MUSTAFA KEMAL, HAPİS YATMIŞ !
Mustafa Kemal,
Zübeyde Hanımın vefatından 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen
Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, anasıyla ilgili hatırasını anlatırken hayata başladığı sırada - Abdulhamid dönemi- "hapsedildiğini " söylüyor..
Zübeyde Hanım,
Müstakbel gelini Latife Hanım’ın ailesi Uşakkizadeler’in yazlık köşkünde
15 Ocak 1923 günü akşamı 66 yaşında vefat eder.( Uygun bir kalacak yer bulmak için İzmir’e giden Başyaver Salih (Bozok) Bey, Zübeyde Hanım için Latife Hanım'ların Karşıyaka’daki yazlık evlerini hazırladı.)
Vaziyet; o an Eskişehir’de olan Mustafa Kemal'e İzmir’de bulunan Başyaver Salih Bey (Bozok) telgrafla bildirilir.
Ancak, haberi alınca “İzmir’e gitmiyoruz. Treni İzmit’e çevirsinler” diye emir vererek İzmir'e değil İzmit'e gider.
.
Başyaver; Salih beye de şöyle telgraf çektirir:
Mustafa Kemal,
Zübeyde Hanımın vefatından 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen
Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, anasıyla ilgili hatırasını anlatırken hayata başladığı sırada - Abdulhamid dönemi- "hapsedildiğini " söylüyor..
Zübeyde Hanım,
Müstakbel gelini Latife Hanım’ın ailesi Uşakkizadeler’in yazlık köşkünde
15 Ocak 1923 günü akşamı 66 yaşında vefat eder.( Uygun bir kalacak yer bulmak için İzmir’e giden Başyaver Salih (Bozok) Bey, Zübeyde Hanım için Latife Hanım'ların Karşıyaka’daki yazlık evlerini hazırladı.)
Vaziyet; o an Eskişehir’de olan Mustafa Kemal'e İzmir’de bulunan Başyaver Salih Bey (Bozok) telgrafla bildirilir.
Ancak, haberi alınca “İzmir’e gitmiyoruz. Treni İzmit’e çevirsinler” diye emir vererek İzmir'e değil İzmit'e gider.
.
Başyaver; Salih beye de şöyle telgraf çektirir:
"Dakika teahhuru
Mucib-i Mes'uliyettir.
Başkumandanlık Seryaveri Salih Bey'e
Verdiğiniz elim haber, beni çok müteessir etti. Merhumenin munasip bir tarzda merasim-i tedfiniyesini ifa ettiriniz. Cenab-ı Hak millete hayat ve selamet versin."
BaşKumandan
Gazi Mustafa Kemal
Kaynak: Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanım, Cemil Sönmez, 2. Baskı Ankara 1998, ISBN: 975-16-0942-9. Sayfa: 103-104Mustafa Kemal, annesi Zübeyde Hanım'ın mezarını Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa'larla ziyaret ediyor. (27.01.1923)
/////////////////////////////////
İzmir’de Karşıyaka’da Annesinin Mezarı Başında
Batı Anadolu seyahatı sırasında:
Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem göz yaşlariyle Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.
Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.
İzmir Yollarında, s. 51-53
http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/izmirde-karsiyakada-annesinin-mezari-basinda
/////////////////////////////////////////////////
(galiba Latife Hanımefendi tarafından ) yaptırılan Karşıyaka'daki mermer sandukalı ve uzun kitabeli bir kabri..
Latife Hanım’ın yazdırdığı kitabe, kelimesi kelimesine şöyle diyor:
“Hüve’l-bâki. Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin vâlide-i muhteremeleri Zübeyde Hanım’ın ruhuna rızâen lillâhi’l-Fâtihâ. Sene 1338 (1923).”
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra...
"galiba Latife Hanımefendi tarafından yaptırılan mermer sandukalı ve uzun kitabeli kabrin fotoğrafını görmüş, hiç beğenmemiş
"Bir gün İzmir Belediye Reisi Dr. Behçet Uz, Dolmabahçe Sarayı’na geldi. Beraberinde Atatürk’ün annesi için, Belediye Meclisi kararı ile hazırlattığı bir türbe projesi getirmişti. Bu tatbik edilirse, abide halinde muazzam bir eser olacaktı. Etrafında bir park bir de çocuk bahçesi yaptırılacaktı.
Bu proje Atatürk’e sunuldu. Bir an göz ucuyla projeye baktı. "Hayır" dedi, "Ben size mezarın nasıl yapılacağını tarif etmiştim; gene öyle yapılmalıdır. Hem belediyenin masraf etmesine lüzum yoktur, bunu biz yaptıralım."
Atatürk’ün bu isteği belediye reisi ve üyelere bildirilince çok üzülürler. "Arzu ettikleri mezar 1500-2000 liralık küçük bir masrafla yapılabilir. Lütfetsinler, hiç değilse bu küçük gideri İzmir'lilere bıraksınlar." diye rica ederler.
Durum Atatürk’e bildirilince olumlu cevap vermiş ve böylece Atatürk’ün isteğine uygun mezar yapılıp, yazı da onun isteğine uygun şekilde yazılmıştır. "
"Atatürk’ün Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşı olan ve Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi Kurmay Başkanı bulunan Asım Gündüz, Zübeyde Hanım’ın ölümü sırasında İzmir’deydi. Asım Gündüz Zübeyde Hanım’ın cenaze törenini şu şekilde anlatmaktadır:
"Zübeyde Hanım son saatlerinde yanında bulunan Latife Hanım’a ayrıca bir vasiyet yazdırmıştır. Latife Hanım, Zübeyde Hanım’ın ölüm haberini ilkönce İzmir Valisi Mustafa Abdülhalik (Renda)’ya bildirmiş, vali de büyük bir cenaze töreni hazırlatmıştı. Latife Hanım ilk gece İzmir’in tanınmış hafızlarından tam otuzüç kişi çağırarak sabaha kadar hatim yaptırmış ve hatim duası üç gün sürmüştür.
Cenaze alayına adeta bütün İzmir katılmıştı. Vali, memurlar, komutanlar ve hocalar olduğu halde cenaze alayının uzunluğu bir kilometreyi buluyordu. Okulların getirdiği çelenkler kabrin üstünde bir örtü teşkil etmişti. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım, Kazım (Özalp), Fahrettin (Altay), Mürsel (Baki), İzzettin (Çalışlar), Abdurrahman Nafiz (Gürman) Paşalar cenaze alayının önünde yürümekte idiler.
Latife Hanım siyah bir manto giymiş, siyah peçe örtmüş, cenaze alayına katılmak istemişti. Fakat ailesinin ve din adamlarının, İslam’da kadın cenazeye katılamaz diye engel olmaları üzerine bir faytona binerek cenazeyi arkadan takip etmişti. Latife Hanım, kabirde yüzlerce gümüş mecidiye sadaka dağıtmış, kırkında mevlüt okutmuş, 52 inci gecesinde de aşure yaparak fakir fukaraya dağıttığı gibi, hatimler indirerek bu mübarek kadına karşı duyduğu sevgi ve şükran borcunu ödemişti.
Yaklaşık 12-13 gün çeşitli yerleri dolaşan ve programına uygun olarak devlet işlerini takip eden Mustafa Kemal Paşa, 27 Ocak 1923 günü Manisa üzerinden İzmir-Karşıyaka İstasyonu'na geldi. Beraberinde ordu komutanları, bakanlar, milletvekilleri ve yaveri vardı. İzmir Valisi Abdülhalik Renda, Kolordu Komutanı Fahrettin Altay ve Başyaver Salih Bozok, onu karşılayanlar arasında idi. Yine istasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve çevresi çiçeklerle süslenmiş bir otomobil onu bekliyordu. Çevresinde toplananları selamladı.
Tıpkı sağlığında önce annesini ziyaret ettiği gibi, yine önce annesini ziyaret edecekti. O gün annesinin mezarı başında duygulu ve özlü bir konuşma yaptı. Konuşmasında, yetişmesinde olduğu gibi. Milli Mücadele yıllarında da hep kendisinin yolunda olan annesinin çektiği acıları, onun fedakarlığını dile getirdi. Kendisi yüzünden çektiği sıkıntıları, acıları dile getirirken annesine olan kadirbilirliğini de dile getiriyordu.
Atatürk, o gün derin bir heyecana kapılmıştı. En içten, en duygulu konuşmasını da, annesinin mezarı başında o gün yapmıştır. Zübeyde Hanım, fedakar bir anneydi. Oğlunun yetişmesinde emsalsiz emekleri geçmişti. Yıllarca oğlunun hasretine katlanmış, nihayet, onun zaferini gördükten kısa bir süre sonra ölmüştür."
Mustafa Kemal Paşa Annesi Zübeyde Hanım'ın mezarını Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa'larla ziyaret ediyor. (27 Ocak 1923)
Mustafa Kemal Paşa, milletini kurtarmak için hayatını ve bütün varlığını ortaya koyarken annesiyle yeterince ilgilenememişti. İşte annesinin mezarını kalabalık bir grupla ilk kez ziyaret ederken, ona göz yaşı döktüren ve en derinden gelen duygularını söyleten, içindeki bu hisler olmuştur. Buradaki konuşmasında kısaca annesinin çektiği sıkıntılardan bahseden Mustafa Kemal Paşa, şunları söylemiştir:
"... Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem göz yaşlariyle Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu ..."
"... Valdemin ziyamdan şüphesiz pek müteessirim. Fakat bu teessürümü izale ve beni müteselli eden bir husus var ki, o da anamız vatanı mahv ve harabiye götüren idarenin artık bir daha avdet etmemek üzere mezar-ı ademe götürülmüş olduğunu görmektir. Valdem bu toprağın altında, fakat Hakimiyet-i Milliye ilelebet payidar olsun. Beni müteselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, Hakimiyet-i Milliye ilelebet devam edecektir. Valdemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Valdemin medfeni önünde ve Allah’ın huzurunda aht ve peyman ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin istihsal ve tespit ettiği hakimiyetin muhafaza ve müdafaası için icab ederse valdemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hakimiyet-i Milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun ..."
Mustafa Kemal’in bu nutku, Karşıyakalıların çok candan tezahüratına vesile teşkil etti ve halk kendisini çılgın gibi alkışlayarak, "çok yaşa paşam... Sen çok yaşa..." diye haykırıyordu.
Annesinin mezarını ziyaret ettikten sonra haziresinde annesinin mezarının bulunduğu Ferik Osman Paşa Cami'inden çıkarken. (27 Ocak 1923)
"Faziletine ve yüksek kadınlığına inandığım anam ve kız kardeşim inkılap işlerinde bana inanmışlar ve hizmet etmişlerdir" diyerek Zübeyde Hanım’a olan bağlılığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Annesini çok severdi. Annesinin sevdiği bir şarkıyı duyduğu zaman gözleri yaşarırdı. Her sabah uyandığında temizliğini yapar, giyindikten sonra ziyaret için annesine haber gönderir, izin isterdi. Zübeyde Hanım da aynı şekilde hazırlığını yaptıktan sonra oğlunu kabul ederdi. Bu görüşmelerde Mustafa kemal Paşa, annesinin elini öper, onun hayır duasını alırdı. Bir süre annesi ile kalıp sohbet ederlerdi.
Zübeyde Hanım oğluna "Mustafam", "Sarı Mustafam" diye hitap eder; çoğu zaman bunu az bulur, "Paşam" veya "Sarı Paşam" diye hitap eder veya anardı.
Atatürk’ün yaşamının büyük bir bölümünde yanında olan yaverlerinden Cevat Abbas Gürer’in, "Atatürk’ün çok sevdiği ve saydığı anası ile terbiye ve zeka bakımından vaziyetlerini anlattığı şu sözlerinde, bir milli kahramanı doğuran ve yetiştiren" Türk Anası’nın "devlet terbiyesini ve fazileti"ni ne güzel ortaya koymaktadır:
Bayan Zübeyde, daha küçük yaşta yetim kalan oğlunun her durumuyla yakından ilgilenirdi. Çünkü onun yetişmesinde ve yetiştikten sonra memlekete yararlı olmasında büyük etken olmuştur. Atatürk’e tam anlamıyla hem analık, hem babalık etmişti.
Sevgili oğlu Mustafa’nın idamla mahkumiyetini haber aldığı zaman, son derce dinç olmasına rağmen üzüntüsünden kahırlanan Bayan Zübeyde hastalanmış, yatağa düşmüştü. Uzun bir müddet oğlundan doğru bilgi alamaması da hastalığın ilerlemesine sebebiyet vermişti.
Çankaya artık Bayan Zübeyde’ye çok kıymetli ve sevgili oğlunu, bol bol görmek ve onu koklamak fırsatını verdiğinden pek memnun ve bahtiyar bir ömür sürüyor ise de yine ekseriye vaktini hastalık içinde geçiriyordu.
Bayan Zübeyde’nin yaratılışını, zekasını ve çevresine karşı davranışını anlatmak için çok uzun yazmak gerek. Yalnız ana olmak itibarıyla değil, fakat bu vakur, ciddi, taşkın zekalı büyük Türk kadınını her gün ziyaret etmek Atatürk için bir vazife idi. Ziyaretler haberleşmeden yapılmazdı. Çünkü, ana oğul hazırlanmadan birbirlerini görmezlerdi. Her ikisi arasındaki münasebetin esas kuralı daima ziyaretçinin Atatürk’ün olması idi.
Ebedi Şef sabahleyin uyanır uyanmaz eğer o gün annesini görecekse, annesinden birisi vasıtasıyla izin alırdı. Sonra büyük bir merasimde bulunacak imişcesine Atatürk hazırlanırdı.
Bayan Zübeyde de, hasta yatağında dahi olsa büyük bir özenle Atatürk’ü kabule hazırlanırdı. Saçlarını taratır, işlemeli başörtüsünü örter, Makedonyalı gelinlik kızın zengin cihazından oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi. Ve İstanbulkari renkli maşlahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.
Bayan Zübeyde, Atatürk’e ‘Mustafa’ diye hitap ederdi. Ben bu büyük ailenin arasında emniyet, itimat ve muhabbet kazanmak mazhariyetine yıllardan beri karışmıştım. Ekseriya her iki büyüğün görüşmelerinde beraber bulunurdum.
Büyük, kıymetli evlat yetiştirmek bahtiyarlığı ile kıymetli büyük bir anaya sahip olmak gururunu bir arada toplayan gözlerim; evet Türk toplumu bünyesindeki terbiyenin ve o terbiyenin temellerinin ne kadar derin ve köklü, ne kadar nezih ve ciddi ve ne kadar samimi olduğunun canlı örneklerini gördükçe duygulanıyor, mutlu oluyordum. Diyebilirim ki, Bayan Zübeyde ile Atatürk bu ana-oğul birbirine aşıktılar.
Bu ana, oğluna daha beşik çocuğu iken vatan ve millet sevgisini telkin eden ninnilerden başlamış, onu her çağında duygularla büyütmüş, öğrenime yönlendirmiş, ilim ve irfan aşılamıştır. Yetişen, makamını bulan kurtarıcı oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı.
Bu ziyaretlerin her birinde Atatürk, anasının mübarek elini büyük bir saygı ile öperdi. Sonra anasının karşısında o büyük adam küçülür, Mustafa, hatta Mustafacık olurdu. Konuşmaları, şakaları pek içten kaynayan sevginin belirtileriydi.
Çankaya’da bu ana-oğul görüşmelerinin birinde şahit olduğum bir durumu değeri sınırsız olan Bayan Zübeyde’nin işlek, kıvrak zekasının bir örneği olarak sunacağım:
"Atatürk annesinin elini öptü. Bayan Zübeyde oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk’ü bağrına basmak istiyordu. Onu kucakladıktan sonra aziz Türk milletine eşsiz bir kurtarıcı armağan veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi. Fakat öyle olmadı, mutluluğunu gülen ve şirin yüzünden okunan o büyük Türk anası kolları arasında uzaklaşan ciğerparesinin eline uzandı:
Atatürk: "Ne yapıyorsun anne"... dedi.
Bayan Zübeyde sessiz ve kesin bir ciddiyetle:
"Ben senin ananım, sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun; fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım, elini öpebilirim." Cevabını verdi.
Oğlunun elini öpmekten çok Bayan Zübeyde, hareketiyle oğlunun makamının en büyük saygıya değer olduğunu etrafındakilere işaret ediyordu."
Dr. Ali Güler
Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı: 45, Cilt: XV, Kasım 1999
https://isteataturk.com/Kronolojik/Tarih/1923/1/27/Baskomutan-Mustafa-Kemal-annesi-Zubeyde-Hanim-in-mezarini-Maresal-Fevzi-Cakmak-ve-Kazim-Karabekir-Pasa-larla-ziyaret-ediyor-27011923/14
////////////////////////////////
manevi oğlu "olduğu iddia edilen " hayatını kaybettiği 1999 yılına kadar gözlerden uzak mütavazi bir hayat sürdü.91 yıllık ömründe bu konuda konuşmayan Abdürrahim TUNÇAK
::::::::::::::::::::::
manevi oğlu "olduğu iddia edilen " hayatını kaybettiği 1999 yılına kadar gözlerden uzak mütavazi bir hayat sürdü.91 yıllık ömründe bu konuda konuşmayan Abdürrahim TUNÇAK
::::::::::::::::::::::
"""
Zübeyde Hanım Karşıyaka – Soğukkuyu’da, Ferik Hacı Osman Paşa Camisinin avlusunda yatıyordu. Üzerindeki çiçekler henüz solmamıştı ama Mustafa Kemal Paşa annesiyle helalleşirken mezarının başında yaptığı bu konuşmaya şahitlik eden manevi oğlu Sayın Abdürrahim TUNÇAK oldukça solgundu.
Çünkü onu ATATÜRK ‘ün annesi Zübeyde Hanım büyütmüştü. İlk kez böyle bir duyguyu tadıyordu. Şimdi ikinci kez annesiz kalmıştı. Kendisini dünyaya getiren annesini hiç görmemiş, sadece ona anlatılarla yetinmişti. Zübeyde Hanımı Beşiktaş’taki, Akaretler yokuşundaki evinde tanımıştı. Bu evde anne diye çağırdığım Zübeyde Hanım, ATATÜRK ‘ün kız kardeşi Makbule ATADAN ve Mustafa Kemal Paşa vardı. Evde annem Mustafa Kemal’e sürekli “Paşa” diye hitap ederdi. Makbule ablam da “Paşa” derdi.
Ben de “Paşa” derdim ona ve biz “PAŞA’YA KIZ BEĞENMEYE GİDERKEN ANNEMİ KAYBETTİK” diyecekti.
Mustafa Kemal Paşa annesiyle helalleşirken yaptığı bu doğaçtan konuşmayı eğer Salih Bey not ederek tarihe bırakmasaydı Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün önemli bir özelliğini, annesine olan vefasını ve bağlılığını böylesine açık ve seçik öğrenemeyecektik.
—“KENDİLERİNİ KARŞIYAKA’DA KARŞILADIK. KEDERLİ, SOLGUN, YALNIZDI. YAVER MUZAFFER BEY’E: “SALİH İLE YALNIZ GÖRÜŞMEK İSTİYORUM.” DEMİŞLER BENİ KABUL BUYURDULAR. SARILDIK AĞLAŞTIK “BERİ BAK ÇOCUK” DEDİLER. “LATİFE HANIMLA EVLENMEYE KARAR VERDİM. SANIRIM BABASI İZMİR’DE OLMALI. KENDİLERİNE SELAMLARIMI GÖTÜR. KİMSEYE BİRŞEY SÖYLEMEMESİNİ RİCA ET…”
MÜJDEYİ MUAMMER BEY’E VERDİĞİM ZAMAN GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MÜSTAKBEL KAYINPEDERİ BOYNUMA SARILDI VE MUHABBETLE KUCAKLADI.
PAŞA HAZRETLERİ VAGONDAN İNDİKLERİNDE MUAMMER BEY’İ KENDİLERİNE TAKDİM ETTİM. FEVZİ VE KARABEKİR PAŞAYLA BİRLİKTE KABRİ ZİYARETE GİTTİLER. ORADAKİ KONUŞMAYI BENDENİZ KALEME ALDIM” diyecekti."
https://www.sechaber.com.tr/annem-bu-topragin-altinda-yatiyor/
///////////////////////////////////////////
///////////////////////////////////////////
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder