Ahmed el-Moslemany*
https://aawsat.com/turkish/home/article/2090156/yenilenler-de-tarih-yazar
Sünni İslamcı hareketler, Şii İslamcı hareketlere denktir. ‘Hilafet’ teorisi Sünni İslamcılık projesinin özü, ‘Velayet-i Fakih’ teorisi ise Şii İslamcılık projesinin özüdür. Her iki teori de ulusal devletin ortadan kaldırılıp yerine İslam birliğinin kurulmasına dayanır. Ümmet, Sünnilerle ‘Halife’ sancağı altında, Şiilerle ‘Veliyyü'l-Fakih’ sancağı altında toplanır.
Velayet-i Fakih teorisi İran yönetiminin felsefesidir. Aynı zamanda bu teori birçok Şii Arap hükümdarın da yönetim şekline hakim olmuştur. Ilımlı Şiiler tarafından kabul görmeyen teori, sonraları modern Şiiler arasında da kendine yer bulamamıştır. Bu teoriyi reddedenler arasında hem Arap hem de İranlı çok sayıda Şii din adamı bulunmaktadır. İranlı filozof Ali Şeriati ve Lübnanlı din adamı Musa es-Sadr, Velayet-i Fakih teorisine karşı çıkanlar arasında öne çıkan isimlerdendi.
Dr. Muhammed Salim el-Ava’nın editörlüğünü yapmaktan büyük onur duyduğum ‘Hivarat fi’d-Din ve’s-Siyase’ adlı kitabında Molla Ahmed Al-Niraqi’nin Velayet-i Fakih ‘kimsesiz ve sahipsiz yetimlerin ve dulların koruyucusudur’ düşüncesine sahip olduğunu belirtirken, Niraqi’den iki yüzyıl sonra gelen Hamaney, ‘İslam'da Hükümet’ adlı kitabında “12’nci imamın kaybolmasından beri İslam’ın her şeyini kaybetmesi onun yazgısı mıdır? İmam'ın yokluğu İslam Devleti'nin yok olmasına neden oldu. Kaybolan imam geri dönemez, ama devleti yeniden kurabiliriz” diyor.
Humeyni, Velayet-i Fakih makamına oturmak ve hayatı boyunca asla dışlanamayacak veya itaatsizlik edilemeyecek olan ‘beklenen mehdi’ kayıp imamın yerine geçmek için bin yıllık içtihadı değiştirdi.
Humeyni, Sünni ve Şii İslam dünyasına hükmetmeye çalıştı. Bunun için bin yıllık aranın ardından yeniden cuma namazı kılınmasına ve Şiilerin Mescid-i Haram’da imamların arkasında namaz kılmalarına izin verdi. Şiiler önceleri Mescid-i Haram’ın dışında tek başlarına namaz kılıyorlardı. Humeyni ayrıca fetvalarının yer aldığı ‘Keşfu’l-Esrar’ adlı kitabında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i ‘Kureyşli putperestler’ olarak adlandırırken, Hz. Ayşe ve sahabeyi lanetlemekten de geri durmadı.
Öte yandan İranlı filozof Ali Şeriati, Sünni-Şii ve Şii-Modernizm uzlaşısına dayanan entelektüel projesini inşa ediyordu.
Dr. Ali Şeriati, ‘din sosyolojisi’ alanında İran'daki ilk bilim insanıdır. Elitist fikirleri olmasına rağmen geniş bir takipçi kitlesi vardı. Kaleme aldığı eserler milyonlarca basıldı. Tüm kitaplarının yaklaşık 20 milyon kopyası satıldı.
Ali Şeriati’nin entelektüel projesi, İslami dokunun parçalanmasının temeli olarak gördüğü ‘Emevî Sünniliği’ ve ‘Safevi Şiası (Şiilik)’ şeklindeki iki ana kavrama dayanıyordu.
Şeriati açıkça Safevi Şiası’na karşı çıkarken, bunun İran’ın Şii mirasında Sasani İmparatorluğu ile İslam dininin harmanlanmasıyla ortaya çıktığını söylüyordu. Bununla birlikte İran Şii mirasında, Sasani İmparatorluğu ile Şii İmameti arasında bir bağ kurmak amacıyla İmam Hüseyin bin Ali ile Sasani Kisrası'nın (hükümdarı) kızı arasında bir evlilik olduğu iddiası etrafında dönen rivayetler ve mitler üretilmişti.
Şeriati, Safevi Şia Ekolü’ne yönelik eleştirilerini Hz. Hüseyin için düzenlenen törenlere ve ayinlere kadar ilerletmişti. Şeriati, Safevi hükümdarlarının bu formatı Doğu Avrupa’daki Hıristiyanlardan alıntıladıklarını ve onların kendi şehitleri için yaptıkları ayin ve törenlere benzer ritüeller ürettiklerini belirtirken Safeviler’in İmam Hüseyin’i tıpkı Hıristiyanların acı çeken Mesih formatına dönüştürdüklerini söylüyordu.
Şeriati, Safevi Şiası ve Emevi Sünniliğini eleştirmeye, ‘Muhammedi Sünniliği’ ve ‘Ali Şiası’ olarak tanımladığı ekolleri yakınlaştırmaya çağırdı.
İran’da kanun ve din adamları Ali Şeriati’ye karşı cephe aldılar. Şeriati’nin 1977’de uğradığı suikast, onları son derece memnun etmişti. Şeriati’nin Şii ve Sünni entelektüeller arasındaki önemli bir konuma sahip olmasına rağmen Şii din adamlarının çoğunluğu hala onun fikirlerini karalamaya çalışıyorlar.
Şeriati’ye düşman olan din adamları onun ne bir müfekkir ne bir Müslüman, ne bir Şii ne de şehit olmadığını söylüyorlar. Aynı durum Ali Şeriati’nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra kaçırılarak öldürülen İmam Musa es-Sadr için de geçerli. Sadr da Ali Şeriati’nin cenaze namazını kıldırdığı için halen Şii akımların eleştirilerine maruz kalmaktadır.
Musa es-Sadr, Lübnan'daki ulusal devlete ve Araplığa inanıyordu. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lideri Yaser Arafat’ı ziyaret eden Sadr, Arap karşıtı olan ve devlet fikrine ya da sınırlar ve egemenlik kavramlarına inanmayan Humeynist güçlerin düşmanlığını kazanmıştı.
Şeriati ve Sadr, İslam ve modernizmin uyumundan yanaydılar. İkisi de Ayetullah Muhammed Kazım Şeriatmedari, Ayetullah Ebu'l-Kasım Hoyî ve Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın yer aldığı Şii ekolünden geliyorlardı. Hepsi Humeynist Velayet-i Fakih teorisine karşıydılar.
İmam Musa es-Sadr Humeyni'nin otoritesini reddetti ve önce Ayetullah Seyyid Muhsin el-Hakim ardından Ayetullah Ebu'l-Kasım Hoyî’nin izinden gitti.
Musa es-Sadr’ın Libya’da uğradığı suikastta, İran devriminin en önemli destekçilerinden olan Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi ile Humeyni'nin parmağı olduğuna dair ortaya atılan bir takım teoriler bulunuyor.
Arash Rezneh Azad adlı İran asıllı yazarın kaleme aldığı ‘İran Şahı... Irak Kürtleri ve Lübnan Şiileri’ adlı kitabında bu konu ile ilgili, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Humeyni arasındaki teması sağlayan Uluslararası Filistin Halkıyla Dayanışma Örgütü Başkanı Ali Ekber Muhteşemipur’un hatıratından bir alıntı yapıyor. Daha sonra İran’ın Şam Büyükelçisi ve İçişleri Bakanlığı görevini de üstlenen Muhteşemipur hatıratında, İmam es-Sadr’ın hutbeleri ile ilgili Humeyni’ye bir rapor sunduğunu ve Humeyni’nin Sadr’da devrimci ruh eksikliği gördüğünü belirtiyor.
Ayetullah Humeyni’nin destekçileri, İran devriminin tarih yazdığını düşünürken diğerleri tarihi tahrip ettiğine, ancak tarih henüz bitmediğinden belki de Şerati ve Sadr’ın geleceğin kazananları olacağına inanıyorlar.
Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki olaylar, birinci ihtimale işaret etse de Ali Şeriati’nin kızı Susan Ali Şeriati, 2016 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki İmam Musa es-Sadr Vakfı’nda yaptığı konuşmada, “Şeriati ve Sadr zamanlarının ötesinde bir deneyime sahiptiler. Her ikisi de başarısız oldu. Ancak Alman filozof Walter Benjamin’in de dediği gibi; ‘Yenilenler de tarih yazar’ ifadelerini kullanmıştı.
İslam dünyası, ümmeti uçurumun eşiğine itebilecek bir iç savaş yaşıyor. Bu, kazancı kayıp, zaferi ise hezimet olan, savaş ağalarının cüzi bir fiyata Ayetullah’ı satın aldıkları yanlış bir savaş.
Pazar, 19 Ocak, 2020
https://aawsat.com/turkish/home/article/2090156/yenilenler-de-tarih-yazar
İstanbul/Şarku’l Avsat
////////////////////////////////////////
////////////////////////////////////////
Şiilerin kayıp lideri: Musa Sadr
Şiilerin önemli liderlerinden Musa Sadr'ın 31 Ağustos 1978'de Libya'da kaybolması Lübnan gündemindeki yerini hala koruyor.
31.08.2018
BEYRUT - Muhammed Ali Akman
Lübnan'ın çoğunlukla Şiilerin yaşadığı bölgeleri olmak üzere neredeyse her bölgesinde hala 1978'de Libya'da kaybolan Musa Sadr'ın fotoğrafları asılı. Aradan 40 sene geçmesine rağmen ara sıra uluslararası gündeme de gelen Sadr olayı, Lübnan gündemindeki yerini ise hiç kaybetmedi.
Amerikalı yazar Peter Theroux, "Kayıp İmam" adlı kitabında Sadr’ın kaybolmasını şu sözlerle anlatıyor:
"Ortadoğu araştırmacıları için hiçbir gizemli olay, İmam Musa Sadr’ın 1978 yılında resmi davetli olarak gittiği Libya’da kaybolmasından daha şaşırtıcı ve anlaşılması zor olmamıştır."
İki arkadaşı ile Libya'da kaybolan Sadr, 1978 yılında bölgesel bir krize neden oldu ve Lübnan ile Libya arasındaki bu kriz yıllarca devam etti. Muammer Kaddafi yönetimindeki Libya'nın, Sadr ve arkadaşlarının Libya'dan ayrılarak İtalya'ya gittiğini iddia etmesi, olayı daha da karmaşık bir hale getirdi.
Sadr'ın kaybolması nedeniyle 1986'da Lübnan'da başlatılan davada Kaddafi, adam kaçırmak ve alıkoymak suçlarıyla itham edilmiş ancak delil yetersizliği nedeniyle dava kapatılmıştı. Yeni kanıtların ortaya çıktığı iddiasıyla 2004'te dava yeniden açıldı ve 2008'in Ağustos ayında Kaddafi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.
Musa Sadr'ın ortadan kaybolması defalarca araştırıldı
İran'da 1979'da yaşanan devrimin ardından Humeyni, "Oğlum gibiydi" dediği Musa Sadr'ın akıbetini araştırmak için bir komisyon kurdurdu. Kaddafi ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Humeyni liderliğindeki İran'ın bu komisyonu, Sadr ve arkadaşlarının İtalya'ya gittiklerini açıklayarak olayın üstünü örtmeye çalıştı.
Musa Sadr'ın kaybolmasından günümüze geçen 40 yıllık süreçte binlerce farklı açıklama yapıldı ve iddia ortaya atıldı.
Bu açıklamalardan en ciddisi, Mart 2012'de Mısır'ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'ten geldi. Mübarek, bir İngiliz yayınevi için yazdığı notlarda Sadr'ın, Kaddafi ile bir tartışma yaşadığını, Kaddafi’nin bizzat kendisinin Sadr'a işkence ettiğini, 4 saatlik işkence sonunda Sadr'ın öldüğünü ve cesetlerin denize atıldığını iddia etti.
Lübnanlı Şiiler, yıllarca imam lakabı verdikleri Sadr'ın yaşadığına, Libya'da hapsedildiğine ve bir gün sağ salim geri döneceğine inandılar ancak, 1978 ile 2011 yılları arasında yapılan bütün girişimler sonuçsuz kaldı ve Sadr'ın akıbeti, belirsizliğini korudu.
Kaddafi'nin öldürülmesi, Sadr'ı yeniden gündeme getirdi
Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçte, Libya'da çıkan çatışmalar sırasında, 42 yıl Libya'yı yöneten Kaddafi Ekim 2011'de öldürüldü.
Kaddafi'nin öldürülmesi sonrası, uzun yıllardır kimsenin bilmediği gizli dosyalar ortaya çıkmaya ve Kaddafi'nin yanında görev yapan istihbaratçılar itirafçı olmaya başladı. Bu durum, 1978'de kaybolan Sadr'ın 2011 yılında yeniden dünya gündemine gelmesine neden oldu.
Devrik lider Kaddafi'nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra Lübnan hükümeti, yeni tanınmış Libya hükümetiyle, tanıklarla görüşme ve davanın soruşturulması için temaslara başladı. Bu çerçevede, olay hakkında bilgisi olduğu düşünülen bazı devlet görevlileri sorgulandı.
Kaddafi rejiminin Arap Birliğindeki temsilcisiyken, muhalif safa geçen Abdumunim el-Huni, Ağustos 2011'de Mısırlı bir gazeteye yaptığı açıklamada, Musa Sadr ile Kaddafi arasında dini bir tartışma yaşandığını belirterek, "Sadr ve Kaddafi arasında dini konularda başlayan tartışma giderek alevlendi ve sert sözlere dönüştü. Sadr ve beraberindekiler, Kaddafi’nin huzurunda hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği şekilde canice öldürüldü." ifadelerini kullandı.
Libya Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) Başkanı Mustafa Abdülcelil, Nisan 2012'de yaptığı açıklamada, Sadr'ın cenazesinin başkent Trablus'ta ortaya çıkarılan bir toplu mezarda bulunduğuna dair "neredeyse kesin" sonuçlar elde ettiklerini belirtti.
Abdülcelil, Sadr'ın akıbetini araştırmak üzere bir savcı atadıklarını ve toplu mezardaki cenazelerin Lübnan'dan gelecek bir yetkili eşliğinde çıkarılacağını bildirdi ancak, cesetlerde yapılan DNA testleri sonucunda Sadr'a ait bir kanıt bulunamadı.
Dönemin Lübnan Dışişleri Bakanı Adnan Mansur Ağustos 2012'de İran'da yaptığı açıklamada, "Sadr ve arkadaşlarının kesinlikle hayatta olduğuna eminiz." dedi ve yakında ortaya çıkacaklarını öne sürdü.
Libya'daki Milli Genel Kongre (MGK) tarafından başbakan seçilerek kabineyi oluşturmakla görevlendirilen Mustafa Ebu Şakur, Eylül 2012'de düzenlediği basın toplantısında, Libya hükümetinin, Lübnan yönetimine tazminat ödeyeceği yönündeki iddialar hakkında, ''Musa Sadr gibi değerli bir misafiri öldüren Libya halkı değil, Kaddafi'dir. Bu nedenle Lübnan hükümetine konuya ilişkin bir tazminat ödenmesi söz konusu değildir.'' demişti.
Lübnan ile Libya yönetimleri arasında 2014'te imzalanan mutabakat zaptında Libya, Kaddafi rejiminin Sadr’ın ortadan kaybolmasından sorumlu olduğunu resmi olarak kabul etti.
Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam Kaddafi'nin yardımcılarından Muhammed İsmail, Mart 2016'da Batılı bir gazeteye verdiği demeçte, Sadr'ın Kaddafi tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin de denize atıldığını ileri sürdü.
Sadr ve arkadaşlarının Kaddafi tarafından öldürüldüğü netleşti
Kaddafi'nin öldürülmesinin ardından Libya'dan olayla ilgili yüzlerce farklı açıklama geldi.
Sonuç olarak Sadr ve arkadaşlarının Kaddafi tarafından öldürüldüğü netleşti ancak, Lübnan'da 1992 yılından bu yana Meclis Başkanı olan Nebih Berri liderliğindeki Emel Hareketi, kesin deliller olmadığı iddiasıyla Sadr'ın öldürüldüğünü hala kabul etmiyor.
Lübnan'da her yıl 31 Ağustos günü Sadr'ı anmak için düzenlenen törenlerde, Libya'da hapiste olduğu ve bir gün yeniden Lübnan'a döneceği iddiası dile getiriliyor.
Son olarak 2017'de Sadr'ı anmak için Beyrut'ta düzenlenen gösteride konuşan Berri, Sadr ve arkadaşlarının hayatta olduklarına inandıklarını ve olayı araştıran bazı mahkemelerin hala devam ettiğini vurguladı.
Uluslararası toplumun, Sadr ve arkadaşlarının öldürülmesini kesin olarak kabul etmesine karşılık Emel Hareketi'nin bunu kabul etmemesi, Sadr üzerinden motive sağladığı tabanını kaybetme endişesi olarak görülüyor.
Kaddafi'nin oğlu Hannibal Kaddafi, Lübnan'da tutuklandı
Kaddafi'nin oğlu Hannibal Kaddafi, Aralık 2015'te Suriye'den dönerken Lübnan'ın Beka Vadisi'nde silahlı gruplar tarafından kaçırıldı ve sonra serbest bırakıldı.
Musa Sadr'ın akıbetini araştıran Lübnanlı yetkili makamlar, Hannibal'in olayla ilgili bilgi sahibi olduğunu düşünerek tutukladı ve Beyrut'ta sorguladı.
Sadr’ın ortadan kaybolduğu 1978 yılında henüz üç yaşında olan Hannibal, Lübnanlı yetkililer tarafından Sadr olayının netleşmesi konusunda potansiyel bir anahtar olarak görülmeye devam ediliyor ve halen Lübnan'da hapishanede tutuluyor.
Musa es-Sadr nasıl kayboldu?
Arap dünyasındaki liderler ile sık sık bir araya gelen Sadr, iki yardımcısı ile Libya lideri Kaddafi ile görüşmek için 25 Ağustos 1978 günü Lübnan'dan ayrılır.
Sadr olayını inceleyen bazı araştırmacılar, Şii liderin İran şahına karşı mücadele eden Humeyniye destek vermesini istemek üzere Kaddafi ile görüşmeye gittiğini iddia ediyor.
Sadr'ın, kaybolmasına giden sürecin ise şöyle geliştiği belirtiliyor:
Musa Sadr, Lübnan'ın Libya Maslahatgüzarı Nizar Ferhad ile ramazan ayı olması nedeniyle 30 Ağustos akşamı iftar yemeği yer. Bu yemekte, 1 Eylül'de Kaddafi ile bir araya geleceklerini söyler ve Libya'dan sonra Fransa'ya gitmek için Ferhad'dan vize ayarlamasını talep eder.
31 Ağustos'ta Sadr'ların kaldığı otele giden Ferhad, ekibin resmi bir araçla otelden ayrıldığı bilgisini alır. Bu bilgi, Sadr ve iki arkadaşı hakkındaki son somut bilgidir. O günden sonra Sadr ve iki arkadaşından hiçbir haber alınamaz.
Sadr ve arkadaşlarından haber alamayan Lübnan yönetimi, Libya'dan konuyla alakalı açıklama yapmasını ister. Lübnan Şii Toplumu, Arap Birliği ülkeleri nezdinde yaptıkları girişimler ile Libya resmi makamlarını açıklama yapmaya zorlar.
Gelen yoğun baskılar sonucu Libya yönetimi, Sadr ve iki arkadaşının 31 Ağustos akşamı Trablus'tan ayrılarak İtalya'ya uçtukları açıklamasını yapar.
Sadr ve iki arkadaşının 31 Ağustos'ta İtalya'ya yolculuk ettiklerine dair bir belge gösterir. Yolcu listesinde Sadr ve iki arkadaşının isimleri vardır. Libya'nın bu açıklamaları başta Lübnan olmak üzere birçok ülkeyi ve kurumu tatmin etmez.
Olayı incelemek için yapılan araştırmalar, Libya'nın "İtalya'ya gittiler" açıklamasının gerçeği yansıtmadığını ortaya çıkarır.
Sadr'ın İtalya'ya gitmek için bindiği iddia edilen uçağın yolcularına, Sadr ve arkadaşlarının fotoğrafı gösterilir. Yolcular kendilerine gösterilen fotoğraftakilere benzeyen kimseyle uçakta karşılaşmadıklarını belirtir.
Sadr'ın ailesi, Temmuz 2015'te Sadr'ın kaybolması ile ilgili İtalya'da bir dava açar. İtalyan mahkeme, Sadr ve iki arkadaşının 31 Ağustos 1978 akşamı Trablus'tan Roma'ya gelmediklerini açıklar.
Musa Sadr kimdir?
Aslen Lübnanlı bir aileye mensup Sadr, 1928 yılında İran'ın Kum kentinde doğdu. Kum'da ve Irak'ın Necef kentinde aldığı dini eğitimin yanı sıra Tahran'da hukuk okudu.
1959'da Lübnan'a dönen Sadr, almış olduğu eğitim, Şii dünyasının önde gelen isimleri ile olan akrabalığı ve karakteri nedeniyle Lübnan'daki Şiiler arasında ön plana çıkmaya başladı. Sadr bir imam olmasına rağmen kendini dini alanda değil politik ve sosyal alanda ön plana çıkardı.
Sadr’ın Lübnan'daki Şii toplumu üzerindeki hakimiyeti, 1969’da kurulmasına öncülük ettiği ve ilk önemli Şii örgütlenmesi olan "Yüksek Şii İslam Konseyinin" başına geçmesiyle belirginleşti. 1974 yılında Hristiyan bir din adamı ile beraber, tüm dinsel ve mezhepsel gruplara açık olan ve eşitlik talebi temelinde örgütlenen "Mahrumlar Hareketi'ni" (Harekat El-Mahrumin) kurdu.
Sadr, Lübnan'da 1975'te iç savaşın patlak vermesiyle Şiilerin bir milis gücü olarak Emel Hareketi'ni (Lübnan Direniş Tugayı) kurdu.
Emel Hareketi, Lübnan iç savaşının önemli aktörlerinden biri haline gelmesi ve daha sonra Lübnan siyasetinde de etkisini artırması nedeniyle, hareketin kurucusu Sadr, tüm Ortadoğu'daki en etkili Şii liderlerden biri oldu.
Sadr'ın kurmuş olduğu Emel Hareketi, 1980'li yıllarda Hizbullah örgütünün ortaya çıkmasına yol açtı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder