibinde sizinde isminizin olmadığını anlıyoruz. Size İsrail Elçiliğinden hediye geldi mi?
-İsrail sefaretinden ve Fransız Ticaret Ateşliği’nden şahsi hediyeler geldi.Bende memnuniyetle kabul ettim.Amerikan, İngiliz ve Alman elçiliklerinden hediye gelmedi.Gelen arkadaşlarımı da kıskandım.Beni de listeye alsınlar bekliyorum. Makul ve etik hediyeleri iyi ilişkileri temin etmek için her zaman almaya hazırım.
Anayurt Gazetesinin haberi üzerine ben, İsrail sefareti ile de görüştüm.İsrail sefaret,i meclis İçtüzüğü’nün dağıtımı tespit den esasları çerçevesinde Başkanlığa bir yazı yazdıklarını ancak bunu Meclis Başkanı’nın şahsına değil, İdare Amiri’ne yazdıklarını düşündükleri için böyle bir ifade kullandıklarını, Türkiye’deki protokole yüzde yüz uymak istediklerini ve bir hata varsa düzeltmek istediklerini, ancak bu yayının Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrail seyahati öncesine gelmesini de üzüntü ile karşıladıklarını söylediler.
Keşke aynı zamanda Filistin Elçisi de bana hediye yollasaydı zevkle kabul ederdim.
-Etik kavramı çeşitli çevrelerde çok dillendiriliyor sizde bunun üzerinde çok duran parlamenterlerimizdensiniz. Ancak bazı yasalar geçerken, ancak, ama ve fakat gibi kelimelerle yasalar geçerken kimi kişiler, kurumlar yasa harici tutuluyor, vatandaşı veya ir çok kurumu bağlayan yasaların kimi kişi ve kurumları bağlamadığı belirtiliyor. Vatandaşı bağladığı ma birilerinin undan muaf olduğunu söylüyor.Öyle meclisten geçiyor.Bu durum sizce etik midir?
-Bu demokrasimi, aristokrasi mi?
-Ben size soruyorum?
-Ben size söylüyorum.bu seçilmişler değil, sanki fedeol bir sistemde kalmış aristokratların hakları gibi bir durum.
Etik konusunda Cumhurbaşkanından başlamak üzere.Bütün kamu ve kuruluşlarında hiçbir istisna olmaması gerekir.Milletvekillerinin hediye kabullerini bir esasa bağlamaları lazım.
Ayrıca milletvekillerinin milletvekilliği yaptığı sürece diğer bütün işlerini bırakması lazım.Başbakan dahil.Şirkette hisseniz bile olmaması lazım.Bu milletvekilliğin kimse bize zorla yaptırmıyor, biz talip oluyoruz.Milletvekilliği yaparken fevkalade adaletli ve objektif olmalısınız.Dolayısıyla bir ülke, hediye yolluyorsa, keşke her ülke yollasa diyorum.
Ayrıca bir şirketin mümessili isen her zaman hafızalarda başka şirketlere karşı nasıl davrandığın konusunda bir tereddüt yapabilir.Dolayısıyla etik açıdan Cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri ve bütün kamu kuruluşlarındaki herkes bu hizmetleri gördükleri sırada başka hiçbir işle uğraşmamaları gerekir. Bir
İki: Hediye kabullerinde yüzde yüz eşitlik olması gerekir.Üç: Hediyenin üzerinde hiçbir ilişki olmaması gerekir.
-Siz denetim mekanizmasını en çok işletmeye çalışan parlamenterlerden biri olarak dikkat çekiyorsunuz.Sonuç alıyor musunuz, sorduğunuz konularda doğru cevap veriliyor mu?
-Genelleme yapamam.Cevapların doğru gelme nispeti %50’nin altında.Cevaplar çok tatminkar ve doğru olarak gelmiyor.Dolayısıyla cevapları tekrar etmek lüzumumu hasıl oluyor..
Bazen de hiç gelmiyor.
Bu konuda en büyük şikayetimiz, İçtüzüğün 100. maddesi çerçevesinde Meclis Başkanı sayın Bülent Arınç’a tevcih ettiğimiz sorular. Bülent Arınç,bu konuya en büyük hassasiyeti göstermesi gereken şahıs iken en az hassasiyeti o gösteriyor.Ve bu konuda benim şahsen en rahatsız olduğum, tatmin olmadığım kişi Bülent Arınç’ın makamı.
Bir çok bakanlıklarda da sıkıntı çok önemli bir safhada. Niçin?..
Yazılı soru önergelerine cevap vermemenin müeyyidesi yok.
Bu hükümete en büyük tenkitlerimden bir tanesi, daha seçimlerden hemen sonra hükümet kurulurken güya İçtüzük değişecekti.İç Tüzük değişikliği için milletvekillerinden görüş alındı. Bu konular daha sağlam esaslara bağlanacaktı.Komisyonlar daha fazla çalışacaktı.Milletvekilleri daha fazla katkı yapacaktı.Denetim mekanizması daha fazla işleyecekti.İktidara geldiler.Bütün sözleri unuttular.
FIRATTAN GEÇEN EŞEKLERDEN ALINACAK PARAYI TESPİT KANUNU VAR.
-Bu hükümet ve meclisten çok yasa geçirmekle öğünüyor. 3 Kasım öncesindeki Hükümet’de çok yasa çıkarmakla övünürdü. Benim bildiğim kadar beş bin gayri muvakkat kanun beş bin tane de normal kanun olmak üzere on binin üzerinde kanunu olan bir ülkeyiz.Türkiye bir kanun mezarlığı haline mi geldi, kanun devleti olmak hukuk devleti olmayı sağlıyor mu? Meclis çok kanun çıkarmakla işini yapmış mı oluyor?
-Hayır... Katiyen.. Hukuk devleti olmak önemli.Benimde bütün kavgam o.
Ben size bir örnek vereyim. Türkiye’de Frat’tan salla geçecek eşeklerden alınacak parayı tespit etme kanunu var.
Kanunların bu şekilde çok fazla yapılmasının bizim hukuk anlayışımızda bir eksiklik olduğunu ve sistemimizin yürümemekte olduğunu en büyük göstergesi.
Bu kadar kanun yapmak hiçbir şeyi ifade etmiyor.
Daha bu gün bir şey duydum.Tüylerim diken diken oldu. Cemil Çiçek Adalet Bakanı değil mi ? Dedi ki “yurtdışına kaçan hortumcuların ölüsünü de dirisini de getirtiri” dedi.
Şimdi ölüsünü nasıl getirecek, ölmesini mi bekleyecek? Öldürtecek mi? Bu lafları eden adalet bakanı, hukuk devletinde o dakikada istifa ettirilir.Ben hukuken bu adamın dirisini yakalayacağım getireceğim dersin. Ama hukuk kompseti kavramı olmayan bir hükümetimiz var ki Adalet bakanı çıkıyor sanki vahşi batıdaki kovboymuş gibi, ölüsünü dirisini istiyorum diyor.N demek bu?
-Ata sözü olarak kullanmış olamaz mı?
-Böyle saçma sapan laf olur mu?.. Bakın atasözleri hukuk devletinin üstünde değil. Ayrıca ölüsünü dirisini getirmek diye hiçbir atasözü hatırlamıyorum.Bir deyiş olabilir o deyişte kabadayıların deyişidir.Hukuk devletinin Adalet Bakanının deyişi değildir.Böyle bir laf edilir mi?
-Teşekkür deriz.
- Geldiğiniz için canü gönülden Ben teşekkür ederim.Anayurt gazetesi iyi bir gazete.Gerçekten şöyle diğer gazetelere bakıyorum. Gerek haberleri verişi gerek dizaynı hakikaten güzel gazete.Emeği geçenleri tebrik ediyorum. Ben Gazetenize başarılar diliyorum.
- Ne kadar açık oldum değilmi?
................00000000000000...............
Röportajı 9 Ocak 2005 Anayurt Gazetesinde görebilirsiniz
Necati Çavdar’la ufuk turu...
KÖKSAL TOPTAN -
KÖKSAL TOPTAN -
Geçen dönem TBMM, Komisyonunuz ve siz Avrupa Birliğine giden yolda büyük efor ve emek sarf ettiniz. Ancak hiç beklemediğimiz halde 17 Aralık’taki Avrupa Birliği il görüşmeler sırasında sizi müzakerelerin merkezinde gördük . Orada da kamuoyuna yansıyan bir sözünüz dikkatimi çekti.:
“Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi; Türkiye için değil, İslam dünyası içinde önemli.Türkiye’nin Avrupa birliğinde olması sadece Türkiye’yi değil, Türk dünyasını, İslam dünyasını da ilgilendiriyor, etkiliyor” şeklinde bir sözünüz var. Suudi Arabistan’ın ya da Fas’n falanca platformda olması bizi neden etkiler? Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde olması Fas’ı Endenozya’yı , Türkmenistan’ı İslam ülkelerini, Türk Cumhuriyetlerini ve İslam ve Türk topluluklarını, coğrafyasını neden ilgilendiriyor? Bu sözleriniz ne anlama geliyor?
-Dünya, 1450 yıldır İslamiyet’le tanışıyor. Peygamber efendimizin tebliği çalışmalarını yaptığı dönemlerde zaman zaman çatışmalar görüyoruz. Ama bu çatışmaların din çatışması olmaktan çok başka nedenlere bağlı olduğu görülüyor. Özellikle Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çatışmalar olmadığını görüyoruz. Ama dokuz yüzlü yıllara geldiğimiz zaman yani bundan bin yüz bin iki yüz sene öncesine gittiğimiz zaman yavaş yavaş Haçlı seferleriyle başlayan bir Müslüman - Hıristiyan çatışması görüyoruz. Hıristiyan- Müslüman çatışması geçen bin yüz sene içerisinde zaman zaman haçlı seferlerinde olduğu gibi insanlık dramlarına da dönüşmüştür.Akıl almaz katliamları insanlık o dönemde yaşamıştır. Daha sonra Hıristiyan dünyası başta kara Avrupası olmak üzere kendi içine dönmüş, 1789 Fransız ihtilalinden sonra, Amerikanın keşfinden sonra, Amerika Birleşmiş Devletlerinin 1776 da kurulmasının ardından , Amerika’da yaşayan insanlarla İngilizlerin çatışması... Avrupa’ya döndüğümüz zaman, Avrupa’nın kendi içinde derebeyliğin yıkılmasıyla ortaya çıkan o fedeol yapın 1789 Fransız ihtilali etkisinde kalarak hareket etmesi .. Biraz daha öncesine gittiğimiz zaman orta çağda Rönesans hareketleri bittikten sonra yeniden özellikle 20 asra geldiğimiz, 20. asrın sonlarına yaklaştığımız zaman yine bir Hıristiyan Müslüman çatışması insanlığın önüne çıkmaya başladı. Kimi İslam düşünürleri Hıristiyan dünyasının İslam dünyasının zenginliklerini kullandığını var saymıştır. Buna karşılık Hıristiyan dünyasındaki bazı ilim adamları, özellikle Hantington’un medeniyetler çatışması kitabında öne sürdüğü gibi; Müslümanlık ve Hıristiyanlık dünyasının çatışmasının kaçınılmazlığı konusunda teoriler üretilmiştir. İşte medeniyetler çatışımsına doğru dünya gidiyor mu diye, Hangtington’un kitabı tartışılırken; Dünya, 11 Eylül olayını yaşamıştır. Amerika’ya yapılan saldırı, İslami terör etiketli, Tırnak içinde söylüyorum “İslami Terör “etiketli saldırı, dünyada yeniden Hıristiyanlıkla Müslümanlık çatışıyor izlenimini yaratmaya başlamıştır. Giderek başta Amerika olmak üzere dünyada özellikle Hıristiyan kesimler İslamiyet, özellikle Kur’an-ı Kerim’de bütün güzellikleri, bütün iyilikleri insanlara öğütleyen bir dinin kitabının kabul edildiği İslam dünyasında Müslümanları sanki dünyada ne kadar kötü bir iş varsa, ne kadar terör olayı varsa onunla özdeşleşmiş bir izlenim yaratılmaya çalışılmıştır.
2001 DÖNÜM NAKTASI
Şimdi bu ortamda Türkiye’nin Hıristiyan dünyası ile barışması 2001 senesinde dünyanın gündemine gelmiştir.İlk defa tarihinde Müslüman dışişleri bakanları ile Avrupa Birliği üyesi ülkelerin dışişleri bakanları Türkiye’nin daveti ile İstanbul’da bir araya gelmişlerdir. Bu çok önemli bir buluşma idi.Yani medeniyetler çatışmasının ivme kavzamasının beklendiği bir dönemde medeniyetlerin bir araya gelmesi, buluşması her iki taraf içinde yeni bir umut olmuştur. Ama tabi..Bunu daha ileri aşmalara götürülmesi lazım. İşte bu aşama da Müslüman bir ülke olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği çok önem taşıyor .
TÜRKİYE MÜSLÜMAN DÜNYAYI TEMSİLEN AVRUPA BİRLİĞİNDE OLMAYI İSTİYOR
Ve bunca yıllık çatışma ve çarpışmanın ardından ilk defa Hıristiyan dünyası ile Müslüman dünyanın temsilcisi Türkiye bir birlerine elini uzatıyor. Şimdi biz çoğu yerde söyledik.Türkiye, bin yüz senedir süren bir büyük kavganın, bir büyük mücadelenin, çatışmanın sona erdirilmesinin yolunu açacak eli uzattı bize denmesi lazım. Şunu biliyorduk biz: Avrupa’nın fanatik Hıristiyan kesimleri, “Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan kulübüdür.O nedenle Müslüman bir ülke olan Türkiye buraya giremez, üye olmamalıdır”sözleri çok yankı bulmuştur.Çok taraftar bulmuştur.Hala Avrupa’da belirli kesimlerde bu temanın işlendiğini biz hatırlıyoruz. Ama burada gerçekten Türkiye çok büyük bir adımı atmıştır. Bu eli uzatmıştır. Ve , Müslüman dünyayı temsilen Avrupa Birliği’ne büyük öneri getirmiştir. Bu bir barışma, bu bir uzlaşma bu bir Medeniyetlerin uzlaşması bir araya gelmesi projesidir. Bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’nin atmış olduğu bu adımla bir büyük medeniyet adımı atıldığını görürüz.Ve ilk defa,tarihinde ilk defa bu iki medeniyet.... Müslüman ve Hıristiyan medeniyeti bir araya gelme imkanını bulma, bir çatı altında; adına kulüp deyin, birlik deyin., adına bir sosyal birlik deyin... ama bir isim altında bir araya gelmesinin yolu açılıyor. Avrupa Birliği.. Bu çatının adıdır. Avrupa Birliği çatısı altında bulunacak olan bir Türkiye, bir milyar üç yüz milyonluk İslam dünyasını temsilen orda bulunmayı istiyor. O nedenle adına İslami terör denilen kimi Müslüman ülkelerde ortaya çıkan terör olaylarının en çok sıkıntı verdiği ülkelerin Müslüman ülkeler olduğunu düşünürsek, Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Filistin , Afganistan..Yani İslami terör denilen terör cinsinden en çok sıkıntıyı, en çok ızdrabı Müslüman ülkelerin çektiğin düşünürsek, bu medeniyet buluşmasında yani Türkiye’nin Avrupa Bibriği üyeliğinden en çok memnun olması gereken ülkelerinde bu Müslüman ülkeler olması lazım geldiğini düşünüyorum
AVRUPA BİRLİĞİ, TÜRKİYENİN ELİNİ İTSEYDİ.O ZAMAN AVRUPA BİRLĞİ HIRISTİYAN KULÜBÜ OLURDU.
Özellikle sayın Abdullah Gül’ün son Ürdün ziyaretinden aldığımız izlenimlerde Türkiye’nin bu duruşunun İslam ülkeleri açısından doğru okunduğunu da görüyoruz.Yapılan açıklamalar; Türkiye’nin Avrupa Birliği teşebbüsünden büyük bir mutluluk duyduklarını, Avrupa birliğinin; Türkiye’ye müzakere tarihi vermesinden de bu ülkelerin büyük bir mutluluk duyduklarını ortaya koymaktadır. Özetleyecek olursak; ilk defa bu iki büyük medeniyet, bir araya gelme imkanı buluyorlar.Bu iki medeniyetin hiç biri kendilerine karşı uzatılan eli ret etme hakkına ve lüksüne bana göre sahip değildir. Şayet Avrupa Birliği, Türkiye’nin elini itseydi.O zaman Avrupa birliği Hıristiyan kulübü olurdu.O zaman Avrupa Birliği global terör değimiz terör hadiselerinden şikayet etme hakkını da ciddi şekilde kaybederdi.Ama bu olmamıştır.Avrupa Birliği’nde sağduyu hakim olmuştur. Ve bin yüz sene sonra ilk defa iki medeniyetin buluşmasının, bir birine daha yakın olmasının yolu açılmıştır.
AVRUPA MEDENİYETİ İLE YOZLAŞMADAN UZLAŞMAMIZ LAZIMDIR.
-”Türkiye İslam dünyasını temsilen geliyorsa olmaz.Ancak bizim şartlarımıza uymak, bizim normlarımıza uymak şartıyla hayhay” diyen Avrupalılar var. Türkiye’ de de “Bu haçlı saldırısıdır, Medeniyetler buluşmayacak medeniyetlerin dönüşmesi söz konusudur.” Deyerek endişe edenler var.Böyle bir tehlike var mıdır? Böyle bir tehlikenin olmaması için ülkede bir altyapı söz konusu mudur?.. Veya Türkiye’nin dinamikleri, varsa böyle bir tehlikeyi karşılayabilir mi?
-Bana göre böyle bir tehlike söz konusu değildir.Tabi şunun altını çizmemiz lazımdır.Biz Avrupa medeniyeti dediğimiz medeniyetle yozlaşmadan uzlaşmamız lazımdır.Bunu becermeliyiz.O nedenle sık sık tekrarladığım bir şeyi burada tekrarlamak istiyorum.Biz Avrupa Birliği’ni kendi kimliğimizle istiyoruz.... Kendi geleneklerimizle istiyoruz... Kendi kültür hazinemizle, kendi binlerce yıldır devam eden alışkanlıklarımızla, kendi sağlam aile yapımızla , bu kimliğimizle biz Avrupa Birliği üyesi olmak istiyoruz. Biz inanıyoruz ki bizim bu özelliklerimiz, Avrupa’ya zenginlik katacaktır.Avrupa’nın geçen zaman içerisinde kaybettiği özeliklerdir bunlar. Bu özeliklerle Avrupa birliği yeniden tanışacaktır. Elbette bizim de Avrupa Birliği üyesi olmakla tanışacağımız bir takım kültürler var.Bir takım yenilikler var.Biz onları biliyoruz. Biz onları bilerek Avrupa Birliği’ne üyeliliğine talip oluyoruz. Ama biz onlarla tanışırken, biz o kültürün yararlanabileceğimiz yönlerini kendi ülkemize getirirken, kendi insanımızla tanıştırmaya çalışırken kendi kimliğimizden ödün vermeden unu yapmayı becermeliyiz.Bu nedenle yozlaşmadan uzlaşmasını bilmeliyiz diye söylüyorum. Bu bence zor değildir, imkansız değildir.Ama kendiliğinden olacak bir şeyde değildir. O nedenle bizim entelektüellerimize, aydınlarımıza, üniversitelerimize, sivil toplum örgütlerimize çok ciddi görevler düşüyor. Ama Türkiye’nin belirli bir disipline ihtiyaç vardı. Türkiye Avrupa birliği tarihi almadan çok ciddi bir atak yaptı. Siyasi istikrardan da yararlanarak güven ortamı yarattı.Avrupa Birliğinden müzakere tarihi aldıktan sonra daha da artarak yükseliyor. Öyle ümit ediyorum ki müzakereye başladığımızdan sonrada bu ivme süratle yükselecektir. Bence elbette biz üniter devlet yapımızdan ödün veremeyiz.Elbette biz kendi milli menfaatlerimizden de ödün vermeyiz.Zaten biz bunları tartışmayız, tartışamayız. Ama Avrupa Biriliği üyeleri ülkelerine baktığımız zaman bunlarda kendi milli menfaatlerinden ödün vermiyorlar.Kedilerini sıkı sıkıya koruyorlar. Avrupa Birliği üyeliği Türkiye’nin parçalanmasına ,yok olmasına yol açacak bir süreç değildir.O sürece Türkiye de hiç kimse izin vermez.Hiç kimsenin aklından da böyle bir şey geçmez.
-Hiç bir tehlike olmaz mı?
-Hiç kuşku yok ki; Avrupa Birliği sürecinin Avrupa Birliği’ne adaylığının Türkiye ‘ye getirdiği bir takım özgürlüklerden, demokratik alanın genişletilmesi, demokrasinin daha rahat işlemesi zemininden yararlanarak Türk insanını rahatsız edecek sözlerle muhatap olacağız. Bir takım rahatsız edici düşüncelere muhatap olacağız.Ama biz bunlara alışmamız lazım.Fikirlerin serbestçe söylenmesi bizim sadece Avrupa Birliği üyeliği önündeki bir özelliğimiz olmaktan çıkmalı.Demokrat dünyanın, hür dünyanın özgür dünyanın bir üyesi olmakla yerine getirilmesi gereken mükellefiyetler olarak algılanmalı.
-Komisyon olarak Avrupa birliği yolunda siz ne yaptınız?
- Bu komisyon Avrupa Birliği yolunda altı tane uyum paketi geçti. Ceza mevzuatını değiştirdi.Ve her zaman bireyin hak ve özgürlüklerini öne alan bir felsefeyle, anlayışla bunu takip etti.Ama bunu Avrupa Birliği bizden istiyor diye değil, bizim insanımız bunlara layık olduğu için bunları yapıyoruz. Bu demokratik alanın, düşünce özgürlüğü alanının İstismarı da mümkündür.Bunu da kabul ediyorum.Ama istismar edilir diye insanımızdan bu hakları alamayız, alıkoyamayız.Çünkü ne kadar düşünce söylenirse söylensin eyleme dönüşmeği takdirde, bana göre insanları artık bu yüzden mahkum etmemek lazım.
-Siz eskidende bu tür çalışmalar içinde oldunuz.Parlamenterlik, bakanlık yaptınız o günleri yaşadınız..Bu tür değişiklikleri daha önce neden yapamadık.Avrupa Birliği sürecinde mi yapmamız gerekirdi? .. Engelleri neydi? Varsa engelleyen dinamikler... O, dinamikler bu gün nasıl değişti. O günkü zorluklar neydi, bu günkü kolaylıklar nedir? -..... -Sebebi Avrupa birliği mi?
-Hayır bana göre bunun iki tane temel sebebi var. Bunlardan bir tanesi : Bizim biraz fazla tembelliğe düşkünlüğümüz... Bizim sorunları zamana yayma alışkanlığımızdır. Deyim biraz kaba.. Ancak, merama mı başka anlatma imkanım yok..Yumurta kapıya dayanmadan biz ... Maalesef, birinin zorlaması.. Birinin bizi disipline etmesi gerekiyor.O nedenle Avrupa Birliği’nin bu baskısı, bu işin çabuklaştırılmasına neden oldu. Ama bir başka nedende bana göre şudur: Beş sene, on sene öncesine kadar Türkiye’nin, dünyanın konjektörü çok farklıydı.Yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana daha 15 sene bile geçmedi.Şimdi bunu düşünecek olursak geçen on sene içerisinde Türkiye’nin kendi içindeki kendi dışındaki şartlarda çok ciddi gelişmeler, genişlemeler oldu. Düşünün.On sene önce Türkiye tüm komşuları ile problemli idi. Suriye ile , İran’la, Irak’la Rusya ile problemli idi.Bulgaristan’la,Yunanistan’la problemli idi. Şimdi bunların hemen hemen hiçbirinin Türkiye ile problemi yoktur.Yani Türkiye..
-Türkiye’nin bu ülkelerle problemi bu on sene içinde mi çözülüp ortadan kalktı , yoksa zaten mi yokmuş.. Algılayış mı değişti.?
-Dünya da bölgemizde ve Türkiye de yeni bir tehdit değerlendirmesi yapılıyor.Geçen gün bir askeri yetkilimizin güzel bir beyanatı vardı.”Türkiye için hiç kimse düşman değildir” diyordu.On sene önce böyle değildi.O nedenledir ki yeniden bir tehdit değerlendirmesi yapan Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerde çoğu şeyler bu gün yok.
-Yoksa Türkiye, çok şeyi vehimler üzerine mi bina etmiş?
-Belki oda var.Ama sadece vehimlere de işi yormamak lazım.. Düşününki, bu gün çok sıcak ilişkiler içinde olduğumuz Suriye yıllarca terör örgütü başını orda besledi.Orda barındırdı.Orda korudu Yani sadece vahimlerden kaynaklanmıyor.Ama bunların içerisinde kabul etmemiz lazım vehimde var. Kabul etmek lazım. Yunanistan süratle silahlanıyordu.Avrupa Birlği’ni de arkasına alarak silahlanıyordu.Silahlanmasının nedeni de; ne Arnavutluktu, ne de Bulgaristan’dı.Türkiye idi. O nedenle vehim olduğunu kabul ediyorum ama ciddi bir takım tehdit ve tehlikeler kuşkusuz var idi.Ama bunların hepsi çok şükür ortadan kalkmıştır.Ama temel sebebin bana göre, bizim.. İş, çok zor gelmeden bazı şeyleri çözme konusundaki tembelliğimizdir diye düşünüyorum.
TÜRK CEZA KANUNU TÜRK ÜRÜNÜ
Biz geçen iki sene içerisinde altı tane uyum pakete çıkardık.Arkasından Türkiye’de ilk defa Adalet Akademileri kurulmasına dair kanun çıkardık. Türkiye’de ilk defa İstinaf Mahkemeleri’nin kurulmasına dair kanun çıkardık.O arada Çocuk Mahkemeleri, bankacılık suçları onlarla ilgili mahkemelerin yargılamaları kanununu çıkardık. DGM’lerin yerine kurulacak mahkemelerle ilgili kanun çıkardık.. Ve çok önemli : İlk defa bir temel kanunu, Türk Ceza Kanunu ve ona bağlı olarak diğer mevzuatla ilgili kanunları çıkardık. Türk Ceza ve ona bağlı kanunların şöyle bir önemi var.Şimdiye kadar Türkiye bir temel kanunu yaptı.Daha evvel Türkiye, mevcut kananlarda değişiklik yapılarak yoluna devam ediyordu.Türkiye bu kanınla ilk defa bir temel kanunu orijinal kanunu, Türk ürünü olarak yapıyor.
TÜRK CEZA KANUNU DÜNYADA ÖRNEK
Türkiye ilk defa öyle bir temel kanunu, kendi siyasetçilerimizin, kendi akademisyenlerimizin, kendi hukukçularımızın kendi sivil toplum örgütlerimizin, baroların , üniversitelerin katkısıyla yapıyor.Ve iddia ile söylüyorum bundan sonra dünyada yeni bir ceza kanun yapacak olanlar Türk Ceza Kanunun referans kanun olarak göreceklerdir.Böylesine iddialı bir kanun. Tabii. Bunu tamamlayan Ceza Mahkemeleri yargılamaları kanunu, Ceza İnfaz kanunu ve bunların uygulama kanunlarını da çıkardık. Baktığımız zaman bu dönem içerisinde iki binden fazla maddelik bir kanun demetini yasalaştırdığımızı görüyoruz.Ve çok önemli bir nokta.Tüm bu kanunları biz Ak parti ve CHP ‘nin ittifakı ile gerçekleştirdik. Herkesin katkısını sağladık.Zamam zaman ortaya çıkan itilafları da arkadaşlarımızın da hoş görüsüyle , iyi niyetiyle çözerek gerçekten büyük sonuca ulaştık.Avrupa birliği yolunda, Avrupa Birliğini hayrete düşüren sonuçlar aldık. -Bir çok zamana bağlı kanunları çıkardığınızı söylüyorsunuz.Önümüzdeki dönem daha rahat çalışma imkanı olacak galiba. Önümüzdeki dönem ne yapacaksınız? Önümüzde ne var.Önümüzde de çok önemli kanunlar var.Ama zaman baskısı yok. Daha rahat çalışma imkanı bulacağız.1600-1700 maddelik ticaret kanununu bu yılın ilk altı ayında gelecek.500-600 maddelik olduğu söylenin borçlar Kanunu,YARGITAY; DANIŞTAY kanunu gelecek.İdari Yargılama Usul kanunu gelecek.Kabahatlerle ilgili, çocuk mahkemeleri ile ilgili kanun gelecek.Yani bizi uzun ve zor bir maraton bekliyor. Ama büyük bir keyifle yapıyoruz. Gerçekten Türk insanı için güzel şeylerin ortaya çıktığı zaman insan bundan da mutluluk duyuyor.
TÜRKİYE’DE BİR TAKIM HASSASİYETLERİN OLDUĞUNU, DEVAM ETTİĞİNİ KABULLENMEMİZ LAZIM... BİR ÇOK KONUDA BİZ AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDEN DAHA İLERİ GİTTİK.
-Bazı yasalar geçerken çok demokratik olanının yayında , anti demokratik yasalar hatta geriye gidişler söz konusu oldu...Oluyor. Adalet Bakanı, zaman zaman bunların “zaruretler”gereği olduğunu söylüyor. Anti demokratik uygulamalara yol açabilecek yasalar bu gün düzeltilmezse ne zaman düzeltilecek? Tekrar gündeme gelerek düzenlemek de zor oluyor. Bu gün değilse ne zaman lazım olacak?
-Biraz öncede söyledim.On sene içinde Türkiye’de çok ciddi konjonktürel değişiklikler oldu. Zannediyorum beş sene sonra, bu konjonktür dahada değişecektir. Elbette Türkiye’de bir takım hassasiyetlerin olduğunu, devam ettiğini kabullenmemiz lazım. Sayın bakanın “zaruretlerden” bunu kast ettiğini zannediyorum. Yani kabul etmemiz lazım ki biz Avusturya gibi, Fransa gibi değiliz.Danimarka gibi değiliz. Bizim hala çok problemli bir coğrafyada olduğumuzu unutmayalım.Bir buçuk seneye yakın savaşın sürdüğü bir barut fıçısının üstünde şu anda Türkiye.. Irak’ın üzerinde... Bölge her zaman problemli.Tarih boyu problemli.. Ortadoğu’ya baktığımız zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 yıllık egemenliğinin dışında hep çatışma olmuş, Ortadoğuda. Böyle bir bölgede bulunan Türkiye’de, Avrupa Birliğinin diğer üyesi ülkelerinden bir takım farklılıklarının, zaruretlerinin olmasını doğal karşılamak lazım. Ama bir çok konuda biz Avrupa Birliği üyesi ülkelerden daha ileri gittik. Onu da söylememiz lazım. Avrupa Birliği uzmanları bizim ceza yasasını inceledikleri zaman hayretlerini gizleyemediler. Biz yasayı yaparken daha çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını esas aldık.Bana bizim ceza usul yasasıyla gerçekleştirdiğimiz husus için Alman Adalet Bakanı “Biz daha bunu yapamadık.Hala tartışma noktasındayız” dedi.Onların hala tartıştığı bir noktayı biz , sanığın yayında avukat bulundurulmasını biz gerçekleştirdik. O nedenle bazı alanlarda tırnak içinde “ zaruretten yapamadığımız” alanlar var.Bir çok alanda da Avrupa’nın yapmadığı şeyleri yaptık.
-Bazı alanlarda Avrupa Birliği, standardımıza uygun değil derse, biz neden herkse eşit ve genel yasalar çıkarmıyoruz? Daha geçen Bütçe kanununa, kamuda insanlar çalışırsa emekli ücretleri kesilir ancak şunlar çalışırsa kesilmez diye madde kondu. Bunların zarureti olmaması gerekmez mi?
-.... O, Ekonomik zarurettir.
-Meclisin sağlık bölümü kalkıyor. Bazı kurumlar muaf tutuluyor.O kurumlar piyasadan mal ve hizmet alıyor.Mal ve hizmeti alırken bunları sağlayanlar neden tehlike olmuyor da, mesela iş doktora, hemşireye, ilaca gelince tehlikeli oluyor? Bu tür yasal ayrıcalıklarla bazı oliarşik odaklara imkan veriliyor gibi görülüyor? -Bütün dünyada bu tür istisnalar olabilir. Tabii.... Ekonomik zaruretlere dayanan boyutu vardır.Bunların bir kısmı Avrupa Birliğinden çok IMF ile konuşulan şeylerdir. -Ama diğer kanunlarda da oluyor? -İşte Mastrih Kriterleri dediğimiz kriterlerdir bunlar.Avrupa Birliği müzakerelerinde işte bunlar konuşulacak. Böyle bir şey kalmasa bizim hemen üye olmamız lazım.yoksa müzakere etmeye gerek kalmaz.İnşallah bunları çözer, daha çabuk gireriz.
-Buradan bir çok kanun çıkarıyorsunuz.Ancak, mesela bir polis müdürünün emrindeki bekçiye vereceği talimatla çözeceği konuyu bile sizin burada kanuna bağlanıyor. Bu çıkan yasalar, gerçekten aşağıda uygulama zemini buluyor mu?
-İşte bunları göreceğiz.. Tabi önemli sorunlarımızdan bir tanesi uygulamada karşılaştığımız aksaklıklardır.Son çıkardığımız başta Ceza Kanunu olmak üzere Adalet Bakanlığı, bir eğitim çalışması başlattı.Ankara’da Ocak ayının üçünde başladı dokuzunda bitecek. Eğitimcilerin eğitim semineri.Bu önümüzdeki günlerde taşraya yayılacak.Eğitimciler diğerlerini eğitecekler böyle bir süreç başlıyor. Birde kabul meselesi var.... Kafa olarak kabul meselesi var....
Not:::
(7.1.2005 Cuma saat 15.TBMM Adalet komisyonu başkanlığında)
Anayurt Gazetesi'nde yayınlandı
KÖKSAL TOPTAN :
“Milli hedef, yeniden cihan devleti düzeyinde mutlu, müreffeh lider TÜRKiYE'dir. Bu hedefin asıl sahibi büyük milletimizdir. Tarih, onun böyle bir hedefe sahip olmaya hakkı olduğunun delili olan altın sayfalarla doludur. Bu hedefe ulaşabilmemiz için ihtiyaç duyacağımız en büyük güç kaynağı İNSAN’dır. Allah’in diğer varlıklara üstün kılarak en mükemmel surette yarattığı insan. Milli hedefimizin odağında insan var. Ne yapılacaksa insanlarımız tarafından yine insanlarımız için yapılacaktır” diyen Köksal Toptan, 1943 yılında Rize`de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Zongultak`ta tamamladı. 1966 İstanbul Hukuk Fakültesi`nden mezun olmuştur. Üniversite döneminde 1963-1966 yıllarında İstanbul`da Adalet Partisi Gençlik Kolları Başkanlığı yapan Toptan, Zonguldak`ta serbest avukat olarak çalıştı. Çeşitli dernek ve kuruluşlarda kuruculuk yaptı. Zonguldak Belediye Meclis Üyeliğinde bulundu. Adalet Partisi Zonguldak ilce ve il yönetimlerinde görev aldı. 1977 yılında Adalet Partisi`nden Zonguldak Milletvekili seçildi. 12 Kasım 1979 tarihinde kurulan Demirel hükümetinde Devlet Bakanlığına getirilmiştir. Toptan, 28 Eylül 1986 tarihinde yapılan ara seçimlerinde Zonguldak 2. Bölgeden Doğru Yol Partisi Milletvekili seçildi. 1987 Milletvekili Genel Seçimlerinde ise Zonguldak 1. Bölgeden yeniden milletvekili seçilerek ve üç buçuk yıl Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilliği görevini yürüttü. 1991 Genel Seçimlerinde, yeni il yapılan Bartın`dan yeniden milletvekili seçilmiş ve Süleyman Demirel’in Başbakanlığı’nda kurulan DYP-CHP koalisyon hükümetinde, Milli Eğitim Bakanlığına getirildi. 13 Haziran 1993 Büyük Kongresinde Tansu Çiller karşısında DYP Genel Başkanlığına`na aday olan ve seçimi kaybeden Toptan, 1995 yılında bir süre Kültür Bakanlığı yapmış, 1995 Genel Seçimlerinde Zonguldak’tan yeniden milletvekili seçilmiştir. Toptan, 3 Kasım 2002 seçimlerinde Ak Parti Zonguldak milletvekili olarak parlamentoda yeniden yer aldı. AK Parti iktidarı döneminde TBMM Adalet Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktadır. Evli, üç çocuk sahibidir.
“Cumhuriyetin kurbanıyız” nitelemesi yapan Özden, Özbek Paşa ve Vural Savaş’ı ‘vefasızlık’la suçladı Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, bir dönem birlikte hareket ettiği Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş ve emekli Tümgeneral Osman Özbek’i ‘vefasızlık’la suçladı. Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi’nin Savaş ve Özbek’in talepleriyle kurulduğunu söyleyen Özden, “Bana parti kurdurup kendileri çekildi.” dedi.
Özden,
Özbek Paşa ve Vural Savaş’ı ‘vefasızlık’la suçladı.
28 Şubat sürecinde önemli roller üstlenen isimlerin iç hesaplaşması sürüyor.
Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, bir dönem birlikte hareket ettiği Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş ve emekli Tümgeneral Osman Özbek’i ‘vefasızlık’la suçladı.
YUKARIDAKI HABERLE ILGILI DIGER YORUMLAR
son pişmanlık
28 Şubat sürecinde çok iyi şeyler yaptığını sanıp sonradan sağlığını ve servetini kısaca ömrünü harcadığını ifade eden cümleler bence duyulan pişmanlıktır. Sayın Savaş ve Özbek çıktıkları yolda Özdeni tek bırakmışlar,çünkü onlarda çıkartılan bu yaygaraların bir şey getirmeyeceğini anlamışlardı.Bir bardak suda kopartılan fırtına suyun dökülmesiyle dinmişti.Bir yere gelemeyeceklerini biliyorlardı.Aslında olup bitenlerden kimse kazançlı çıkmadı.Sadece o süreç içinde isim yapıp ses getirmek vardı. O da zaten geçici idi.Atatürkçülük ardına sığınan kişiler için bunlar bir zemindi.Kendilerinden saymadıkları kişileri fena sıkıştıracaklardı.Ancak görünüyorki eştikleri kuyuya düştüler.İmam-Hatiplerin önünü kapakalım derken Özdenin oğlunun düştüğü durumu okuduk.Buna yorum yapmaya gerek yok sanırım. esin
POLİTİKA 15.03.2005 SALI
Özden, Özbek Paşa ve Vural Savaş’ı ‘vefasızlık’la suçladı 28 Şubat sürecinde önemli roller üstlenen isimlerin iç hesaplaşması sürüyor. Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, bir dönem birlikte hareket ettiği Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş ve emekli Tümgeneral Osman Özbek’i ‘vefasızlık’la suçladı. Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi’nin Savaş ve Özbek’in talepleriyle kurulduğunu söyleyen Özden, “Bana parti kurdurup kendileri çekildi.” dedi.
Özden, 2 yıllık siyasi deneyimini de bir cümleyle özetledi:
“Servetimi, sağlığımı ve saadetimi kaybettim.
” Kendisiyle ilgili suçlamaları cevaplayan Vural Savaş, ‘hafızası yanıltıyor’ karşılığını verirken, Özbek polemiğe girmek istemedi. Bir süre önce Vural Savaş da, 28 Şubat’ın mimarlarından Orgeneral Çevik Bir’i ‘Amerika ile yakın ilişki kurmak ve Atatürkçü olmamakla’ suçlamıştı.
Yekta Güngör Özden’in 4 Mart’ta Anayurt gazetesine yaptığı açıklamalar dün Anadolu’da Vakit gazetesi tarafından gündeme taşındı.
Atatürkçü Düşünce Derneği’ne başkan olması için Vural Savaş ve Uluç Gürkan’ın ısrar ettiğini anlatan Özden, “2 yılım ADD’de geçti, 20 yıllık ömrüm bitti. İki milyon liralık aidatını ödemeyenler vardı. Bunlar adam olamaz ki, Atatürkçü olsun.” ifadesini kullandı. Parti kurmak için Savaş ve Özbek Paşa’nın kendisini ikna ettiğini kaydeden Özden, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dediler ki, ‘Efendim Türkiye böyle gitmiyor. Partileşmek lazım.’ Ben onlara, siyaset yoluyla çalışmanın bana uygun olmadığını söyledim. Daha sonra Savaş ve Özbek, Deniz Baykal’la görüştü. Baykal’ın olumsuzluklarını anlatıp onunla bir şey olmayacağını söylediler. Yeni parti kurulmasının gerekli olduğunu ifade ettiler. Parti kurma sırasında Savaş beni terk etti. Vural Savaş geldi dedi ki: ‘Abi ben bu işlerde yokum. Siyasete girmeyeceğim.’ Ben de ona ‘Etmeyin kardeşim, millet size güvendi. Biz seni genel başkan yapacaktık.’ dedim. Ama ayrıldı. Sırf, ‘Atatürkçüler dağıldı’ demesinler diye arkadaşların ısrarı üzerine genel başkanlık bana kaldı.”
Zaman’ın sorularını cevaplayan Vural Savaş ise Özden’i terk etmediğini savundu. Politikaya sıcak bakmadığını, sadece siyasetle ilgilenenleri desteklediğini kaydeden Savaş, Özden’in ‘Deniz Baykal’la görüştüler’ iddiasını da yalanladı. Eski Başsavcı, Yekta Güngör Özden’in ADD başkanı olması için Uluç Gürkan’la birlikte ısrarda bulunmalarının da söz konusu olmadığını söyledi.
Yekta Güngör Özden, Anayasa Mahkemesi başkanlığından ayrıldıktan sonra ilginç isimlerden telgraf almış. Kendisini hatırlaması gerekenlerden ses çıkmadığına dikkat çeken Özden, teselliyi kapattığı Refah Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın gönderdiği mesajlarda bulmuş. Telgrafı doğrulayan Kazan, bunun ‘insani münasebetlerin gereği’ olduğunu belirtti: “Garip bir şey yok. Vaktiyle bizim konuşmalarımıza cevap yetiştiriyordu. Hatta kendisini Anayasa Mahkemesi başkanıyken, bu konuşmalarından dolayı ‘reddedelim mi’ diye düşündük; ama reddetmedik. İyi niyetle hareket ettik. Emekli olduktan sonra da böyle bir telgraf çektik. Bu, bizi değil, onu mahcup eder.”
Emekli Tümgeneral Osman Özbek, 17 Nisan 1997’de dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’a yönelik ağır eleştirisiyle ismini duyurdu.
Oğlum da meslek lisesi mağduru
Yekta Güngör Özden’in çarpıcı açıklamalarından biri de meslek liseleriyle ilgili. 28 Şubat’la birlikte meslek liselerine kısıtlama getirilmesi Özden’in oğlunu da mağdur etmiş. Oğluna, “Meslek liselerinin geleceği var.” diye öğütte bulunan Özden, yaşadığı durumu şöyle anlatıyor: “Benim çocuğum iyi bir puanla Anadolu meslek lisesi bilgisayar programcılığı bölümüne gitti. Hakikaten insan olarak çok üzüntü duyuyorum. Izdırabını da çekiyorum. Çocuğa demiştik ki ‘bunun geleceği var.’ Ancak 28 Şubat’ta meslek liselerinin önü kesildi. Bugün sanayici sıkıntıda. Hakikaten büyük sıkıntı var.”
15.03.2005 Emre Soncan İstanbul Zaman
Özbek Paşa ve Vural Savaş’ı ‘vefasızlık’la suçladı.
28 Şubat sürecinde önemli roller üstlenen isimlerin iç hesaplaşması sürüyor.
Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, bir dönem birlikte hareket ettiği Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş ve emekli Tümgeneral Osman Özbek’i ‘vefasızlık’la suçladı.
YUKARIDAKI HABERLE ILGILI DIGER YORUMLAR
son pişmanlık
28 Şubat sürecinde çok iyi şeyler yaptığını sanıp sonradan sağlığını ve servetini kısaca ömrünü harcadığını ifade eden cümleler bence duyulan pişmanlıktır. Sayın Savaş ve Özbek çıktıkları yolda Özdeni tek bırakmışlar,çünkü onlarda çıkartılan bu yaygaraların bir şey getirmeyeceğini anlamışlardı.Bir bardak suda kopartılan fırtına suyun dökülmesiyle dinmişti.Bir yere gelemeyeceklerini biliyorlardı.Aslında olup bitenlerden kimse kazançlı çıkmadı.Sadece o süreç içinde isim yapıp ses getirmek vardı. O da zaten geçici idi.Atatürkçülük ardına sığınan kişiler için bunlar bir zemindi.Kendilerinden saymadıkları kişileri fena sıkıştıracaklardı.Ancak görünüyorki eştikleri kuyuya düştüler.İmam-Hatiplerin önünü kapakalım derken Özdenin oğlunun düştüğü durumu okuduk.Buna yorum yapmaya gerek yok sanırım. esin
POLİTİKA 15.03.2005 SALI
Özden, Özbek Paşa ve Vural Savaş’ı ‘vefasızlık’la suçladı 28 Şubat sürecinde önemli roller üstlenen isimlerin iç hesaplaşması sürüyor. Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, bir dönem birlikte hareket ettiği Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş ve emekli Tümgeneral Osman Özbek’i ‘vefasızlık’la suçladı. Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi’nin Savaş ve Özbek’in talepleriyle kurulduğunu söyleyen Özden, “Bana parti kurdurup kendileri çekildi.” dedi.
Özden, 2 yıllık siyasi deneyimini de bir cümleyle özetledi:
“Servetimi, sağlığımı ve saadetimi kaybettim.
” Kendisiyle ilgili suçlamaları cevaplayan Vural Savaş, ‘hafızası yanıltıyor’ karşılığını verirken, Özbek polemiğe girmek istemedi. Bir süre önce Vural Savaş da, 28 Şubat’ın mimarlarından Orgeneral Çevik Bir’i ‘Amerika ile yakın ilişki kurmak ve Atatürkçü olmamakla’ suçlamıştı.
Yekta Güngör Özden’in 4 Mart’ta Anayurt gazetesine yaptığı açıklamalar dün Anadolu’da Vakit gazetesi tarafından gündeme taşındı.
Atatürkçü Düşünce Derneği’ne başkan olması için Vural Savaş ve Uluç Gürkan’ın ısrar ettiğini anlatan Özden, “2 yılım ADD’de geçti, 20 yıllık ömrüm bitti. İki milyon liralık aidatını ödemeyenler vardı. Bunlar adam olamaz ki, Atatürkçü olsun.” ifadesini kullandı. Parti kurmak için Savaş ve Özbek Paşa’nın kendisini ikna ettiğini kaydeden Özden, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dediler ki, ‘Efendim Türkiye böyle gitmiyor. Partileşmek lazım.’ Ben onlara, siyaset yoluyla çalışmanın bana uygun olmadığını söyledim. Daha sonra Savaş ve Özbek, Deniz Baykal’la görüştü. Baykal’ın olumsuzluklarını anlatıp onunla bir şey olmayacağını söylediler. Yeni parti kurulmasının gerekli olduğunu ifade ettiler. Parti kurma sırasında Savaş beni terk etti. Vural Savaş geldi dedi ki: ‘Abi ben bu işlerde yokum. Siyasete girmeyeceğim.’ Ben de ona ‘Etmeyin kardeşim, millet size güvendi. Biz seni genel başkan yapacaktık.’ dedim. Ama ayrıldı. Sırf, ‘Atatürkçüler dağıldı’ demesinler diye arkadaşların ısrarı üzerine genel başkanlık bana kaldı.”
Zaman’ın sorularını cevaplayan Vural Savaş ise Özden’i terk etmediğini savundu. Politikaya sıcak bakmadığını, sadece siyasetle ilgilenenleri desteklediğini kaydeden Savaş, Özden’in ‘Deniz Baykal’la görüştüler’ iddiasını da yalanladı. Eski Başsavcı, Yekta Güngör Özden’in ADD başkanı olması için Uluç Gürkan’la birlikte ısrarda bulunmalarının da söz konusu olmadığını söyledi.
Yekta Güngör Özden, Anayasa Mahkemesi başkanlığından ayrıldıktan sonra ilginç isimlerden telgraf almış. Kendisini hatırlaması gerekenlerden ses çıkmadığına dikkat çeken Özden, teselliyi kapattığı Refah Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın gönderdiği mesajlarda bulmuş. Telgrafı doğrulayan Kazan, bunun ‘insani münasebetlerin gereği’ olduğunu belirtti: “Garip bir şey yok. Vaktiyle bizim konuşmalarımıza cevap yetiştiriyordu. Hatta kendisini Anayasa Mahkemesi başkanıyken, bu konuşmalarından dolayı ‘reddedelim mi’ diye düşündük; ama reddetmedik. İyi niyetle hareket ettik. Emekli olduktan sonra da böyle bir telgraf çektik. Bu, bizi değil, onu mahcup eder.”
Emekli Tümgeneral Osman Özbek, 17 Nisan 1997’de dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’a yönelik ağır eleştirisiyle ismini duyurdu.
Oğlum da meslek lisesi mağduru
Yekta Güngör Özden’in çarpıcı açıklamalarından biri de meslek liseleriyle ilgili. 28 Şubat’la birlikte meslek liselerine kısıtlama getirilmesi Özden’in oğlunu da mağdur etmiş. Oğluna, “Meslek liselerinin geleceği var.” diye öğütte bulunan Özden, yaşadığı durumu şöyle anlatıyor: “Benim çocuğum iyi bir puanla Anadolu meslek lisesi bilgisayar programcılığı bölümüne gitti. Hakikaten insan olarak çok üzüntü duyuyorum. Izdırabını da çekiyorum. Çocuğa demiştik ki ‘bunun geleceği var.’ Ancak 28 Şubat’ta meslek liselerinin önü kesildi. Bugün sanayici sıkıntıda. Hakikaten büyük sıkıntı var.”
15.03.2005 Emre Soncan İstanbul Zaman
14 Mart 2005 Haber 7 com Yekta Güngör Özden bin pişman!
28 Şubat sürecinin hızlı isimlerinden, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, samimi itiraflarda bulundu. Özden, Vural Savaş ve Osman Özbek için ne dedi?
14 Mart 2005 07:41 Bana parti kurdurup kendileri çekildiAnayasa Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde 28 Şubatçılarla birlikte hareket eden Yekta Güngör Özden, emeklilik günlerindeki "Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanlığı" ve "2 yıllık siyaset denemesiyle" ilgili olarak çarpıcı itiraflarda bulundu. Özden, "2 yıllık siyaset dönemimde servetimi, sağlığımı saadetimi kaybettim. Başsavcılığa da bir telgraf çektim.. Üyeliği filan bıraktım. Bir yıl on gün oldu. Hiçbir ilişiğim kalmadı. Eşim ve dostlarım hariç Türkiye'de her şeyi terk ettim.. ADD Başkanlığı'nı bana zorla verdiler. 2 yılım ADD'de geçti, 20 yıllık ömrüm bitti. 2 milyonluk aidatını ödemeyen kişi, adam olamaz ki, Atatürkçü olsun!" dedi. Özden, Anayurt gazetesinden Necati Çavdar'a ilginç açıklamalar yaptı:"1979 yılında Anayasa Mahkemesi üyesiyken, lojmanıma kadar gelerek benim emekli olduğum zaman siyasete girmemi isteyenler, hatta emekli olmadan bırakıp, Halk Partisi'nin başına geçmemi isteyenler oldu. Açık söylüyorum. Bunlar eski milletvekilleri... Senatörler geldi. Kendilerine ?Hayır' dedim... Daha evvel Anayasa Mahkemesi'ne yeni üye olarak girmişken, 20 ay sonra ihtilal oldu. "ADD BAŞKANLIĞI'NI BANA ZORLA VERDİLER" Aradan yıllar geçip ben emekli olunca.. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanlığı'nı bana zorla verdiler.. İstemedim. ?Bazı olumsuzluklar yaşanıyor, bunları ancak sen giderirsin' dediler.. Sizin tanıdığınız insanları söyleyeyim. Uluç Gürkan..Önder Sav.. Vural Savaş, profesörler.. Bunların içinde ADD'nin o zamanki üyeleri. Vali Aydemir Bey.. Hepsi.. Israr.. Israr.. Önce ?Evet' dedim. Sonra ?Hayır' dedim.. Bir hafta sonra yeniden ısrar ettiler. ?Evet' dedik.
."2 YILIM ADD'DE GEÇTİ 20 YILLIK ÖMRÜM BİTTİ!
"İki yıl o dernekte geçti. Yirmi yıllık ömrüm bitti.. Yaptığım çok güzel şeyler oldu. Şimdi yalancılar, çoğu inkâr ediyor. Subayların, hakim ve savcıların, öğretmenlerin bakanlıklarından izin almadan üye olmaları kararını çıkarttım. İki kapatılma davası vardı. Onları reddettirdim. Vilayetlerin ve kaymakamlıkların kapısı açıldı. Kız yurdu çalışmaya başladı.. Antalya, Kayseri, Bursa şubelerine bina satın aldık.. Düşünebiliyor musunz?Neler neler yapıldı.. Ama anlamadılar. Beni yordular.. Yıprattılar. ?Atatürkçülük rozette kalmış.. Lafta kalmış' dedim ve ayrıldım..""Ayda iki milyon lira ödentisini vermeyen adamlar, bana göre adam olmaz ki, Atatürkçü olsun.. Ayda bir milyon lira ödentisini vermiyor.. Böyle olanakla çalışacağıma bıraktım..
"SAVAŞ VE ÖZBEK PAŞA'NIN TALEBİYLE PARTİ KURDUK"
Hukuk Kurumu'na geçtim.. Orada da üstüme düşenleri yaptım.. ADD'de tüzük yenilendi. Hukuk Kurumu'nda da tüzük yenilendi.. Çağdaşlaştırdık. Güncelleştirdik. Salonlar.. Hepsi yapıldı, ayrıldık.. Hukuk Kurumu'na gitmeden.. Geliyorum.. Orada iki yıl kalıyorum. Israr ediyorlar. Bir daha olmuyorum. Baro Başkanlığı'nda da öyle yaptım, 1972-74. Bir daha olmadım.. ADD'de en çok oyu aldım. Genel başkan olmadım. Yönetimin arkasına geçtim.. Yürütme kurulunu bıraktım. Başkasına verdim.. Hukuk Kurumu'na ?Yine ol, olmam.' Geldik. Dediler ki, iki arkadaş, ismini de vereyim size. Vural Savaş'la Osman Özbek paşa.. Dediler ki, ?Efendim, Türkiye böyle gitmiyor.. Partileşmek lazım...' Lazım. Bunlar daha çok Halk Partisi'ne yakınlık duyan arkadaşlardı. İkisi de sevdiğim saydığım insanlardı.Ondan sonra ben bu işin, siyaset yoluyla çalışmanın bana uygun olmadığını söyledim. Gittiler geldiler, olmayınca.. Dediler ki, bir gün ikisi. Bir ikindi üzeri. ?Biz yarın Deniz Baykal'a gideceğiz.'Dedim ki, ?Hayırlı olsun. Ama sakın benim adımı götürmeyin. Benim böyle bir isteğim yok. Sizinle dostluğum, arkadaşlığım bozulmasın. Size hayırlı olsun' dedim..?Yani oraya girdiniz diye ilişkimiz bozulmasın' dedim. ?Siz oraya girersiniz, ben girmem.' Bir gün sonra geldiler.. Deniz Baykal'ın olumsuzluklarını anlatıp, Deniz Baykal'la bir şey olmayacağını.. Bakın, ayrıntı ile anlatıyorum.. Deniz Baykal'la bir şey olmayacağını, yeni bir parti kurulmasının gerekli olduğunu söylediler.Ben de kendilerine dedim ki.. ?Kuralım, muralım' dediler.. En nihayet.. Eski senatörler, milletvekilleri, belediye başkanları, emekli valiler, bakanlar dahil 357 kişiyi Dünya Ticaret Mekezi salonunda topladık.. Sekiz saat süren bir toplantı oldu.. Vural Savaş bey, toplantının başında ?Antalya'ya gideceğim' diye ayrıldı.Toplantının yönetimi bana kaldı. Ben, Sivas milletvekili eski meclis başkanvekili Mustafa Kemal Palaoğlu, Necdet Uğur'un milli Eğitim Bakanlığı zamanındaki Orta Öğretim Genel Müdürü Güler Tanyolaç.. Üçümüz.. Dedik ki, ?Halk Partisi'nde yoğunlaşma olsun.. Siyaset yapmak isteniyorsa, Deniz Baykal anlayışı ve yönetimi uzaklaştırılıp, gerçek, yarayışlı bir yönetim kurulmaya çalışılsın.. Yeni parti kurulmasın...' Tartışma, tartışma.. Bizim gibi ?Yeni parti kurulmasın' diyenlerin dışındakilerin oybirliği ile yeni parti kurulması kararı çıktı. Ben.. geciktirdim
."SAVAŞ GELDİ, ?BEN BU PARTİ İŞLERİNDE YOKUM ABİ' DEDİ"
Bakınız. O sırada, 2 Haziran 2002'de ADD'nin son genel kurulu. Tam ayrılıyorum.. Toplantıda kalp krizi geçirdim.. Ayakta alkışlanan bir konuşma yaptım.. Onbeş gün hastanede yoğun bakımda kaldım.. Yoğun bakımdan çıktım, ikinci gün Vural Savaş geldi.. Birinci gün Erdal İnönü ?geçmiş olsun'a geldi bana... Sadece dost ve babasının avukatıyım diye.. İkinci gün Vural Savaş geldi, dedi ki, "Abi ben bu... işlerde yokum' dedi.?Antalya' ya gittim şöyle oldu. İzmir'e gittim böyle oldu. Ben siyasete girmeyeceğim' dedi. ?Etmeyin kardeşim, millet size güvendi.. Biz seni genel başkan yapacaktık.. İşte.. Falan yok.' Ayrıldı.. Sırf Atatürkçüler dağıldı demesinler diye, beceremediler demesinler diye arkadaşların ısrarı üzerine genel başkanlık bana kaldı..""Mecburiyetten genel başkan oldum. Birbuçuk-iki yılda..Varlığım gitti.. Sağlığım gitti.. Saadetim sarsıldı.."
Vakit
28 Şubat sürecinin hızlı isimlerinden, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, samimi itiraflarda bulundu. Özden, Vural Savaş ve Osman Özbek için ne dedi?
14 Mart 2005 07:41 Bana parti kurdurup kendileri çekildiAnayasa Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde 28 Şubatçılarla birlikte hareket eden Yekta Güngör Özden, emeklilik günlerindeki "Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanlığı" ve "2 yıllık siyaset denemesiyle" ilgili olarak çarpıcı itiraflarda bulundu. Özden, "2 yıllık siyaset dönemimde servetimi, sağlığımı saadetimi kaybettim. Başsavcılığa da bir telgraf çektim.. Üyeliği filan bıraktım. Bir yıl on gün oldu. Hiçbir ilişiğim kalmadı. Eşim ve dostlarım hariç Türkiye'de her şeyi terk ettim.. ADD Başkanlığı'nı bana zorla verdiler. 2 yılım ADD'de geçti, 20 yıllık ömrüm bitti. 2 milyonluk aidatını ödemeyen kişi, adam olamaz ki, Atatürkçü olsun!" dedi. Özden, Anayurt gazetesinden Necati Çavdar'a ilginç açıklamalar yaptı:"1979 yılında Anayasa Mahkemesi üyesiyken, lojmanıma kadar gelerek benim emekli olduğum zaman siyasete girmemi isteyenler, hatta emekli olmadan bırakıp, Halk Partisi'nin başına geçmemi isteyenler oldu. Açık söylüyorum. Bunlar eski milletvekilleri... Senatörler geldi. Kendilerine ?Hayır' dedim... Daha evvel Anayasa Mahkemesi'ne yeni üye olarak girmişken, 20 ay sonra ihtilal oldu. "ADD BAŞKANLIĞI'NI BANA ZORLA VERDİLER" Aradan yıllar geçip ben emekli olunca.. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanlığı'nı bana zorla verdiler.. İstemedim. ?Bazı olumsuzluklar yaşanıyor, bunları ancak sen giderirsin' dediler.. Sizin tanıdığınız insanları söyleyeyim. Uluç Gürkan..Önder Sav.. Vural Savaş, profesörler.. Bunların içinde ADD'nin o zamanki üyeleri. Vali Aydemir Bey.. Hepsi.. Israr.. Israr.. Önce ?Evet' dedim. Sonra ?Hayır' dedim.. Bir hafta sonra yeniden ısrar ettiler. ?Evet' dedik.
."2 YILIM ADD'DE GEÇTİ 20 YILLIK ÖMRÜM BİTTİ!
"İki yıl o dernekte geçti. Yirmi yıllık ömrüm bitti.. Yaptığım çok güzel şeyler oldu. Şimdi yalancılar, çoğu inkâr ediyor. Subayların, hakim ve savcıların, öğretmenlerin bakanlıklarından izin almadan üye olmaları kararını çıkarttım. İki kapatılma davası vardı. Onları reddettirdim. Vilayetlerin ve kaymakamlıkların kapısı açıldı. Kız yurdu çalışmaya başladı.. Antalya, Kayseri, Bursa şubelerine bina satın aldık.. Düşünebiliyor musunz?Neler neler yapıldı.. Ama anlamadılar. Beni yordular.. Yıprattılar. ?Atatürkçülük rozette kalmış.. Lafta kalmış' dedim ve ayrıldım..""Ayda iki milyon lira ödentisini vermeyen adamlar, bana göre adam olmaz ki, Atatürkçü olsun.. Ayda bir milyon lira ödentisini vermiyor.. Böyle olanakla çalışacağıma bıraktım..
"SAVAŞ VE ÖZBEK PAŞA'NIN TALEBİYLE PARTİ KURDUK"
Hukuk Kurumu'na geçtim.. Orada da üstüme düşenleri yaptım.. ADD'de tüzük yenilendi. Hukuk Kurumu'nda da tüzük yenilendi.. Çağdaşlaştırdık. Güncelleştirdik. Salonlar.. Hepsi yapıldı, ayrıldık.. Hukuk Kurumu'na gitmeden.. Geliyorum.. Orada iki yıl kalıyorum. Israr ediyorlar. Bir daha olmuyorum. Baro Başkanlığı'nda da öyle yaptım, 1972-74. Bir daha olmadım.. ADD'de en çok oyu aldım. Genel başkan olmadım. Yönetimin arkasına geçtim.. Yürütme kurulunu bıraktım. Başkasına verdim.. Hukuk Kurumu'na ?Yine ol, olmam.' Geldik. Dediler ki, iki arkadaş, ismini de vereyim size. Vural Savaş'la Osman Özbek paşa.. Dediler ki, ?Efendim, Türkiye böyle gitmiyor.. Partileşmek lazım...' Lazım. Bunlar daha çok Halk Partisi'ne yakınlık duyan arkadaşlardı. İkisi de sevdiğim saydığım insanlardı.Ondan sonra ben bu işin, siyaset yoluyla çalışmanın bana uygun olmadığını söyledim. Gittiler geldiler, olmayınca.. Dediler ki, bir gün ikisi. Bir ikindi üzeri. ?Biz yarın Deniz Baykal'a gideceğiz.'Dedim ki, ?Hayırlı olsun. Ama sakın benim adımı götürmeyin. Benim böyle bir isteğim yok. Sizinle dostluğum, arkadaşlığım bozulmasın. Size hayırlı olsun' dedim..?Yani oraya girdiniz diye ilişkimiz bozulmasın' dedim. ?Siz oraya girersiniz, ben girmem.' Bir gün sonra geldiler.. Deniz Baykal'ın olumsuzluklarını anlatıp, Deniz Baykal'la bir şey olmayacağını.. Bakın, ayrıntı ile anlatıyorum.. Deniz Baykal'la bir şey olmayacağını, yeni bir parti kurulmasının gerekli olduğunu söylediler.Ben de kendilerine dedim ki.. ?Kuralım, muralım' dediler.. En nihayet.. Eski senatörler, milletvekilleri, belediye başkanları, emekli valiler, bakanlar dahil 357 kişiyi Dünya Ticaret Mekezi salonunda topladık.. Sekiz saat süren bir toplantı oldu.. Vural Savaş bey, toplantının başında ?Antalya'ya gideceğim' diye ayrıldı.Toplantının yönetimi bana kaldı. Ben, Sivas milletvekili eski meclis başkanvekili Mustafa Kemal Palaoğlu, Necdet Uğur'un milli Eğitim Bakanlığı zamanındaki Orta Öğretim Genel Müdürü Güler Tanyolaç.. Üçümüz.. Dedik ki, ?Halk Partisi'nde yoğunlaşma olsun.. Siyaset yapmak isteniyorsa, Deniz Baykal anlayışı ve yönetimi uzaklaştırılıp, gerçek, yarayışlı bir yönetim kurulmaya çalışılsın.. Yeni parti kurulmasın...' Tartışma, tartışma.. Bizim gibi ?Yeni parti kurulmasın' diyenlerin dışındakilerin oybirliği ile yeni parti kurulması kararı çıktı. Ben.. geciktirdim
."SAVAŞ GELDİ, ?BEN BU PARTİ İŞLERİNDE YOKUM ABİ' DEDİ"
Bakınız. O sırada, 2 Haziran 2002'de ADD'nin son genel kurulu. Tam ayrılıyorum.. Toplantıda kalp krizi geçirdim.. Ayakta alkışlanan bir konuşma yaptım.. Onbeş gün hastanede yoğun bakımda kaldım.. Yoğun bakımdan çıktım, ikinci gün Vural Savaş geldi.. Birinci gün Erdal İnönü ?geçmiş olsun'a geldi bana... Sadece dost ve babasının avukatıyım diye.. İkinci gün Vural Savaş geldi, dedi ki, "Abi ben bu... işlerde yokum' dedi.?Antalya' ya gittim şöyle oldu. İzmir'e gittim böyle oldu. Ben siyasete girmeyeceğim' dedi. ?Etmeyin kardeşim, millet size güvendi.. Biz seni genel başkan yapacaktık.. İşte.. Falan yok.' Ayrıldı.. Sırf Atatürkçüler dağıldı demesinler diye, beceremediler demesinler diye arkadaşların ısrarı üzerine genel başkanlık bana kaldı..""Mecburiyetten genel başkan oldum. Birbuçuk-iki yılda..Varlığım gitti.. Sağlığım gitti.. Saadetim sarsıldı.."
Vakit
NECATİ ÇAVDAR’LA UFUK TURU.... .
Özden:
“CUHHURİYETİN KURBANIYIZ”
Bu hafta sizler için “Sorarsınız. Aklımın erdiğini söylerim.. Saydamlığı, açıklığı seven bir insanım, terbiyesizliği değil.. Açıklığı severim, müstehcenliği değil” diyen Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Yekta Güngör Özden ile sohbet ettik. Gerek Özden’in samimiyeti gerekse kendi konuşma üslubunun ortaya çıkması bakımındın kimi dil kurallarına uymayan cümleleri aynen korumayı hem kendilerine hem de sizlere saygı açısından uygun bulduk. Kendileri için “Cumhuriyetin kurbanıyız” nitelemesi yapan ve “sayısal çoğunluğun siyasal kararların istendiği gibi alınmasına yetmeyeceğini”söyleyen Özden, kendi ifadesi ile”Kimi askerlerin (kurumu ayrı tutulmak şartıyla) tutumu ve tavrı, yargının durumu ve demokratik kitle örgüleri konusunda uygulamalara yorum getirmeyi başka bir söyleşiye bırakmak üzere dil, siyasetten ne umdu ne buldu, Milli irade ve 28 Şubat gibi konulardaki görüş ve düşüncelerini huzurunuza getiriyoruz..
--------------0000000000000000---------------
SPOTLAR:
Dil konusu, birisinin mutlaka böyle olur demeyle olmuyor..
İnsanım .Şerefli ve namusluyum..
Türküm Türkçü değilim..
Milliyetçiyim ırkçı değilim..
Atatürkçüyüm.Kürtçü değilim..
Meslek liselilere haksızlık edildi. Düzeltsinler..
İki yılım o dernekte (ADD’de) geçti... Yirmi yıllık ömrüm bitti.. Yaptığım çok güzel şeyler oldu. Şimdi yalancılar inkar ediyor. Neler neler yapıldı.. Ama anlamadılar. Beni yordular.. Yıprattılar.
”Atatürkçülük rozette kalmış.. Ayda iki milyon lira ödentisini vermeyen adamlar bana göre adam olmaz ki Atatürkçü olsun..
Siyasette; bir buçuk iki yılda..
Servetim gitti.. Sağlığım gitti.. Saadetim sarsıldı..
Milli irade ayrı şey , millet iradesi ayrı şey..
Bunlar hukuksal incelikleri olan , hukukçulara anlatılması gereken onların tartışması gereken kavramlar ve konular.. Ve kurumlar..
Bu gün Bush, Amerikanın Erbakan’ı İnananı ile inandığı arasında elçisi olmayan tek din Müslümanlıktır.
..................000000000000000..............
DİL..
-Bizi daha çok kelimelerle vurdular.Kelimelerle sıkıntılara giriyoruz.. Bu gün Atatürk’ün nutkunu bile anlamıyoruz. Bu konuda ne diyorsunuz?
- Bir ben öğretmen çocuğuyum.Beni bir özelliğim daha var. Dün gece mehtaba çıkıp hep seni andım Öyle biran gelir ki mehtap seni “ şarkısını bilirsiniz. Bu şiir enişteme yazılmıştır. Biz ailede hep böyle edebi anlatımlarla edebi tartışmalarla yetiştik.Ve yazıyı ben dört yaşında öğrendim.Beş yaşında ilk okula başladım. Dilim, Türkçe’ye alışkanlığım ve sevgim vardır. Ben on yıl orta okulda Türkçe yurttaşlık bilgisi dersi verdim.. Türk Dil Kurumunun hem avukatı hem üyesiydim. Dil derneğinin üyesiyim.Türkçe sözcüklerden yanayım.Arı dilden yanayım..Ulusal dili ulusal kültürü benimseyen bir adamım. Ancak.. Derslerimde çocuklara mutlaka iki şeyi başucunuzda mutlaka bulundurun diyorum. Bir anayasa.. 82 Anayasası bana göre 61 anayasasının çok kötü bir kopyası olmasına rağmen
– Bazı iyi maddeleri var elbet..genelde söylüyorum.
- Bir anaysa cebinizde çantanızda bulunsun. Hakkınız nedir.Ne isteyeceksiniz, ne istemeyeceksiniz.. Ne yapacaksınız ne yapmayacaksınız... Devlet ne yapar, ne yapmaz.Bilin. Biri de.. Mutlaka, Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 de 36,5 saatte söylediği söylevi bulunsun. -İyi de Atatürk’ün okuduğu nutku nasıl anlayacaklar? Bu gün konuştuğumuz dil, dün konuşulan dil değil.. Atatürk’ün o gün anlattıklarını bu gün anlamak elbette güçtür. O nedenle Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Özer Ozankaya’nın ..Başkalarının ve benimde yaptığım çeviriler var. Mutlaka Eskiyi söylemek zorunda değiliz ki?.. Eski sözcüklerde bizim sözcüğümüz değil..Farsça, Arapça karışımı Osmanlıca.
-Şimdi gençler .hayretini, şaşkınlığını artık cümlelerle ifade etmiyor..”Of oldum...Kal oldum” vs gibi bir kaç kelimeyle yetiniyor. Dilde kelime hazinemiz daraldı.O anlamda soruyorum.
-Dili Türkçeleştirerek daralma değil. Türkçeleştirilerek ulusallaştırılıyor.Millileştirildi eski dille ... Dildeki kirlenme iki yoldan oluyor. · Bir: Argoya çok dönüş oldu.Gençler işin basitine kaçıyor.Okumadılar.. Eğitimin iyi olmadığından .Eğitimde boşluklar, bozuklar olduğundan · Birde yabancı dilerin istilası dediğimiz el atması oldu. Geçin bakın sokaklara.. .Tunalı Hilmiye.. Bazı yerlere..Otel isimlerinden kebapçılara kadar .. Adam “Perdecci” yazmış.”Başka bir şey mi? Anlamadım.Ne demek? Bu dedim. Efendim perdeci bu dediler.Perdci de ilgi çekeyim diye yapmış.Dikkat edin şimdi: yani bir ürün reklam başladı “A” harfinin ortasındaki çizgiyi koymuyorlar. · Bunlar kendi diline , kendi değerlerine, kendi varlıklarına, kendi kaynaklarına özen göstermeyen şöyle böyle insanların ortaya koyduğu sonuçlar. -Bu gün yasların dili de öyle, yeni çıkarılan yasalarda yaşayan dil değil yaşamayan dil söz konusu.. -Yaşamayan eski dil hakim.Yenisi değil..Sizin anlamadığınızı zannettiğiniz kelimeleri anlayanlarda var.Sizin anladığınızı zannettiğiniz kelimeleri de anlayanlarda var. Dil konusunda; doğal gelişmeyle, kirlenmeyi önleyerek eski sözcükleri atıp yerine yenileri alarak ama bağlantıyı anlam yönünden kurarak yürüteceğiz. Eski kelimelerin yerine yenisi bulunuyor.. Bulunanların çoğunu sevmiyoruz. .... Dil konusu, birisinin mutlaka böyle olur demeyle olmuyor..
ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ..
-Biraz önce Atatürk milliyetçiliği dediniz.Atatürk milliyetçiliği nasıl bir şeydir.Kaç metredir.Kaç gramla ölçeceğiz.Kime diyeceğiz.herkes diyor ki ben en Atatürkçüyüm..Kahveye gittik. Vatandaş kağıdını oynuyor..Askerlik yap demişiz.Yapmış.Vergi ver demişiz... Gücü varsa vermiş.Siz yargıçsınız.Ben seni suçlu buldum demişsiniz.Tamam eyvallah demiş. Gdip yatmış. Şimdi bu adam nasıl bir adam? Atatürkçü mü, Atatürk milliyetçisi mi,milliyetsizi mi nadir.Bu insanı belirlemek için ne yapacağız?
-Söyleyeyim...Konuşacağız şimdi...Bakın..İstediğinizi yazın.. Müslümanlıkta yalan söylemek var mı?..
- Yok.
..Müslümanlıkta adam öldürmek var mı ?..
- Yok..
Müslümanlıkta hırsızlık var mı?..
- Yok.
... Müslümanlıkta ırza geçmek var mı ?..
-Yok....
Müslümanlıkta çalmak var mı?
- Yok..
Sahtekarlık var mı?
-Yok
- Yok değil mi?.. Bu gün hanemizdekiler kimler?.. Müslüman değiller mi? O nedenle Müslümanlığı suçlamak doğru değil.Bir yere geliyorum.O Müslüman olsun veya olmasın İnsanın kendi yapısından kaynaklanan tezahürlerdir. Eskilerin deyimi ile .. Bakınız. Milliyetçilik dediniz.... Gayet içtenlikle konuşuyorum.. Dostça.. Benim bir sözümdür..”Ne altın gelir, ne gümüş gelir.Dost gelir”.Bir birimize inanmak orundayız.Sizin yarın ne düşüneceğinizi bilmiyorum.. Belki Allah vermesin iki dakika sonra fenalık geçiririz..Belki ben geçiririm ..Siz bana müdahale edeceksiniz..
-Çok önemli.
-Doğru değil mi? Birbirimize bakmak zorundayız.. Ben her zaman söylüyorum: İnsanım .Şerefli ve namusluyum..Türküm, Türkçü değilim..Milliyetçiyim, ırkçı değilim.. Atatürkçüyüm, Kürtçü değilim.
-Bunun ölçüsü ne?
-Dur.. Anlatacağım.Bakın bir daha söylüyorum.. Türküm Türkçü değilim.milliyetçiyim ırkçı değilim.Atatürkçüyüm Kürtçü değilim. Müslüman’ım İslamcı değilim..Dindarım dinci değilim.. Var mı ötesi? Benim tarifim bu.. Hem milliyetçiyim.Hem Türkçü..Değilim.. . Irka ağırlık veren insanları ırklarından dolayı değerli veya değersiz kılan adam değilim .O bizim elimizde değil.Önce insanız.Sonra Türk, sonra Müslümansız.. İnsanlığınızdan vaz geçip hayvan olmazsınız..Ama bir kötülük yapmışsak, hayvan gibi hitap edilebilir bize, değil mi efendim? Peki Türklüğümüzden vaz geçsek.. -Tarihimizi değiştirip –Irkımızdan vaz geçmiş değiliz.O kağıt üzerinde bizi tanımaya yarayan bir işarettir. Pasaport gibi.. Amerikan tabiiyetinde yüzlerce Türk yok mu?.. Binlerce var.. Geçiyorum..Müslüman’ız diyoruz. İhtida eden var( din değiştiren)..Dün veya bu gün gördüm.Gazetelerin birinde var. Bir hocanın çocuğu gitmiş Amerika’da dinini değiştirmiş. Fikret’in oğlu gibi.. -Çok normal.. -Oraya geliyorum.. Fikret’in oğlu Haluk gibi..Demek ki bu değerler bizim üzerimizde kalan , insanlığımız ve ırkımız gibi kalıcı değerler değil..O halde geliyorum... Milliyetçilik dediğimiz şey.. Kendi soyunun değerlerine sahip olup.Onun iyi geleneklerin korumak, güçlendirmek, kötü alışkanlıklarımızı arındırmak başka ulusların karşısında kendi bağısızlığını ödün vermeden korumak,..Ama başka ulusların kötülüğünü istemeden dostça yaşamak ilkesi...Atatürk milliyetçiliği budur.. Birisini boğmak, istila etmek, işgal etmek değil..Anlatabildim mi?.. Sen milliyetçisin yada sen milliyetçi değilsin gibi ayırmadım..Herkesin milli değerlerini,ulusal değerlerini kendine özgü düşünmesinin dışında eğitim yolu ile çocuklarımıza soyumuzun üstünlüklerini anlatmamız.Başka soyları aşağı görmeden,dostluk ve bağımsızlık içinde yaşamayı anlatmamız gerekir.Özetle budur milliyetçilik...
SİYASETTEN NE UMDU, NE BULDU ?
-Siz en üst hukuk kurumunun başındaki insan olarak çeşitli görüşlerinizi açıklıyordunuz.. -Ama demin söyledim.yargıçlık nitelikleri ve meslek gereklerine aykırı olmadan..
-Takdir ettiğim bir şey var. Niye? Bir insanın hakikaten bir siyasal düşüncesi, yönetme arzusu varsa bir siyasi partiye mi girecek, bir siyasal kuruluş mu teşkil edecek. Etmeli ve oradan da halkın huzuruna çıkmalı.. Siz bunu yaptınız.
-Onu da anlatayım....Şimdi bakın.. Siz sorunuzu sorun söyleyeyim.
-Ne umdunuz, ne buldunuz?
- Tamam,şimdi oraya gelelim. Ben siyaseti sayarım... Sevmem.. 1951yılında zamanın Adalet Bakanlarından Osman Şevki Çiçekdağlı ile uzun tartışmalar yapıp, parti gençlik kollarının , ocakların açılması için mücadele vermiş insanlardan birisiyim... 1953 yılında CHP Gençlik kolları kuruldu.Başkanımız Dr.. Suphi Baykam’dı..Yönetim Kurulunda Altan Öymen vardı.ben vardım. Bülent Ecevit geldi sonradan ..On beş kişiydik..Kızlı erkekli.. İki yıl orada çalıştım.Fakülteyi bitirdim.Askere gittim.. 59 da, terhis olup geldim. Halk Partisi’nin üyesi olarak Hukuk müşaviri oldum.Avukatlık bürosunun başında bulundum..Sonra.. Yüksek Danışma Kurulu üyesi oldum.Vedat Dalokay..Ahmet İsvan..Kemal Kayacan.. Başbakanlıkta müsteşar İsmail Erkan ben beş kişiydik. Tüzük gereği de -bu nedenle - parti Meclisi üyesi oldum..Ama hukukçuluğuma leke sürecek hiçbir şey bırakmadım. Hiçbir siyasi toplantıya katılmadım.Hiçbir siyasi istekte bulunmadım. Hiçbir siyasi öneri almadım.. Rahmetli oldu. -Daha geçen hafta-..Erturğrul Özkök’ün kayın pederi Hüdai Oral.. O bana 1967’lerde bir gün telefon etti. Dedi ki “İsmt Paşa senden rica ediyor.Ankara il başkanlığın alacaksın..” . “Peki” dedim..Üç saat sonra vaz geçtim. Evden çıkmadan.... İsmet Paşa’ya bir “peki “demek zorunda kaldım....Ben bu işten vaz geçtim.ben bu işi beceremeyeceğim” dedim.Açtım telefonu , “kusura bakmayın kabul etmiyorum” dedim.Kestim ilişkimi. -1979 yılında ben Anayasa Mahkemesi Başkanlığından emekli olmadan, Lojmanıma kadar gelerek benim emekli olduğum zaman siyasete girmemi isteyenler, hatta emekli olmadan bırakıp, Halk Partisinin başına geçmemi isteyenler oldu.Açık söylüyorum. Bunlar, eski milletvekilleri...Senatörler geldi. Kendilerine “hayır” dedim...Daha evvel Anayasa Mahkemesine yeni üye olarak girmişken 20 ay sonra ihtilal oldu.İhtilalden sonra rahmetli Sırrı Atalay beni ziyaret etti.Oturduk. Dedi ki “Yektacığım, Başkanlar..” Kim dedim; “başkanlar ?”.. “Eski” dedi. “Meclis Başkanları, Senato Başkanları.. Karar verdik parti oluşumuna.. Seni aramıza koyacağız, söz “dedi. “Hayır...” dedim. “Ben hukuk yolunu seçtim..Avukatlığı bıraktım.Yargıçlığa geldim...Örnek olmak istiyorum.Burada mesleğime kendimi tam vereceğim dedim.kaldı ki benim varlığım yok.Siz bana bir görev vereniz uçakla gidemem..Trenle gidemem.Otobüsle gitsem geç kalırım.Dolmuşla gitsem şu olur.Benim verecek paramda yok.Benim bu görevleri yerine getirecek ekonomik imkanlardan mahrumum..Beni bağışlayın dedim.”Anladım” dedi gitti adam..Taaa bu 1981 de oluyor. Aradan yıllar geçip ben emekli olunca..Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanlığı’nı bana zorla verdiler..İstemedim.”Bazı olumsuzluklar yaşanıyor, bunları ancak sen giderirsin” dediler..Sizin tanıdığınız insanları söyleyeyim.Uluç Gürkan..Önder sav..Vural savaş..Profesörler..Bunların içinde ADD’nin o zamanki üyeleri.Vali Aydemir bey.. Hepsi..Israr .. Israr.. Önce “evet” dedim.Sonra “hayır “dedim..Bir hafta sor yeniden ısrar ettiler. “Evet” dedik.. İki yıl o dernekte geçti.Yirmi yıllık ömrüm bitti..Yaptığım çok güzel şeyler oldu. Şimdi yalancılar, çoğu inkar ediyor. Necati bey.. Subayların, hakim ve savcıların, öğretmenlerin bakanlıklarından izin almadan üye olmaları kararını çıkarttım.İki kapatılma davası vardı.Onları ret ettirdim.Vilayetlerin ve kaymakamlıkların kapısı açıldı.Kız yurdu çalışmaya başladı..Antalya, Kayseri,Bursa şubelerine bina satın aldık..Düşünebiliyor musunz? Neler neler yapıldı.. Ama anlamadılar.Beni yordular..Yıprattılar.”Atatürkçülük rozette kalmış..Lafta kalmış” dedim ayrıldım..Ayda iki milyon lira ödentisini vermeyen adamlar bana göre adam olmaz ki Atatürkçü olsun..Ayda bir milyon lira ödentisini vermiyor..Böyle olanakla çalışacağıma bıraktım.. Hukuk kurumuna geçtim.. Orada da üstüme düşenleri yaptım..ADD’de tüzük yenilendi.Hukuk kurumunda da Tüzük yenilendi..Çağdaşlaştırdık.Güncelleştirdik.Salonlar ..Hepsi yapıldı, ayrıldık .Huhuk Kumu’na gitmeden ..Geliyorum.. Orada iki yıl kalıyorum.Israr diyorlar. Bir daha olmuyorum.Baro Başkanlığında da öyle yaptım .72-74. bir daha olmadım.. ADD’de en çok oyu aldım.Genel Başkan olmadım.Yönetimin arkasına geçtim..Yürütme kurulunu bıraktım.Başkasına verdim..Hukuk kurumuna “Yine ol, olmam.” Geldik. Dediler ki iki arkadaş.İsmini de vereyi size.Vural Savaş’la Osman Özbek paşa.. Dediler ki “ Efendim, Türkiye böyle gitmiyor.. Partileşmek lazım. ....lazım. Bunlar daha çok Halk Partisine yakınlık duyan arkadaşlardı.İkisini de sevdiğim saydığım insanlardı. Ondan sonra ben bu işin siyaset yoluyla çalışmanın bana uygun olmadığını söyledim.Gittiler geldiler olmayınca..Dediler ki bir gün ikisi. Bir ikindi üzeri. ”Biz yarın deniz Baykal’a gideceğiz.” Dedim ki “hayırlı olsun.Ama sakın benim adımı götürmeyin .Benim böyle bir isteğim yok.Sizinle dostluğum arkadaşlığım bozulmasın. Size hayırlı olsun “dedim..Yani oraya girdiniz diye ilişkimiz bozulmasın” dedim.”Siz oraya girersiniz, ben girmem.” Bir gün sonra geldiler..Deniz Baykal’ın olumsuzluklarını anlatıp Deniz Baykal’la bir şey olmayacağını.. Bakın ayrıntı ile anlatıyorum..Deniz Baykalla bir şey olmayacağını yeni bir parti kurulmasının gerekli olduğun söylediler Necati bey.. Bende kendilerine dedim ki.. Kuralım, muralım dediler.. En nihayet.. Eski senatörler, milletvekilleri, belediye başkanları, emekli valiler, bakanlar dahil 357kişiyi Dünya Ticaret Mekezi salonunda topladık..Sekiz saat süren bir toplantı oldu..Vural Savaş bey, toplantının başında Antalya’ya gideceğim diye ayrıldı. Toplantının yönetimi bana kaldı.Ben, Sivas milletvekili eski meclis başkanvekili Mustafa Kemal Palaoğlu, Necdet Uğur’un milli Eğitim Bakanlığı zamanındaki Orta Öğretim gGenel Müdürü Güler Tanyolaç.. Üçümüz.. Dedik ki ”Halk partisinde yoğunlaşma olsun..Siyaset yapmak isteniyorsa.Deniz Baykal anlayışı ve yönetiminin uzaklaştırılıp gerçek, yarayışlı bir yönetim kurulmaya çalışılsın..Yeni parti kurulmasın...Tartışma.tartışma..Bizim gibi “Yeni parti kurulmasın” diyenlerin dışındakilerin oybirliği ile yeni parti kurulması kararı çıktı. Ben .. geciktirdim. Bakınız.O sıra da 2 Haziran 2002 de ADD’nin son genel kurulu .Tam ayrılıyorum.. Toplantıda kalp krizi geçirdim..Ayakta alkışlanan bir konuşma yaptım..On beş gün hastanede yoğun bakımda kaldım..Yoğun bakımdan çıktım ikinci gün Vural Savaş geldi..Birinci gün Erdal İnönü, geçmiş olsuna geldi bana.. .Sadece dost ve babasının avukatıyım diye..İkinci gün Vural Savaş geldi dedi ki “ Ağbi ben bu..h.. işlerde yokum” dedi. -Ne demek oluyor bu? -“Antalya’ ya gittim şöyle oldu.İzmir’e gittim böyle oldu.Ben siyasete girmeyeceğim “ dedi. Etmeyin kardeşim, millet size güvendi..Biz seni genel başkan yapacaktık..İşte.. Falan yok.Ayrıldı..Sırf Atatürkçüler dağıldı demesinler diye, beceremediler demesinler diye arkadaşların ısrarı üzerine genel başkanlık bana kaldı.. -Mecburiyetten? -Mecburiyetten.Bir buçuk iki yılda..Varlığım gitti.. sağlığım gitti..Saadetim sarsıldı.. İçlerinde i emekli general, kimisi profesör.. hepsi demiyorum.. tutarsızlıkları, kendi imzalarına sahip olmamaları..Verdiği karardan dönmeleri, hepsi kendirleri protokol görüşmelerine katılıp, protokolü onlar hazırlayıp,onların imzala dediklerinden daha iyisini Mümtaz Soysal’la anlaşıp, getirdim.. Ve bunlar, birleşme kararı için yasal yönden 14 Şubat günün belirledikleri halde o gün geldiler Necati bey,altmış kişi toplanmamız lazım.Kurucuların yarısından bir fazlası..Ölenler oldu çünkü.57 kişi toplandık.Üç kişiye imza attırmadılar.. Salondakilerden on ikisi kendi kabul ettikleri birleşmenin, “Hayır “ diyecek adamlardı..Biz 45 kişi.Birleşme kararını nasıl olsa alacaktık. Mümtaz Soysal’ın partisiyle birleşecektik..(Koltuğu göstererek) Mümtaz Soysal burada oturdu.Ben hep burada idim..( benim oturduğum yere göre oturduğu koltuk)Saadettin Tantan burada oturdu.Çok çalışmalar yapıldı.Çok konuşmalar..Bir örnek bir öncelik olacaktı dağınıklık gitsin diye..O gün sabote ettiler..Sinirlendim.Kürsüye çıktım.. Ne amaçla partiye katıldığımı, görev aldığımı, ne umutla geldiğimi, ne duruma düşürüldüğümü söyledim.İstifa ettim.Çıktım.. Saat 1,5 da oradan.eldim Kavaklıdere postanesine .. Partiye de, Başsavcılığa da bir ki telgraf çektim..Üyelik filan bıraktım .Bir yıl on gün oldu. Hiç bir ilişiğim kalmadı. Eşim vce dostlarım hariç Türkiye de her şeyi terk ettim..
MİLLET İRADESİ ve MÜDAHALELER
-Türkiye’de iki defa ihtilal oldu. Bir defa Muhtıra verildi.birde 28 Şubat denen kimisine göre post madem darbe, kimisine göre müdahale oldu.Ama ben müdahale olduğunu düşünüyorum. -Tabii. -Ama her seferinde vatandaş, muhtıralara, ihtilallere darbelere muhatap olanları bir şekilde iktidara taşıdı.Menderes’e e karşı yapılan darbeden sora, “Gözümün içine bakın ne değimi anlarsınız” diyen gurubu iktidara getirdi. 71 Muhtırasında Ecevit,”Bu bize yapılmıştır” dedi.Onu getirdi. 80’den sonra yok edilen siyasi aktörler daha sonra yeniden iktidara geldiler..Yani milletle yukardan müdahale uyumsuz gibi görülüyor..
-Söyleyeyim....Hemen söyleyeyim. Efendim.. Ben hukuk dışılıkların karşısındayım..
-Özür diliyorum..Elimde Atatürk ve hukuk diye bir kitap var..Gelirken de baktım.. Atatürk millet iradesi, milli irade diyor..
-Bakın milli irade ayrı şey , millet iradesi ayrı şey.. Bunlar hukuksal incelikleri olan , hukukçulara anlatılması gereken onların tartışması gereken kavramlar ve konular.. Ve kurumlar.. Bir yere geliyorum. Bir .. Röportaj benimle olduğu için benim görüşüm önemli.
-Sizin görüşünüzü soruyorum..
-Bana göre diyorum, katılır katılmazsınız.Herkes kendisine göre bir şey söyleyecek.Bu gün benim görüşümü soruyoruz onu anlatayım. Bir ..Hukuk dışılıklara karşıyım.Zorunlu olmadıkça, ulusun direnme hakkı diye bir kavramı sık sık gündeme getirilmesine karşıyım.. Ben 1960 olayını bir devrim olarak kabul ediyorum.. 1971, 1980 de olayına asla katılmıyorum..1980 olayı içinde Evren paşa ile bir konuşmamızda “ Ben 12 Eylülden yana değilim. Ya12 Eylül’e karşıda değilim.ya..ben 13 Eylül karşıyım dedim.İyi niyetle başlamış olsalardı. İyi ihtilal yaparlardı. Üç..Herkes demeyim.İlgili olduğumu sanan kimseler ; bizi suçlayıp yalan söylüyorlar. Enim 28 şubatla hiçbir ilgim yok..28 Şubat’ta ben görevimin başında idim. Ne 28 şubat olayının olacağını biliyorum Necati bey.Ne 28 şubat olayının öncesinde bir kışkırtmam, bir katılmam bir söz birliğim.Bir davranışım oldu.Ne de ondan sonra olmadı..Hiçbir kime hiç bir kanıt getiremez.. Ancak siz söylediniz.Sizi iyi dinliyorum ben..Müdahale dediniz, ben onu müdahale saymıyorum.. Müdahaleyi..28 Şubat’ın oluşmasına sebep olanlar kendi kusurlarını örtmek için müdahale gösterdiler.2 8 Şubatta bir zor kullanılmadı. Kimse şunu yapın demedi. Hukuka ve Anayasaya aykırı bir şeyde gündeme gelmedi.Ne geldi?.. MGK’nı gündeminde yarısı sivil yarısı asker olan üyelerin en doğal hakları olan kendi görüşlerini açıklamaları sırasında bir tarafın eksik bulunduğunu , öbür tarafın işine gelmemesine rağmen imzalayıp benimseyip yürürlüğe koyduğu için onlar değil onların yandaşları dışarıdan müdahale gösterdiler.. 28 Şubatta karalaştırılan 18 maddenin18’inde olması zorunlu idi. İhmal edilmiş olaylardı onlar. Öğrenim yasası, giyim yasası, irticaya karşı tavır.Bunlar bir devletin kendi varlığına yönelik saldırıları en başta önlemesi gereken hususlardı.Ama idare savsaklıyor. Bir iktidar geliyor kendine göre.. Eğitimde millilik kalmadı.Savunmada millilik kalmadı..Sanayide millilik kalmadı.Dış ilişkilerde millilik kalmadı, yargıda kalmadı..Bunu açık açık söyleyelim. Bunun için ..28 Şubatta MGK’da gündeme getirilip tartışılanlar, orada kabul edilip imzalananlar.. İmzalamaya bilirlerdi de ..Hepsi MKG’nın hükümete tavsiyeleridir. MKG’nın doğrudan doğruya dayatması değildir.Bunun kendi içinde kim kime dayatıyor.Müdahale değil..Ama yapılmayanların sıcak sıcak gündeme getirilmesidir ve bizimle hiçbir ilgisi yoktur.
-Çok net bir durum. Benim çocuğum iyi bir puanla Anadolu Meslek Lisesi bilgisayar programcılığı bölümüne gitti. Hakikaten insan olarak çok üzüntü duyuyorum. Izdırabını da çekiyorum.. Çocuğa demiştik ki bunun geleceği var. Ancak 28 Şubatta Meslek liselerinin önü kesildi. İmam -Hatipler öne çıktı. Ama öbür tarafta meslek liseleri .. Bu gün sanayici sıkıntıda. Hakikaten büyük sıkıntı var.
-Hiç konuşmayın.. Ben sizinle beraberim..meslek liselerinin Türkiye için yararı liselerden fazladır..Normal liselerden.Bak söylüyorum.Normal liseler..Üniversiteye geçiş yolunda bir duraktır.
-Dünyadaki uygulamada öyle.
-Meslek liselerinin özeliği bir çok yönden daha fazla var..Üniversite kapılarında yığılma oluşuyor.Meslek liselerine yönlendirme üniversite kapısındaki yığılmaları azaltabileceği gibi bizim sanayinin ihtiyacı olan ara elemanı da verecektir.. Ben bunların bilincindeyim. Şimdi İmam-Hatip okullarına özel statü tanınası, öğretenlerin en iyilerinin oraya gönderilmesi, olanaklar sağlanması meslek liselerinin İmam - Hatip kapsamında değil, İmam -Hatip liselerinin meslek liseleri sayılması bu açmazı getirdi.Bunu ben yapmadım.Bunu asker de yapmadı.
-Ama sıkıntıyı ben yaşıyorum. Yukarıdaki kavga ediyor ama, gençler eziliyor..
-Bakın..Müsaade edin.Söyleyeceğim. Onu ben yapmadım..Askerde yapmadı..Onu siyasetçiler yapıyor. Milli eğitim onların elinde.bakın hala İmam- Hatip liseleri için puanlamalarda özel işaretler gösterilmesi dayatması var. Ne gereği var efendim.. Niye bunları dayatıyorlar?... Hala yarım metrelik bez için..Türban adı alında sıkma başı savunup kıyamet koparılıyor.. Evvelki gün Berlin eyalet mahkemesi karar aldı”memurlar bile giyemez “diye..Hala getiriyor. Şey diyor ki..Mehmet Ağar.. babasını tanırım. Zülkif bey.. Mehmet Ağar, 51 Ankara doğumludur..Babası bizimle top oynardı. Bak ben neler biliyorum.. Efendim oy toplayacağını zannediyorlar.Yumuşak karnı , inanç sömürüsü Türkiye’nin . Efendim biz bunu sağlarız...Erkan Mumcu çıkıyor..”Özgürlüktür “ diyor, Af edersiniz..İnsanların aydınlığını azaltan.gevşekliğini daha sıkı hale getiren şey özgürlük müdür? Mahkum etmek midir? Yanlış işlerdir bunlar..
-Bende bir şey sorayım.. -Affedersiniz.Bunların üzerinde durarak..eğitimi yozlaştırmanın anlamı yok.. Ama meslek okullarının..
-Şunu tamamlayayım müsaadenizle..Meslek okullarına kendilerinden beklenen, ümit edilen özlenen düzeni, konumu vermek lazım..Onların önünü açmak lazım.bundan yanayım.. Meslek okullarının kendi alanlarında üniversitelere devamlarında hala bildiğim kadarı ile bir engel yok..
-var..
-Nasıl var?
-Şöyle var:
......... ..
-Acaba biz bu alanda dolduruşa mı geldik.Biz başka bir şey yaparken , tartışırken AB’ye girişte işi yaramaz ada niteliksiz,alt gelir guruplarında yaşamak zorunda kalacak, mesleksiz insanlar haline getirilmiş gençleri 60’la daolduğu gibi AB’ni ağır işlerini yapacak başka bir projenin unsuru mu yapıldı?
-Buyük Ortadoğu Projesinin ileri karakolu durumuna getiriliyoruz..Bakın bana göre Recep Tayyip’in son Bürüksel toplantısında, NATO’da verdiği söz yaptığı yardım var ya. ....
İRTİCA VE BAŞÖRTÜSÜ
-Siz irtica konusunda duyarlısınız..İrtica diyorsunuz ama..Bu gün bir çok batı ülkesinde ya da modern olduğu iddia edilen, sanılan ülkelerin gerek anayasalarında gerek kanunlarında gerek uygulamalarında bizden çok ağır şeyler var.Mesela bu gün bir İsrail. Teokratik devlettir.Kimse olmadığını inkar edemez.
-Hayır teokratik devlet değil. Dinci parti ile işçi partisinin ortaklığı var.
-Fakat yasaların üzerinde hahamların kararı söz konusu..
-İran’da da var.
-Fakat İran model olarak alınmıyor.
-Anladım.Ama İsrail’i de kimse model olarak almıyor..O da ölçü değil. Bu gün Bush, Amerikanın Erbakan’ı
-Danimarka’ya baktım.Kral, Evengelist kilisesinin temsilcisidir. Vs.
-Evet.. Gelenekleri var..İngiltere’de..
-Buralarda sorun olmuyor.Ama bizde irtica kılıfı içinde irtica kelimesini arkasından sıkıntı oluyor. Şunu söylüyorum.Bir başörtülü, veya kara çarşaflı ya da tamamen her şeyini kapatmış bir insan. Ama bu ilim üretiyor.. Bu düşünce üretiyor.. Bu insanlara da faydalı ..Gitmiş bir ağaç dikiyor..Bunun eylemi mi güzeldir.Yoksa çağdaşlık ölçüsü neyse bilmiyorum ama çırıl çıplak ..Sokaklarda yıkıyor yakıyor..Kırıp döküyor.Size yumurta atıyor..Bu mu faydalı, öbürsü mü.?
-O zaman ikisini ayıralım. Bir: Eylemleri ayrı değerlendirelim..Giysileri ayrı değerlendirelim.Ben aklı başında bir insanın bir hayvanı tekmelemesini, bir çocuğa tokat atmasını uygun bulmam. Bir yere geliyorum..Ben onu uygun bulmadığım gibi ağaç dikerek fakire yardım ederek çalışarak yaptığı iyiliğe rağmen onun kara çarşaf içinde gezmesini uygun bulmam.
-Geziyorsa gezsin.. Ne mahsuru var? -
- Tamam.Biz bir yerden geldik bir yere gidiyoruz.Gediğimiz yer teokratik monarşi..Yani dinsel ağırlıklı kişisel yönetim..Mutlakıyetten meşrutiyete geçtik..Daha bu giysiler Osmanlı imparatorluğu zamanında Abdulhamit’in bile yasakladığı giysilerdir. Çarşaf yasağını Abdülhamit getirmişti daha evel.. müdahale etmişti. Niye? İnsanların özgürlüğünü giysi biçimiyle, o yolla gölgeleyen atılımlardır. Neden dinsel ağırlığı ve yoğunluğu olmamasına karşın kimi yobazın ve softanın ortaya çıkarak insanların daha çok oyunu çekerek d.. eder.Onların içinde her zaman ağaç diken, her zaman dikiş diken..Her aman sökük diken insan yok.. Tamamlayayım müsadenle...Ben deminden de söyledim.Yoksa ben sözünden dönen adam değilim. Yoksa Taha Akyol’un dediği gibi bu özgürleşmeymiş, bu bireyselleşmeymiş., Müslümanlıkta.nerden çıktı? Zaten Müslümanlığın aslı bireyselleşmedir.Bireyselliktir Neden? Dikkat ederseniz.. İnananı ile inandığı arasında elçisi olmayan tek din Müslümanlıktır..O halde Müslümanlık, kişiseldir..
-Yanlışa karşı yanlış diyelim..Ancak bunu düzenlemek, Devlet müdahalesiyle halletmek -Şimdi geliyorum.Bakın..şimdi bu 1970lere geldik biz..1923’lerden1970’lere geldiğimizde böyle bir sıkıntı var mıydı?.. Hiç kimse söyleyemez. Yoktu.Hiç siz türban yaygarası duydunuz mu? Başörtüsü sorunu .Hayır yoktu.Niye yoktu? Köylerde kasabalarda Necati bey,annelerimiz, teyzelerimiz.Bacılarımız kardeşlerimiz..
-Burada bir şey soracağım. Doğru yoktu.O zaman okuyan nüfus azdı.
-Okunduğu için mi türban örtünüyor şimdi?
-Okuyan azdı.Şu anda zaten okumayan ve kamu hizmeti vermek istemeyenler için bir sıkıntı yok zaten..Her hangi bir kamu kurumunda elinde süpürge ile kamu hu-kurumunu temizleyen, kamu kurumu yetkilisine hizmet eden için bir sıkıntı yok.Ama aldığı eğitimi, donanımı ile bir kamu hizmeti vermek istediği zaman sıkıntı ortaya çıkıyor. Örneğin PTT’de size pul kesecek biri başörtülü.Bunun ne mahsuru var.?
-Neyin?
-Birisi sizin evi, bahçeyi süpürürken bir sıkıntı yok. Ama kamu kurumunda hizmet üretirken niçin sıkıntı olsun?
-Bakın devlet bir bütündür.Açık söyleyeyim.Devlet bir hukuk devletidir.Devlet hukuk devletidir.Hukuk kurallarına göre yönetilir.Din kurallarına göre değil.. bakın..Müsaade edin.. bunların üzerlerinde durdukları örtü..Evelce de vardı PTT’de .. .PTT’de oturup da süpürge süpüren, çay getiren kadınların örtüleri vardı.Öyle değildi.Şimdi. siyasal simge durumuna getirdiler.Yani biz inançlıyız,.dindarız.İnancımızın gereği başımızı örtüyoruz..Görevde de bunu yaparız.Görevde inanç geçerli değildir. Herkesin inancı içinde..İş değişiyor burada..Bakın 1970 de böyle bir yaygara yoktu..Oraya geliyorum.. -Göreve mi bakacağız, görev yapana mı bakacağız?
-Yani gözlükçü iyi gözlükçü ise, üretiyor, iyisini en iyi o yapıyorsa.. O her yerini kapatsın bana ne?
-O niye? Devlet hiyararşik biçimde olmak zorundadır.Yargıçların giysisi var..Savcıların giysisi var.Polisin , subayın giysisi var.. Özellikleri var bunların..Devlet memurunun gerektiği nitelik giysiyle beraberdir ve bir bütündür..Hatta zaman zaman sakalı bıyığı yasaklarlar. Niye askerde bıyık yasak?
-Yasak değil.
-Ne zaman kaldırdılar? Gene yasak.
-Yasak değil, komutanın arzusu diyorlar, diğerleri de kesiyor..
-Müsaade edin.. Yasaklar yalnızca... Hukuk dediğiniz şey, yazılı kural değildir ki..Hukuk, sözlü kuralların topluluğudur. İngiltere’nin anayasası var mı.
-Hayır.. yok..
-Oraya geliyorum. Devlet bütünlüğü içerisinde görünme esastır. Şimdi söylüyorum 70yılına kadar okullarda okuyan kızlarımız ahlaksız mıydı, inançsız mıydı.70 yılına kadar ders veren öğretmenlerimiz, ders veren üniversite hocalarımız..-
Bak iyi dinliyorum.Hiç unutmadım.Yerine bulamadım.- hocalarımız ahlaksız mıydı, inançsız mıydı? Yok..hayır... bakın ayrım getirildi. Dinler birleştiricidir. Kaynaştırıcıdır. Uzlaştırmacıdır. Anlaştırmacıdır. yanlış söylüyor muyum.
-Hayır..
-Peki ..Ne oluyor?.. “İnancımız gereğidir” deyince , örtmeyen inanmıyor gibi oluyor.Yanlış işler bunlar..Dinde.. Böyle bir zorunluluk dinde de yok.Açın Ali İmran suresi 20. ayeti.Muhkem ayetler Müteşabir ayetlerdir diye ayırır. Müsaade edin bitiriyorum.. Nerden geliniyor? O zaman sana uymazsa sen zamana uy kuralı vardır. Oraya geliyorum.
-Onu başörtüsünü giyecek olan bilsin.Yani o seçimini yapsın ..
-Dediğin konuda da öyle..Ziynet yerlerini örtünüz sözünü ...
-Peki..Ülkemizin vatandaşı olan Sihler olsa .Onarda erkekler için başörtüsü takmak mecburi.Adamın inancı o..Ona kamuda iş vermeyeceğiz, onun eğitiminden, bilgisinden kamu alanında yararlanmayacağız mı?
-O da kamuda çalışırsa, başını açacak.
. ........................0000000000000000....................
YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’DEN İNCİLER:
Kutu kutu....
..........
§ Özden, Hukuk devletinde kuralların eşit uygulanması gerekirken yapılmadığını, hukukun eşit uygulamamasından üst düzeydeki kamu görevlilerinin de etkilendiği, mağdur edildiğini, protokol açısından önde olanlara göre arkada olanların daha çok imkanlara sahip olabildiğini, kimi uygulamaların bir çok kamu görevlisini ya da emeklisini “ damalı eşek konumuna “ getirdiğini ifade ediyor.
§ Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış bir kişinin Orduevlerine alınmadığını ya da alınması için özel bir belgenin neden gerekli olduğunu sorguluyor..
§ Özden” Düşüncenin kafanın içindeki serbest.Ancak yazıya dönüştü mü, konuşuldu mu sınırı olmalı..düşünce sınırsız değil.” görüşünde..
· “Anne baba ile, evlatla evlenme, ekmeğin üzerinde oynamanın düşüncesi olur mu? diye soran Özden Elbette bu tür düşüncelerin sınırı olur.. diyor..
· Misafire hizmeti bizzat yapmaya özen gösteriyor.Terliği kendi eliyle veriyor ve alıyor. · Ayrılırken pardösümü tutuyor.”bunun mümkün olmadığını, hiçbir kimseye böyle bir yük yükleyemeyeceğimi” söylüyorum. Ancak, “ İsmet İnönü, .pardösümü giymekte yardım etmek istedi. Ben gencecik birisi O, İsmet İnönü. Kabul etmedim..Dur misafire hizmet ederek insan olduğumu anlamama yardımcı ol dedi. Kabul ettim” şeklinde İnönü’nün lafını söyleyerek, misafire hizmet etmeyi insan olma vasfı ile eş değer buluyor..
· Erbakan’ı ziyaret eder misiniz? diye soruyorum. “Tabii ziyaret ederim” diyen Özden “Başkanlıktan ayrıldığımda Şevket Kazan esenlikler dileyen telgraf gönderdiler, göndermesi gerekenler ve hatırlaması icap edenler bir şey yapmadı..” diyerek bir onu, birde Genel Kurmay Başkanlığının nezaket gösterdiğini üstüne basarak söylüyor. ·
Özden, bana kendi yazdığı makalelerden oluşan “Kuvayı Milliye Ateşi” isimli kitabını “Sayın Necati Çavdar’a iyi dileklerimle “ diyerek imzalayıp veriyor.
Bende kendisine Recep Tayyip Erdoğan’ın hapsaneye girdiği gün yazdığım “ Git yiğidim,sultanlık beratını alda gel” gibi 28 Şubat’ın mağdur ve mazlum duruma getirdikleri ile ilgili yazdığım şiirlerden oluşan “28 Şubat Türküsü” isimli ve kitap ile Çığlık isimli kitabı (Sayın Yekta Güngör Özden’e şeddeli “ilticacıdan” saygılarımla) diyerek imzalayıp takdim ediyorum. Benim kimilerince “irticacı” gibi görüldüğüm imasına “Olur mu öyle şey, estağfurullah” diyerek karşılık veriyor.
............0000000000000...................
Not: 5-6 Mart 2005 tarihli Anayurt Gazetesinde yayınlandı
Yekta Güngör Özden'e "28 Şubat Türküsü.." hediye.O, bana Kuvayyi Milliye Ateşi'ni veriyor.
Bende ona "Şeddeli ilticacıdan Yekta Güngör Özden'e" diye yazarak hadiseler oldukça yazılan ve o hadiselerle ilgili şiirlerden oluşan 28 Şubat Türküsü' ismini verdiğim kitabı hediye ediyorum..
"irtica" ne kelime..Bu kelime olsa olsa cahiliye dönemine dönüşü anlatır.
İnananlar ..
Biz Hakka "iltica " etmedik mi..
.
Caddeye yatmış otobüs ve Ya Kerim mahkemesi
Dev binalardan konser dinlemek
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
kim nerde görmüş ise öyle bilir....... Necati Çavdar
https://www.facebook.com/photo/?fbid=10155049048712700&set=a.10153847261797700 https://www.facebook.com/photo/?fbid=10150497860737700...
-
Zehra Aylin Atatürk’ün Manevi Kızı Zehra Aylin’in Acı Ölümü http://mustafakemalim.com/ataturkun-manevi-kizi-zehra-aylin/ ...
-
2 yıl önce Necati Çavdar 29 Aralık 2017, 08:32 şu amerikalılar bizi ne de düşünür ...
-
Hoca ve Talebeleri .. Dr. Hüseyin Ağca ile talebeleri iftarda buluştu. Soldan sağa.. Fatih Teke Ali Gümüş Ahmet Ünkazan ...









